Her hastalığın bir ilacı vardır. Günahın ilacı ise istiğfardır. Mustedrek’ul-Vesail, 5/316/5972 Hz. Muhammed (s.a.a)

Kur’an Âyetlerine Kıyasla Hadislerin İtibarı

Kur’an Âyetlerine Kıyasla Hadislerin İtibarı

Soru

Kur’an âyetleriyle mukayese ettiğimizde sağlam hadislerin itibar derecesi ne ölçüdedir?

Örneğin yüz üzerinden bir numara verecek olsak Kur’an’a nazaran hadislere ne numara verilir?

Kur’an’da açıkça beyan edilen ve beyan edilmeyen konular arasındaki fark nedir? Bu, konular arasındaki önem farkını mı gösterir?

Kısa Cevap

Kur’an-ı Kerim ve muteber hadislerin her ikisi dini kaynaklardan sayılırlar ve her ikisi de şer’i hüccettirler. Kur’an hakkında senet yönünden inceleme yapılmaz. Çünkü Kur’an’ın tümünün Allah katından indiği ve aynı şekilde Peygamber (s.a.a) tarafından bize ulaştığı üzerinde bir şüphe yoktur. Sadece Kur’an âyetleri ifade ettikleri mana bakımından incelemeye tabi tutulur.

Ancak hadislere gelince hem senet yönünden hem de ifade ettikleri anlam yönünden incelenmeleri gerekir. Yani hem bunların masum tarafından söylendiği tespit edilmeli hem de taşıdıkları mana ve ifade ettikleri maksat açıklığa kavuşturulmalıdır.

Eğer bir söz doğrudan masumdan duyulsa veya onu masumun söylediği kesin olsa bu yönden o da Kur’an gibi sağlam sayılır. Buna göre onun anlamı belirlendikten sonra o anlam üzere şer’i hüküm belirlenir ve ona amel etmek gerekir. Ancak hadisin senedi kesinleşmezse elbette bu yönden Kur’an gibi muteber ve hüccet sayılmaz. Kur’an, hadislerin sağlamlığını belirlemede bir kıstas sayılır.

Ayrıntılı Cevap

Masumlara ulaşmanın mümkün olduğu dönemin üzerinden 1200 yıla aşkın bir süre geçmektedir. Bu süre zarfında birçok sağlam hadisler kaybolmuş ve birçok hadis de uydurulmuştur. Buna göre hadislerin sağlamlığını ölçmek için elde olan en önemli kıstaslardan biri, hadisleri Kur’an’la karşılaştırmaktır. Buna göre Kur’an’la çelişen hadisler geçersiz sayılır. Bu yöntem bizzat Ehl-i Beyt imamları tarafından açıklanmıştır.[1]

Müslümanlar arasında sürekli hadis konusunda aşırılık ve ihmalkârlık diyebileceğimiz iki yanlış tavır söz konusu olmuştur. İslam’ın ilk dönemlerinde “Hasbuna kitabullah (Allah’ın kitabı bize yeter)” sloganı bazı kimseler tarafından gündeme geldi ve bu tavır sonucu hadislerin toplanması göz ardı edildi. Bunlar Kur’an varken hadise ihtiyaç olmadığını savunan, hadis hakkında bu ihmalkâr tavrın bir yansımasıydı. Diğer yandan yıllar sonra Ehl-i Sünnet’te “hadis bize yeter” fikrinin canlanması sayılacak bir yanlış akım meydana geldi. Bunlar hatta Kur’an’ın hadisle neshedilebileceğine inanırken hadisin Kur’an’la neshedilemeyeceğine inandılar.[2] Şia’da da Ahbarîler Kur’an’ın zahirinin hüccet olduğunda şüphe ettiler. Bunlar Kur’an’ın zahirinde açıklanan bir konunun, hadis vasıtasıyla teyit edilmediği sürece anlaşılmasının bizim için imkânsız olduğunu, Kur’an’dan doğrudan yararlanmanın kendi görüşüne göre tefsir olduğunu ve haram olduğunu ileri sürdüler.

