Eğer Allah’ı hakkıyla tanıyacak olsanız şüphesiz dualarınızla dağlar yerlerinden sökülür.Kenz’ul-Ummal, 5881 Hz. Muhammed (s.a.a)

Hz. Mehdi (a.s)’a İnanmak-2

Hz. Mehdi (a.s)’a İnanmak-2

 Hz. Resul-i Ekrem ve Ehl-i Beyt İmamlarından Hz. Mehdi (a.s) hakkında gelen hadisler öyle birkaç kişinin nakliyle sınırlı kalan ahad türünden hadisler de değildir. İleride göreceğimiz üzere bu hadisler tevatür haddini bile aşmıştır. Asr-ı saadetten itibaren bu hadisler yaygın bir şekilde İslâm ümmeti içerisinde bilinmekte ve dilden dile dolaşmaktaydı. Öyle ki, Hz. Mehdi (a.s)’ın zuhur edeceğine dair olan inancın ve onun teşkil edeceği vadedilen adalet düzenine duyulan özlemin henüz o hazret dünyaya gelmeden bile İslâm ümmetinin kültürel, siyasî, ekonomik ve toplumsal sahalarını etkisi altına aldığını ve asr-ı saadetten itibaren İslâm ümmetinin büyük şairlerinin son kurtarıcı olan Mehdi inancını ve bu müjdeyi ifade eden hadislerin taşıdığı manayı şiirlerinde dillendirmeye başladıklarını görmekteyiz.

  Örneğin; Hz. Mehdi (a.s)’ın doğmundan onlarca yıl önce vefat etmiş olan Ehl-i Beyt ekolunun mücadeleci ve yorulmaz şairi Kumeyt’in (Ö: Hicrî 126) İmam Muhammed Bâkır (a.s)’ın huzurunda Kerbelâ şehitleri hakkında okuduğu şiirinde vadedilen İmam Mehdi (a.s)’ın ne zaman kıyam edeceğini sorduğunu görüyoruz.

  Kumeyt’in şiiri şöyledir:

“Zaman beni güldürdü ve ağlattı; zira ki, zaman türlü türlü, rengarenk olaylarla doludur.

  Benim ağlamam o dokuz yiğit içindir ki, Kerbelâ çölünde bırakıldılar, hepsi de kefenlere bürünmüş bir hâlde.

Yine ağlamam o altı yiğit içindir ki, hiç kimse onlara ulaşamaz; Akil oğullarını diyorum, o en hayırlı süvarileri.

  Sonra benim ağlamam, onların en hayırlısı, yani efendileri içindir; ki onları hatırlamak benim dertlerimi coşturmaktadır.

  Eğer birisi size ulaşanlardan dolayı sevinir, yahut zaman içinde bir gün alay ederse, (buna şaşmam).

  Zira ki, siz izzetten sonra zillete düştünüz; benim de sizi savunmaya gücüm yoktur.

 Peki ne zaman hak sizde ayağa kalkacak, ne zaman ikinci Mehdi’niz kıyam edecektir?”[1]

  Açıktır ki, şairin İmam Mehdi (a.s)’ın doğumundan onlarca yıl önce o hazretin ne zaman kıyam edip de hakkı ortaya koyarak Ehl-i Beyt’e yapılan zulümlerin intikamını alacağını sorması, o zamandan beri Mehdilik inancının toplum içinde yaygın olduğunu ortaya koymaktadır.

  Yine, büyük Şair Kumeyt’in aynı dönemlerde yaşayan kardeşi Verd bin Zeyd-i Esedî, İmam Muhammed Bâkır (a.s)’ın medhinde okuduğu şiirinde sözü İmam Mehdi (a.s)’a getirerek İmam (a.s)’a aynı soruyu sormaktadır.

Verd’in şiiri şöyle başlıyor:

“Sizi görmek için, nice yüksek tepeleri aştım da geldim.

Size olan aşk ve iştiyakımdan, nice çölleri aştım da geldim.”

