Mel’undur, mel’undur (rahmetten uzaklaşmıştır)yükünü başkalarının boynuna atan kimse ; melun’dur mel’undur kefaleti altında olanı zayı eden kimse. El-Kafi, c.4, s.12 Hz. Muhammed (s.a.a)

Allah’ın Birliğinin Aklî Delili

Allah’ın Birliğinin Aklî Delili

Soru

Allah’ın bir olduğunun akli delili nedir?

Kısa Cevap

İbrahimi dinlerin en önemli ilkesi olan tevhid, Allah Teâlâ’yı bir bilmek, Onun bir olduğunu kabul etmektir. Tevhidin zıddı Allah’a şirk koşmaktır. Allah’ın her türlü şerik, eş ve benzerinin olmaması, her türlü harici, akli ve vehmi terkipten uzak olması ve terkipsizliğinin ispatı Onun birliğinin ve tevhidinin ispatı dairesine girer.

Allah’ın birliğine birçok akli delil getirilmiştir. Vahdet burhanı, nazım (âlemdeki düzen) burhanı, Peygamberlerin birliği burhanı, eş ve benzerinin olmadığı burhanı, Allah’ın muhtaç olmadığı burhanı ve terkipsiz ve sınırsız olması burhanı gibi. Bizi Allah’ın birliğine götürecek en kestirme yol Onun ‘sırf’ varlık olmasıdır. ‘Sırf’ varlık ise sınırsızlığından dolayı hiçbir şekilde kendisinde varlığın mahiyet ve haddinin olmadığı varlıktır. Vacibin şeriki olursa her birinin kendine özgü kemali olacak ve ötekinin sahip olduğu kemale sahip olmayacaktır. Bu da Allah’ın sınırsız ve sırf varlık olmasıyla çakışacaktır. Öyleyse başka bir Allah’ı farzetmek imkânsızdır ve Allah’ın şeriki yoktur.

Ayrıntılı Cevap

Tevhid, İslam dininin, hatta İbrahimi dinlerin en önemli ilkelerinden biridir.

Tevhid lugatte bir bilmek manasına gelirken, kelamcıların ıstılahında Allah Teâlâ’yı bir bilmek ve bir olduğunu kabul etmek demektir. Bunun tam karşısında Kur’an-ı Kerim’in büyük zulüm[1] ve bağışlanmayacak günah[2] diye nitelediği şirk vardır.

Tevhidin, zat, sıfat ve fiillerde (yaratıcılık ve rububiyette) tevhid, ibadi tevhid, malikiyet, hâkimiyet ve kanun koymada tevhid ve itaatta tevhid olmak üzere çeşitli mertebeleri vardır. Aşağıda zatta tevhid ve burhanlarını kısaca ele alacağız.

Zatta Tevhid

Tevhidin bu mertebesi vahid ve ahad tevhid olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Vahidi tevhid yani varlığın zorunluluğu, bir varlığı gerekli görmek ve her türlü şerik, eş ve benzeri olduğunu reddetmek demektir. Ahadi tevhid ise harici, akli ve vehmi terkibi reddetmek, Allah’ın terkipsiz olduğunu ispat etmektir. Yani Allah-u Teâlâ, başka bir ferdi olmayan (bir fertte sınırlı olan külli), vacibu’l-vücudun (zorunlu varlığın) külli mefhumundan bir fert değildir. Hatta Onun başka bir ferdini düşünmek imkânsızdır. Felsefede böyle bir vahdete vahdet-i hakikiyye-i hakka denmektedir. Bunun karşısında adet, cins, tür vb. vahdetler vardır.

Zati Tevhidin Delilleri

Allah Teâlâ’nın zatının tevhidi için birçok akli delil söylenmiştir. Kur’an ve rivayetlerde de birçok delil gelmiştir. Aşağıda bu delillerden bazılarını getiriyoruz:

1- Âlemdeki Düzen Burhanı: Âlemde iki tedbir ve irade söz konusu olsaydı bozukluk ve düzensizlik ortaya çıkardı. Âlemde düzensizliğin olmaması Allah Teâlâ’nın zatının vahdetini gösterir.[3] Belirtmek gerekir ki, bu delil her şeyden önce bir yaratıcı ve müdebbiri ispat etse de bununla zatın vahdetini de ispat edebiliriz.

