“Güzel ahlak üç şeydedir Haramlardan sakınmada, helal rızık talep etmede ve ailesinin refahını sağlamada.” el-Bihar, 71/394/63 İmam Ali (a.s)

Allah’tan Başkasından Yardım Dilemenin Tevhit ile Uyumu

Allah’tan Başkasından Yardım Dilemenin Tevhit ile Uyumu

Soru

Çoğu yerde ya Allah, ya Muhammed, ya Ali, ya Hüseyin söylenmekte veya yazılmaktadır. Bazıları, “Ya Allah” demenin dışında diğer isimler için “ya” sözcüğünü kullanmanın, Allah’tan başkasından yardım dilemek sayılması nedeniyle doğru olmadığını belirtmektedirler. Bu doğru mudur?

Kısa Cevap

Allah’tan başkasından yardım dilemek, eğer ilahî büyük şahsiyet ve velilerin direkt olarak isteği yerine getirdikleri ve isteği yerine getirmede Allah’a ihtiyaç duymadıkları inancıyla gerçekleşirse, bu şirk olup tevhit karşıtıdır ve caiz değildir. Ama bu büyük şahsiyetlerin Allah’ın izni ve Allah’ın kendilerine bahşettiği güç ile istekleri yerine getirdiklerine inanılıyorsa, bu şirk olmakla kalmayıp tevhidin ta kendisidir ve hiçbir sakıncası da yoktur.

Ayrıntılı Cevap

Şirk Kavramı

Şirk, insanın birini zat, yaratma, malikiyet, rububiyet ve ibadette Allah’ın eşi bilmesi ve bu hususlardan birinde Allah’a ortak koşmasıdır. Öyleyse Allah’tan başkasından yardım dilemek, Allah’tan başka birinin isteği yerine getirme hususunda Allah’ın kudretinden bağımsız bir şan ve kudrete sahip olduğuna inanmamız gibi Allah’a ortak koşmayı gerektirecek bir şekilde olursa, bu şirk ve haramdır. Ama Allah’tan başkasından yardım dilerken Allah’tan başkası için bağımsız bir kudret gözetmezsek ve onu Allah’ın kudretinin uzantısında ve Onun izni dâhilinde bilirsek, bu şirk değildir. Aksine Kur’an, sünnet ve şeriata bağlı kimselerin geleneklerindeki bir takım deliller bunu onaylamaktadır. Bundan ötürü eğer Peygamber-i Ekrem (s.a.a) ve Allah’ın diğer salih kullarından Allah’ın izniyle yerine getirebilecekleri bir takım isteklerde bulunursak, onları Yüce Allah’ın dengi ve etki etmede bağımsız görmediğimizden ötürü bu şirk değildir. Ayrıca bir başkasından yardım dilemek, ona ibadet etmek anlamında değildir.

Kur’an’da Dua Kavramı

Kur’an’da duanın manasını anlamadaki yanlışlık, bazılarının Allah’tan başkasından istekte bulunmayı ve O’nun dışında birine seslenmeyi şirk, bunu yapan şahsı kâfir ve kanını da helal bilmesine neden olmuştur. Bu fertler “Şüphesiz mescitler, Allah’ındır. O hâlde, Allah ile birlikte hiç kimseye kulluk etmeyin”[1] gibi bazı Kur’an âyetlerine isnatta bulunmaktadırlar. Oysaki Kur’an’da dua kavramı çeşitli manalarda kullanılmıştır:

1- Yukarıda zikredilen âyet-i kerimedeki[2] gibi ibadet manasında.

2- Bir şeye davet etmek ve çağırmak; tıpkı Hz. Nuh’un (a.s) şöyle buyurması gibi:

“Ey Rabbim! Gerçekten ben kavmimi gece gündüz (imana) davet ettim. Fakat benim davetim ancak onların kaçışını artırdı.”[3]

3- “Şahitler çağırıldıkları zaman (gelmekten) kaçınmasınlar”[4] âyetindeki gibi bazen olağan ve normal yolla istekte bulunma manasında kullanılmıştır. Bu dua (çağırmak) olağan işler hakkındadır ve biri bunu yaparsa kesinlikle kâfir olmaz.

Bazen de mucizeler ve olağan dışı yollarladır. Bu da iki kısma ayrılır:

1- Bazen etki etmede Allah’tan başkasının bağımsızlığına inanmayla birliktedir. Bu kısım bir tür şirktir. Zira sadece Yüce Allah tesir etmede bağımsızdır ve O’nun dışındakilerin elde bulundurdukları olağan sebepler bile Allah’tandır ve O’nun izni ile etkilemektedirler. Kur’an bu konuda şöyle buyuruyor:

“De ki: Onu bırakıp da ilâh diye ileri sürdüklerinizi çağırın. Onlar, başınızdaki sıkıntıyı ne kaldırabilirler ne de değiştirebilirler.”[5]

Bilinçli ve inançlı hiçbir mümin fert, hiçbir peygamber ve ilahî büyük şahsiyet hakkında böyle bir akide taşımaz.