Sonra şair şöyle devam ediyor:

“Ne zaman Samirra bina olacak da o çocuk, gecenin parlak yıldızı gibi tulu edecek?

Doğumundan bir süre sonra gaybete çekilecek; yeryüzünü kat edip dolaşacak.

Musa ve İsa’nın gaybete çekilmesi gibi; eğer onların ömürleri kadar yaşasa da ölüm ona gelip çatmayacak.

Benim ümidim onu görmek, ona ulaşmaktır; ki onun en hayırlı yaranından olayım.

Bunu bize ravilerden bir grup haber vermiş; onlar Allah’tan korkan ve çok itaat edenlerdir.

Babalarınızın getirdiği kanunları nakleden hak ravileri bunu sizden bize bildirmiş; şüphesiz onlar, en hayırlı babalar ve en hayırlı kanun koyanlardır.” [2]

Verd’in bu şiiri bu manayı ortaya koyan açık bir belgedir.

Keza, İmam Mehdi (a.s)’ın doğumundan onlarca yıl önce Emevîler’den Kerbela şehitlerinin intikamını almak için kıyam edip, savaşan ve sonunda da canını bu yolda feda eden Zeyd bin Ali bin Hüseyin bin Ali bin Ebu Talib, (Ö: Hicrî 122) Hz. Resul-i Ekrem’e intisap etmesinden ve vadedilen Mehdi (a.s)’ın kendilerinden olmasından dolayı iftihar ettiği şiirinde şöyle demektedir:

“Biz Kureyş’in efendileriyiz; hak bizimle ayakta durur.

Biz öyle nurlarız ki, halkın yaratılmasından önce vardık.

Bizdendir seçilmiş Mustafa, bizdendir Mehdi.

Allah bizimle tanınır, hak bizimle ayakta durur.

Bugün bizden yüz çeviren, yarın cehennem ateşini boylaya durur.” [3]

  Burada dikkate şayan nükte şudur ki; anlaşılan, Zeyd’in Emevî zulmüne karşı olan bu kıyamından heyecana kapılanlar ve hatta onun vadedilen Mehdi olduğunu sananlar bile olmuş ki, Benî Ümeyye’nin meşhur şairi Hakim bin Abbas Kelbî, Zeyd’in şehit edilip cansız bedenin asılmasından sonra Benî Haşim’e hitaben okuduğu bir şiirinde Zeyd’in Mehdi olduğunu sananları alaya almıştır. Bu şiirin bir bölümü şöyledir:

“Sizin Zeyd’i hurma ağacına asıverdik; doğrusu ben hiç ağaca asılan bir Mehdi’yi görmemiştim.”

  Adı geçen Benî Ümeyye şairi bu şiirini, Hicrî ikinci asrın başlarında okumuştur. Bu, o zamandan beri Mehdi inancının Müslümanlar içerisinde yaygın olduğuna dair tarihî bir belgedir. Zira bu şiir, insanlardan bazıları mısdakında yanılmış olsalar bile, Mehdi inancının o zamandan beri toplum içerisinde var olan yerleşik bir inanç olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

  Yine, İmam Mehdi’nin doğumundan onlarca yıl önce yaşayıp vefat etmiş olan Araplar’ın cahiliye ve İslâm döneminin önde gelen üç büyük şairinden biri olan İsmail Himyerî’nin (Ö: Hicrî 173) [4] İmam Sadık (a.s)'ın huzuruna varıp o hazretin eliyle hidayet bulduktan sonra hazretin huzurunda okuduğu uzun bir kasidesi vardır. Onun da bu kasidede İmam Mehdi (a.s)’dan söz ettiğine şahit oluyoruz. İşte aşağıdaki beyitler bu kasidenin bir parçasının tercümesidir:

"Allah'ımı şahit tutarım ki, senin (İmam Sadık’ın) sözün, ister boyun eğer olsun, ister günahkâr, bütün mahluklara hüccettir; hani buyurdunuz ya:

Kalben arzuladığım veliyy-i emir ve Kaim’in bir gaybet dönemi olacak; şüphesiz o gaybet edecektir, Allah'ın selâmları o gaibe olsun.