2- Peygamberlerin Vahdeti Burhanı: Birden fazla vacibu’l-vücud olsaydı, onlar da insanların hidayeti için mutlaka peygamberler gönderirlerdi. Oysa şimdiye kadar böyle bir şey olmamıştır.[4] Başka bir ifadeyle, farzedilen şerikin peygamber göndermemesi, şerikin mülkünün saltanatının eserlerinin görülmemesi ve şerikin fiil ve sıfatlarının bilinmemesi şerikin olmadığına delildir.[5]

3- Eş ve Benzerinin Olmaması: Allah’ın zatı her yönden sınırsızdır ve tüm kemallere sahiptir.[6] O hangi yönden farzedilirse farzedilsin sonsuz bir varlıktır. Bulunmadığı bir yer ve bir zaman, sahip olmadığı bir kemal yoktur.[7] Onun haddi ve sınırı yoktur, Kur’an buyuruyor:

“O, göklerde ve yerde tek Allah’tır.”[8]
“Artık nereye dönerseniz dönün, orada Allah’a dönmüş olursunuz.”[9]

O her yerdedir ve zaman ve mekân gibi herhangi bir had ve sınırla sınırlanmaz.[10] Eğer başka bir Allah olduğunu farzetsek onun da vacibu’l-vücud gibi zatının, ortak ve farklı yönlerinin olması gerekir. Allah’ın varlığının sırf ve sonsuz olması ve sınırsız kemalinden dolayı eşi ve benzeri yoktur. Dolayısıyla başka bir ilahın olması imkânsızdır.[11]

4- Allah’ın Muhtaç Olmaması: Allah’ın varlığında hiç bir şeklide muhtaçlık yoktur. Onun Muhtaç olmaması demek herhangi bir şeyle bileşiminin de olmaması demektir. Zira bileşenleri olan varlık parçalarına muhtaç olacaktır. Öyleyse Allah’ın muhtaç olmaması zat tevhidinin vacibu’l-vücudun terkipsiz olduğu manasına gelmektedir.[12]

5- Terkipsizlik ve Allah’ın Sınırsız Olması Burhanı: Burada ve başka yerlerde söylendiği gibi Allah Teâlâ’nın varlığı sırftır ve sırf varlık, varlığının sınırsızlığından dolayı Onun için hiçbir şekilde mahiyet ve had düşünülemez. Vacib’in şeriki olursa her birinin kendine özgü kemalleri olacaktır ve birinde olan kemal diğerinde olmayacaktır. Öyleyse her birinin sahip olduğu ve olmadığı bileşenleri vardır ki bu şekilde bir bileşim (sahip olma ve olmama bileşeni, başka bir deyişle varlık ve yokluk) en kötü bir bileşimdir.[13] Bu esasa göre mümkünü’l-vücud, varlığının sınırından dolayı Allah’ın yanında yer alamaz. Çünkü Allah Teâlâ’nın terkipsizliği ve sınırsızlığı Onu şerikten beri kılmıştır.

–—


[1]      “An o zamanı ki hani Lokmân, oğluna öğüt verirken oğulcağızım demişti, Allah’a şirk koşma; şüphe yok ki şirk, elbette pek büyük bir zulümdür.” (Lokman/13)

[2]      “Şüphe yok ki Allah, kendisine eş tanıyanları bağışlamaz, ondan başka dilediğinin bütün suçlarını bağışlar.” (Nisa/48).

[3]      Bkz. Enbiya, 22, Müminun, 91.

[4]      Bkz. Ahkaf, 4, Enbiya, 25.

[5]      Nehcu’l-Belaga, 31. Mektup.

[6]      Bkz. Nâsır Mekarim Şirazî, Akide-i Yek Müselman, s. 38, Matbuati-i Hedef, 1. Baskı.

[7]      Bkz. Nâsır Mekarim Şirazî, Huda ra Çegune Beşinasim?, s. 42, İntişarat-ı Muhammedi (s.a.a), 1343.

[8]      En’am, 3.

[9]      Bakara, 115.

[10]    Nâsır Mekarim Şirazî, Akide-i Yek Müselman, s. 43.

[11]    Bkz. İhlas ve Şura/11.

[12]    Allah’ın muhtaç olmadığına dair Kur’an’da âyetler var. Örneğin: “Allah ise, odur müstağnî ve hamde lâyık olan.” (Fatır/15)

[13]    Abdullah Cevad Âmulî, Şerh-i Hikmet-i Mütealiye (Esfar-ı Erbaa), c. 6, s. 433-434, İntişarat-ı ez-Zehra.