Mu’min kimse, yiyeceği şeyleri ailesinin arzu ve isteğine göre ayarlar; münafık olan kimse ise ailesini kendi istediği-arzuladığı şeyleri yemeğe zorlar. (El-Kafi, c.4, s.12) Hz. Muhammed (s.a.a)

Allah’a Ulaşma Yolunda Ağlamanın Önemi

Allah’a Ulaşma Yolunda Ağlamanın Önemi

Soru

Ağlamayı irfani bir bakış açısıyla, nasıl Allah aşkı ve sûlukla[1] birleştirebiliriz?

Cevap

Allah yolunda ilerleyen ve ona ulaşma arzusunda olan kimse, gerçek tövbe edenlerden olmak istiyorsa, en içten duygularıyla ve ihlâsla ağlamalıdır. Bu ağlamaları oluşturabilmek için çokça çaba sarf etmeli ve kıymetini de bilmelidir. Ne yaparsa yapsın yine de ağlayamıyorsa, hiç olmazsa ağlar gibi (tebaki) yapmalıdır.

Genel olarak şunu söyleyelim ki, ibadet üzere yapılan sûlukta, bütün makam ve menzillerde en önemli unsur içten ağlamalardır. Bunu açıklamak çok güç ve bu sayfalara sığmayacak gibidir.

Korkudan, sevgiden, tövbe dolayısıyla, Kur’ân okuyup dinlerken, secde yaparken… velhasıl ağlamanın en büyük kaynağı bilgi ve şuurdur.

Allah’ı hakkıyla tanıyanlar, gönülden yanarak, ihlâsla ağlayabilirler. Fakat haberi olmayanların bilgisi de yoktur, bilgisi olmayanın gönlü de yanmaz dolayısıyla ağlayamaz da. Aşağıda ki ayetleri dikkatlice incelediğimizde, Allah’ın karşısında mütevazı olup, gönülden yanmak ve ağlamak anlaşılmaktadır. Yüce Allah Kur’ân’da şöyle buyuruyor:

“De ki: Siz ona ister inanın, ister inanmayın. Şu bir gerçek ki, bundan önce kendilerine ilim verilen kimselere o (Kur’ân) okununca, derhal yüz üstü secdeye kapanırlar ‘Rabbimizi tenzih ederiz. Gerçekten Rabbimizin vaadi kesinlikle gerçekleşmiş bulunuyor’ derler ve ağlayarak yüzleri üstü secdeye kapanırlar. Hem de bu Kur’ân’ı işitmek onların Allah’a teslimiyetlerini daha da artırır.”[2]

İhlâsla bu yolda ilerleyenlere, bu ayetler üzerinde düşünmeyi tavsiye ediyoruz. Bu ayetleri okusunlar, derinlemesine üzerinde düşünsünler ve unutmasınlar ki, hak tarafından gelen sadece hak sözdür.

Ayetlerden açıkça şu anlaşılmaktadır; kim ileri derecede bilgi sahibi olursa, Allah’ın ayetlerini duyduğunda, o ayetlerin hakikatlerine ulaşacaktır. Gerçekliğini tasdik edecek ve rububî vaatlerin olduğunu görüp anlayacaktır. Bu yüzden de hûzuu, hûşusu, korkusu ve yakini çoğalacaktır. Neticede bütün benliğini sevgi ve korku kaplayacaktır. Bir yandan mücadelesini mükemmelleştirirken, diğer taraftan da fakirliğinin ve bir hiç olduğunun farkına vararak, Rabbinin huzurunda toprağa kapanıp, gönül yanışıyla ağlamaya başlayacaktır. Tüm bu ağlamalar, gözyaşlarına bakılarak ona bir değer verilmesini arzulamaktandır.

Varlığın realitesini iyice anlamayanlar, kendi cehennemlerini tanımayanlar ve Allah’a karşı olan tanımalarını çoğaltmayanlar, bu yüce değerleri hiçbir zaman anlayamazlar.