Bir müddet gaybet perdesi ardında kalacak, sonra zuhur edecek ve dünyanın doğusunu ve batısını adaletle dolduracaktır.

Gizlide ve açıkta ben buna inanıyorum, kınansam da ondan vazgeçmem." [5]

  Görüldüğü üzere şair İmam Mehdi (a.s)’ın dünyaya gelmesinden bir buçuk asır öncesinden o hazret hakkında tam bir basiretle söz etmektedir. Elbette şair, dipnotta naklettiğimiz bu şiirinin başlangıcında itiraf ettiği üzere, İmam Sadık (a.s)’ı mülâkat ettikten sonra böyle bir basirete ulaşabilmiştir. Yoksa şair şiirinin dipnottaki bölümünde belirttiği üzere daha öncelerden Mehdilik inancına sahipti. Ancak onun mısdakında yanılmış ve vadedilen Mehdi’nin Muhammed Hanefiye olduğunu sanmıştı. Bu da Mehdilik inancının o zamandan beri toplumda yaygın olduğunun açık bir kanıtıdır.

  Bu şairlerden biri de Ebu Muhammed, Süfyan bin Mus’ab Abdî Kufî’dir. Bu şair, İmam Sadık (a.s)’ın döneminde yaşamış Ehl-i Beyt’in methinde, özellikle de Hz. Ali (a.s)’ın faziletlerini içeren güzel şiirler okumuştur. O, Hz. İmam Sadık (a.s)’dan Ehl-i Beyt’in faziletleri hakkında öğrendiği hadisleri şiir hâlinde dillendirmiştir. İmam Sadık (a.s) da onun bu hizmetini takdir etmiş ve; “Ey Ehl-i Beyt takipçileri, Abdî’nin şiirlerini çocuklarınıza öğretiniz ki, o Allah’ın dini üzeredir.” buyurmuştur.[6]

  Abdî’nin “Gadiriyye” ismiyle bilinen uzun bir kasidesi vardır. O bu kasidesinin bir bölümünde On İki İmamları teker teker isimleriyle saymıştır. Onun bu şiirini okuduğu zamanda İmam Mehdi (a.s) da dahil olmak üzere o mübarek zatların bir kısmı henüz dünyaya bile gelmemişlerdi. Abdî’nin adı geçen şiirinin bir bölümü şöyledir:

“Sevgimi onlara (Ehl-i Beyt’e) verdiğim andan beri bana Rafızî ismini taktılar; oysa ki bu isim, en güzel ismimdir benim.

Arş sahibinin kesintisiz salâtı olsun, o gamlara deva olan Fatıma’nın oğluna.

Onun o iki oğluna ki, birini zehir ile yok ettiler, diğeri de yüzünü toz kaplamış hâlde topraklar üstünde yatmaktadır.

Ondan sonra abit, zahit olan Seccad’a; sonra ilmin sonuna yaklaşan Bakır’ul-Ulum’a.

Cafer’e, oğlu Musa’ya, sonra da ihsankâr Rıza’ya ve zahmet çeken abit Cevad’a.

İki Askerî’ye ve Kaimleri olan Mehdi’ye; ki işin sahibidir ve yeni hidayet elbiseleri giyecektir.

O kimse ki, yeryüzünü zulümle dolduktan sonra, tekrar onu adaletle dolduracak; sapıklık ve fitne ehlinin kökünü kesecek.

O; korkusuz, silâh kuşanmış dilâverlerin önderi ki, yararsız otları kazımak için tuğyan ehli ile savaşacak.

Hidayet ehlidirler, Kayyum Allah’ın dinini, dünya ve dünya makamlarına satan insanlar değillerdir.