2- Bazen bir şahıstan bizim için Allah’tan bir şey talep etmesini isteriz. Bu tür istemek, kâmil insanın tevhididir. Büyük bir şahsı Allah’ın dergâhında vasıta ve şefaat edici kılan ve sebeplerin sebebinin, hakikî nedenin ve gerçek etki edenin Allah olduğuna inanan bir şahıs, Allah’ın velilerine tevessül ederek onlardan Allah nezdinde kendisi için bir hacette bulunmasını talep eder. Bu tevhit ve tekliğe tapınmanın ta kendisidir. İsrailoğulları Hz. Musa’nın (a.s) yanına gelir ve Yüce Allah’tan kendileri için çeşitli yemekler istemesini talep ederler. Kur’an şöyle buyuruyor:

“Ey Musa! Biz bir çeşit yemeğe asla katlanamayız. O hâlde, bizim için Rabbine yalvar da, o bize yerden biten sebze, kabak, sarımsak, mercimek, soğan versin.”[6]

Hz. Musa (a.s) neden bana “ey (ya) Musa” diye hitap ettiniz ve niçin kendiniz direkt Allah’tan istemediniz, bu şirk ve küfürdür, diye asla onları eleştirmedi. Aksine Hz. Musa (a.s) onların isteklerini Allah’tan talep etti ve onların hacetleri yerine getirildi. Yaratıkların etki ve etkilenmede, sebep ve sonuçta rolü olmasına inanmak şirk değildir. Tevhidin gereği, evrenin sebep ve sonuç eksenli düzenini inkâr etmek, her eseri vasıtasız olarak Allah’tan bilmek ve hatta boylamsal olarak dahi sebeplerin hiçbir rolü olmadığına inanmak değildir. Örneğin ateşin yakmada, suyun doyurmada ve yağmurun doğayı yeşertmede bir rolü olmadığına ve direkt Allah’ın yaktığına, direkt doyurduğuna ve direkt doğayı yeşerttiğine inanmamız buna bir örnek teşkil eder. O halde yaratığın varlığının zatî şirk ve ikinci bir tanrıya inanmaya denk düşmemesi, aksine bir olan Allah’ın varlığına inanmanın tamamlayıcısı olması gibi, etki ve nedenselliğe ve evren düzeninde yaratıkların rol taşıdıklarına inanmak da varlıkların zatları itibariyle bağımsız olmadıkları gibi etki etmede de bağımsız olmadıkları hususu gözetilerek şirk değildir.

Öyleyse tevhit ve şirkin sınırı, Allah’tan başkasının etki etmede bir rolü olduğuna inanmak veya inanmamak değildir. Şirk, diğer sebepleri Yüce Allah’ın enlem ve kenarında karar kılmamız ve onların etki etmede bağımsız olduğuna inanmamızdır. Başka bir tabirle melek, peygamber ve imam gibi bir varlığın doğaüstü güç ve etkisine inanmak da olağan sebeplerin etkisine inanmak gibi şirk değildir ve olağan etkenlerin sınırı üzerinde bir rol taşımak, Allah’ın karşısında bir güce inanmayı gerektirmez. Tüm hüviyetiyle Hakk’ın iradesine bağlı olan ve bağımsız olarak hiçbir yön taşımayan bir varlığın doğaüstü etkisi kendine dayalı olmaktan çok Hakk’a dayalıdır. O, eşyaya feyzi aktaran bir kanaldan öteye bir şey değildir. Nitekim Cebrail’in vahiy ve ilim feyzi vasıtası, Mikail’in rızık vasıtası, İsrafil’in diriltme vasıtası ve ölüm meleğinin ruhların alınma vasıtası olması da şirk değildir. Konunun daha aydınlanması için Kur’an âyetlerinden iki örneğe işaret ediyoruz:

Kur’an, Hz. İsa’nın (a.s) dilinden şöyle buyuruyor:

“Körü ve alacalıyı iyileştiririm ve Allah’ın izniyle ölüleri diriltirim.”[7]

2- Hz. Yakub’un (a.s) evlatları pişman olduktan sonra kendisinin yanına gelir ve şöyle derler:

“Ey babamız! Allah’tan suçlarımızın bağışlanmasını dile. Biz gerçekten suçlu idik” dediler. (Yakup)Rabbimden sizin bağışlanmanızı dileyeceğim. Şüphesiz O, çok bağışlayandır, çok merhamet edendir dedi.”[8]

Gördüğümüz gibi Hz. Yakub’un (a.s) evlatları “ey (ya) babamız” sözcüğünden istifade etmişlerdir ve Hz. Yakup (a.s) onları bu sözcüğü kullanmaktan men etmemiş ve kendiniz Allah’tan isteyiniz, diye buyurmamıştır.

–—


[1]     Cin, 18.

[2]     Cin, 18.

[3]     Nuh, 5-6.

[4]     Bakara, 282.

[5]     İsrâ, 56.

[6]     Bakara, 61.

[7]     Âl-i İmrân, 49.

[8]     Yusuf, 97-98.