Oysa Hz. Peygamber (s.a.a) buyurmuştur:

“Ben sizin aranızda iki ağır emanet bırakıyorum. Allah’ın kitabını ve öz soyumdan olan Ehl-i Beyt’imi. Bunlara sarıldığınız sürece sapmazsınız…” [3]

Yani hem Kur’an hem de masumların sözleri Müslümanlar için hüccettir ve bu ikisi dini tanımanın kaynağı ve saadet yoludurlar. Buna göre her ikisine de sarılmak gerekir. Fakat bazı konulara Kur’an’da özet şekilde işaret edilmiş olması ve bunun açıklamasının Peygamber ve Ehl-i Beyt imamlarının hadislerinde yer almış olması mümkündür veya bir konunun genel anlamda açıklanmış olması ve hadislerde onun tahsis ve istisnasının beyan edilmiş olması mümkündür. İşte bu görevi, Kur’an Peygamber’e (s.a.a) vermiştir. Kur’an’da şöyle buyurulur:

“Biz Kur’an’ı sana indirdik ki sen onu insanlara açıklayasın.”[4]

Bu görev yüce Peygamber’den gelen hadisler gereğince Peygamber’den sonra Ehl-i Beyt imamlarına aittir.[5] Onlar Kur’an’ın gerçek tefsirini sunarak halkın din konusundaki ihtilaflarını gidermekle görevlidirler.[6]

Kur’an-ı Kerim ve hadislerden istifade ederken önemli olan nokta, bu iki kaynaktan yararlanmanın büyük bir uzmanlık gerektirdiğidir. Ancak böyle bir uzmanlıkla Kur’an’ın mensuh âyetleri nasıhlarından, mutlak âyetleri mukayyet âyetlerinden, muhkem âyetleri müteşabihlerden ayırt edilebilir. Yine âyet veya hadiste yer alan hüküm ile ilgili genelleme yapılıp yapılmayacağını tespit etmek için gerekli olan şartları belirlemek gerekir. Bunun gibi onlarca konuya vakıf olmak gerekir. Bu konular Kur’an, hadis, fıkıh ve usul-i fıkıh gibi ilimlerde ortaya konmuştur.

Ama Kur’an’da açıkça beyan edilen konuların diğer konulara oranla daha bir önemli olduğuna gelince şöyle demek gerekir: Hayır, bir konunun açıkça Kur’an’da yer alması, onun öneminin fazla olduğunu göstermede genel bir kaide sayılmaz. Elbette şunu iddia etmek mümkündür ki insanların yapmaları veya sakınmaları gereken emirler ve yasaklar ve insanların sosyal ilişkileriyle ilgili olan konular Kur’an’da genelde açıkça beyan edilmiştir. Ancak bunlardan daha önemli bazı konular var ki örneğin Allah’ın zatı, sıfatları ve fiilleri hakkındaki konular veya ahiret hayatı, cennet ve cehennemle ilgili konular veya madde ötesi, melek ve cinlerle ilgili konular önemli olmalarına rağmen bunlara üstü kapalı şekilde işaret edilmiş ve detaylarına inilmemiştir.

İmam Cafer Sâdık’tan (a.s) şöyle nakledilmiştir:

“Allah’ın kitabı dört kısımdır: İfadeler, işaretler, ince konular ve hakikatler. İfadeler halkın geneli, işaretler özel sınıflar, ince konular evliyalar ve hakikatler peygamberler içindir.”[7]

Yine İmam (a.s) başka bir yerde şöyle demiştir:

“Kur’an’ın bir zahiri, bir de bâtını vardır. Zahiri hükümlerdir ve bâtını ilimlerdir. Zahiri güzel ve çekicidir ve bâtını derindir.” [8]

Buna göre şöyle demek gerekir. Kur’an’ın önemli ve öz konuları sedef içindeki inciler misali âyetlerin açık ifadelerinin içinde yer alan bir takım gerçeklerdir ve bunları elde etmek için daha fazla bir çaba sarfetmek gerekir.

Son olarak şuna da işaret edelim: Bazen bir takım konuların üstü örtülü şekilde Kur’an’da yer alışı ve açıkça beyan edilmemiş olması bazı maslahatlardan dolayıdır. Buna örnek olarak Hz. Ali’nın (a.s) isminin Kur’an’da yer almayışını zikredebiliriz.

–—


[1]     Hürr Âmûli, Vesailu’ş-Şia, c. 11, s. 330, H. 1.

[2]     Ebu’l-Hasan Eş’ari, Makaletu’l-İslamiyyin, s. 251.

[3]     Muttaki Hindî, Kenzu’l-Ummal, c. 1, s. 44.

[4]     Nahl /44.

[5]     Hadis-i Sakaleyn ve Hadis-i Sefine gibi.

[6]     Bkz. Hadevi Tahranî, Mehd-i Teemmülat der Usul-i Fıkh, 1. Kitap, 6. Bölüm, s. 75-80.

[7]     Feyz-i Kaşani, es-Safi fi Tefsir-i Kur’an, Mukaddime böl.

[8]     Meclisî, Biharu’l-Envar, c. 92, s. 17.