Eğer onların gazabı cehennem ateşinde gizlenirse, artık cehennem ateşini alevlenen odundan bî-niyaz eder." [7]

  Görüldüğü üzere şair, şiirinde On İki İmamı birer birer isim veya lakaplarını anarak saymıştır. Oysa ki, şairin yaşadığı o dönemde ismini veya lakabını zikrettiği imamların bir kısmı henüz dünyaya bile gelmemişti. Yine şair, açıkça İmam Mehdi, yaranı ve yüklendikleri misyondan açıkça bahsetmiştir. Bu da o dönemde halkın Mehdilik akidesi ile aşina olduklarını ve özellikle de Ehl-i Beyt İmamları’nın takipçilerinin bu hususta tam bir basiret içerisinde olduklarını göstermektedir.

  Bu şairlerden bir diğeri de, Hicrî üçüncü yüzyılın büyük şairi Ebu Ali Muhammed bin Rezin Di’bel Huzaî’dir. O, Hicrî 148 yılında Kufe’de dünyaya gelmiş, orada büyümüş, sonra da Bağdat’a yerleşmiştir. O, gençliğinin ilk yıllarında Müslim bin Velid’in terbiyesi altına girmiş ve ondan şiir sanatını öğrenmiştir.[8] Di’bel, genellikle Bağdat’ta yaşamıştır. Ancak ara sıra oradan ayrılarak seyahate çıkmıştır. Ebu’l-Ferec demiştir ki: “Di’bel yıllarca evinden ayrılır ve yeryüzünde seyahat yapardı. Her defasında da büyük faydalarla dönerdi.”[9]

  Di’bel, Ehl-i Beyt aşığı idi. O, bu sevgisi nedeniyle Ehl-i Beyt’i metheden, Ehl-i Beyt düşmanlarını da yeren şiirler söylemiştir. Bu nedenle de Ehl-i Beyt karşıtı güçlerin düşmanlığını kazanmıştır. Öyle ki, artık emniyeti elden gitmiş ve canını koruyabileceği bir sığınağı kalmamıştır. Bilâhare canını kurtarmak için kaçmak ve çöllerde gizlenmek zorunda kalmıştır. Onun kendisi demiştir ki: “Elli yıldır ki, kendi dar ağacımı sırtımda taşıyorum, ama beni asacak birini bulamıyorum.” Onun Ehl-i Beyt’in methinde okuduğu en güzel kasidelerinden biri, “Taiyye” kasidesidir. O, bu kasideyi İmam Rıza (a.s)’ın huzurunda okumuş ve hazretin beğenisini kazanmıştır. O, bu kasidede Ehl-i Beyt’e yapılan mezalimden söz ettikten sonra İmam Mehdi’nin zuhuruna olan özlemini ortaya koymuştur. Yüz beyitten fazla olan bu kasidenin bir bölümü şöyledir:

“(Kur’an) ayetlerin öğretildiği medreseler tilâvetten yoksun olmuş; vahiy evi yıkılmaya yüz tutmuştur.

Resulullah’ın Ehl-i Beyt’inin Mina’daki Hîf’i, Rükn’ü, Arafat’ı, Cemreleri.

Ali’nin, Hüseyin’in, Cafer’in, Hamza’nın ve alnı nasır bağlayan Seccad’ın evleri.

Kınanmam Peygamber’in Ehl-i Beyt’inden dolayıdır. Oysa onlar yaşadıkları sürece, benim dostlarım ve güvendiklerimdir.

Ben onları işlerimin önderi olarak seçtim; zira onlar her hâlde hayırlıların en hayırlısıdırlar.

Ey Rabbim! Yakinimde basiretimi artır; ve ey Rabbim! Onların sevgisini benim hayırlarıma ekle.

Görmüyor musun ki, otuz senedir ki, gece gündüz daim hasret içindeyim.

Onların servetinin başkaları arasında paylaşıldığını, onların ellerinin ise kendi servetlerinden kesildiğini görüyorum.

Resulullah’ın Ehl-i Beyt’inin cisimleri zayıf düşmüş; Âl-i Ziyad ise, şiştikçe şişmiştir.

Ziyad’ın kızları kasırlarda koruma altındayken, Resulullah’ın Ehl-i Beyt’i çöllerde avare ve perişandır.

Zulme uğradıklarında açarlar zalimlere ellerini; yardımcı ve koruyucudan yoksun olarak.

Bugün veya yarın gerçekleşmesine ümitli olduğum şey olmasaydı,

Kalbim onların (Ehl-i Beyt’in) kederinden parça parça olurdu.

Allah’ın adı ve bereketiyle şüphesiz kıyam edecek İmam’dır ümidim.

Aramızda hak ve batılı birbirinden ayıracak, ödül ve ceza verecek İmam’dır özlemim.

Ey nefsim, sevinçli ol; sonra ey nefsim, muştular olsun sana ki, o gelecek olanın gelmesi uzak değildir.

Zulmün sürüp gitmesinden de sabırsızlığa kapılma ki, gücümün sabitleşeceğini görüyorum.

Eğer Rahman zamanımı ona yakınlaştırır, ömrümü biraz uzatır, vefatımı da biraz geciktirirse,

Öcümü alırım, artık bir gamım da kalmaz; kılıcımı zalimlerin kanıyla kana kana bir sulayıp da giderim.” [10]

  Görüldüğü üzere, büyük şair Di’bel, Ehl-i Beyt’e yapılan mezalimden duyduğu elem karşısında, İmam Mehdi (a.s)’ın zuhur edip zalimleri yok edeceği muştusuyla kendisine teselli vermektedir. Bu şiir de, İmam Mehdi (a.s)’ın zuhur edeceğine dair inancın o zamandan beri Müslümanlar arasında yaygın bir inanç olduğunun ayrı bir belgesidir.

  Nakledilir ki, Di’bel bu beyitleri okuyunca İmam Rıza (a.s) başını doğrultarak ona: “Ey Huzaî! Bu şiirleri Ruh’ul-Kudüs senin diline getirdi.” buyurmuş, sonra da eklemiştir: “O imamın kim olduğunu biliyor musun?”

   Di’bel: “Bilmiyorum; yalnız o imamın sizin soyunuzdan çıkacağını ve dünyayı adaletle dolduracağını duymuşum.” diye cevap verince, İmam:

"Ey Di’bel! Benden sonra oğlum Muhammed, ondan sonra oğlu Ali, ondan sonra oğlu Hasan, imamdır. Hasan’dan sonra da oğlu Hüccet-i Kaim imamdır ki, gaybete çekildiği zaman insanlar onu bekler, zuhur ettiği zaman da ona itaat ederler. Eğer dünyanın sonuna bir gün kalsa dahi, Allah o günü o kadar uzatacaktır ki, o kıyam edecek ve dünyayı zulümle dolduğu gibi adalet ve eşitlikle dolduracaktır." [11] buyurmuştur.

 

————————————————————-

[1] – el-Gadir, c.2 s. 201- 203 Beyrut baskısı, Kifayet’ül-Eser, s. 248, el-Edep fi Zill’it-Teşeyyu, s. 180.

[2] – el-İmam’ül-Mehdi, s. 243, el-Edep fi Zill’it-Teşeyyu, 181, 183.

[3] – el-İmam’ül-Mehdi, s. 251.

[4] – Ebu Amir İsmail bin Muhammed bin Yezid bin Vida Himyeri, Himyer halkındandır. Seyyid lakabını almıştır. O 105 Hicrî yılında Umman’da dünyaya gelmiş, Abbazi mezhebine mensup olan babası ve annesinin terbiyesi altında Basra şehrinde büyümüştür. Rüşt çağına ulaştığında ise baba ve annesinden ayrılarak Basra’nın valisi olan Akaba bin Müslim’in emrine girmiştir. Sonra Basra’dan ayrılarak Kufe’ye gelmiş ve orada Amaş’den hadis eğitimi almış ve ömrünün geri kalanında Basra ile Kufe arasında gidip gelmeyle geçirmiş ve bilahare Bağdat’ın Remile mahallesinde vefat etmiştir. (el-Ğadir, c. 2, s. 272) Himyeri iyi konuşuklu insanların önde gelenlerindendir. O Arap dilinin cahiliye ve İslâm döneminde en çok şiir söyleyen üç şairden biridir. En çok şiir söyleyen diğer iki şair ise, Bişar ve Ebu’l İtahiya’dır. Merzbani diyor: “Himyeri’den gayri hem güzel hem de bu kadar fazla şiir söyleyen başka bir şair görülmemiştir.” (aynı kaynak, s. 244) Himyeri uzun bir müddet Kisaniyye itikadına sahip olmuş ve Muhammed bin Hanefiye’nin imam ve gaip olduğuna inanmıştır. Onun bu konuda bir çok şiiri vardır. Nihayet o Hz. İmam Sadık (a.s)’ın bereketi ile hidayet bulmuş ve hakkı anlayarak Ehl- Beyt hakkında çok şiirler okumuştur. İmam Sadık (a.s) da onun bu şiirlerini beğeniyor ve okumasını istiyordu. (aynı kaynak, s. 235, 244) Himyeri’nin metinde naklettiğimiz kasidesinin ilk mısraları şöyledir: “Ey büyük deveye binip de çölleri Medine’ye doğru kateden kimse, eğer Allah seni hidayet eder de, Cafer’i (İmam Sadık’ı) ziyaret edersen. Allah’ın velisine ve o Pak’ın oğluna de ki; ey Allah’ın emini ve emininin oğlu. Ben Rahman olan Allah’a tevbe ediyor ve dönüyorum. Sana uğruna mücadele ettiğim şeyden, onun için her fesih sözlüyle savaşıyordum. Ancak benim bu İbn-i Hule hakkındaki sözüm, Pak nesle içimde beslediğim düşmanlıktan değildi. Sadece bize Muhammed’in vasisinden bir şey nakledilmişti; o söylediğinde yalancı da değildi. Ki, işin sahibi gaip olacak ve gözlere görülmeyecek; yıllarca korku beklentisi olan kimse gibi gizli kalacak. Onun malı bu dikili gök altında kayıp insan gibi taksim edilip bölünecek. Bir süre bekleyecek sonra da çeşmenin coşması gibi coşacak. Kutup yıldızı gibi ufuktan tulu edip zahir olacak. Allah’ın yardımıyla Rabbinin evinden hareket edecek; ilâhî bir riyasetle ve hazırlanmış sebeplerle. Elinde Rabbinin bayrağıyla O’nun düşmanlarına karşı harekete geçecek, susamışcasına gazeple onları katledecek. Bu meyanda bize İbn-i Humle gaybe çekilmiş diye nakledilince, biz sedaketle ona inandık. O, her yokluğa düçar olan fakirin yaşayacağı Mehdi ve Kaim’dir dedik. Şimdi ki, böyle değildir buyurdun. Taassupsuz olarak senin söylediğin haktır; senin emrettiğin kesindir. Ve”

[5] – el-Gadir, c.2 s. 247. Beyrut baskısı.

[6] – el-Gadir, c. 2, s. 295, 297.

[7] – el-Gadir, c. 2, s. 293.

[8] – Tarih’ül-Edeb-il-Arabi, c. 2, s. 284, Tarih-i Edebiyat-i Zeban-i Arabi, s. 372.

[9] – el-Eğani, c. 18, s. 38.

[10] – el- Edeb’üs-Siyasi el-Mültezem fi’l İslâm, el-Gadir, c.2, s.353, 355 el-Fusul’ul-Muhimme, s.249.

[11] – el-Fusul’ul-Muhimme, s.251.