Ayette geçen ilimden maksat, insanı kemale doğru yürütecek, ağlamasına sebep olacak ve Allah’ın karşısında fakirliğinin farkına varmasını sağlayacak ilimdir. Bizim bildiğimiz, yüzeysel ve teorik bilgiler kastedilmemiştir. Bu ikisi çok farklıdır; insan çok bilgili, teorik bilgi hazinesi geniş olan ve birçok dalda eğitim almış olabilir fakat ayetteki ilim sayesinde oluşması gereken özelliklerin hiçbirini de insana kazandırmayabilir.

İlahi arif ve Rabbani âlimlerin ağlamaları her zaman, fakirlik toprağına kapanmayla olmuştur. Kur’ân-ı Kerim bunu âlim ve ariflerin gerçek üstadı olan Peygamberlerin en belirgin özelliği olarak buyurmaktadır. Meryem süresinde seçkin bazı Peygamberleri, özel sıfatlarıyla anmaktadır. Şöyle buyuruyor:

“İşte bunlar, Allah’ın kendilerine nimetler verdiği Peygamberlerden, Âdem’in soyundan, Nuh ile birlikte (gemide) taşıdıklarımızdan, İbrahim ve İsrail’in (Yakub’un) soyundan, doğruya ulaştırdığımız ve seçkin kıldığımız kimselerdendir. Onlara, çok merhametli olan Allah’ın ayetleri okunduğunda ağlayarak secdeye kapanırlardı.”[3]

Rahman’ın ayetlerini okudukları zaman korku ve sevgilerinden alınlarını toprağa koyarak secde ediyorlardı. Ayette, tevhit ehlini bildirdiği diğer ince noktalar da bulunmaktadır. Onlardan bazıları şöyledir: Ayetin başında seçkinlere verilen nimetten bahsediliyor (bunlar Allah’ın nimet verdiği Peygamberlerdir), sonunda ise, hepsinin ortak ve en belirgin özelliği olarak ağlayarak secdeye kapanmaları olduğunu buyuruyor. Bundan anlaşılan tevazuun, secdenin, gönül yanmasının ve ağlamanın Allah tarafından sevdiği kullarına verdiği en önemli nimetler olduğudur.

Ağlamak, gülmek, sevinç ve hüzün,
Tek başına hepsi birer hazinedir,
Her biri mahzendir, onun kilidi,
Güzel dostum! Fettah’ın elindedir.[4]

Hafız ise şöyle diyor:

Yanan gönül, akan gözyaşları, seher ahları
Hepsini yaratanın lütfundan saymalı.

Kur’ân başka bir ayette şöyle buyuruyor:

“Kim Allah’a iman ederse, Allah da onun kalbini hidayet edecektir.”

Resulullah (s.a.a) şöyle buyurmaktadır:

“Müminin kalbi Rahman’ın parmakları arasındadır.”

İmam Bâkır (a.s):

“Kalpler Allah’ın parmaklarının arasındadır, saatten saate istediği gibi döndürebilir.”[5]

Bu rivayetten herkes kendi bilgisi ölçüsünde bir şeyler anlamaktadır.

Birincisi; rivayetten şu anlaşılmaktadır: Allah’a gerçek iman getirenin kalbi “Rahman” isminin idaresi ve yönlendirmesi altındadır. Yani iman sahiplerinin kalpleri değişlik durum, istidat ve kapasiteye göre bu ismin değişik yönetimi altındadır.

İkincisi; rivayetten şu anlaşılmaktadır: ister Allah’a inansın isterse de inanmasın, tüm kalpler “Allah” isminin idaresi altındadır. Bu kutsal isim, isimlerin göstergelerinde ortaya çıkarak, her kalp durumuna göre yönlendirerek değiştirmektedir. İstediği zamanda istediği duruma sokmaktadır.

Salik, ibadi sûlukta bulunduğu her makam ve menzilde (özellikle istiğfar aşamasında) ihlâsla ağlamanın kıymetini bilmelidir; verilecek değer yanışın ve ağlamanın çokluğu ile orantılıdır.

Ne zaman ki, bu tevfiki bulursa, dua ve ısrar ile Allah’tan bağışlanmasını dilemelidir. Bu halette istiğfar etmeyi, en büyük düşman şeytanın hilelerine gelerek başka hiçbir şeye tercih etmemelidir. Hiçbir zaman duayı, istiğfarı ve ağlamayı terk etmemeli ve yakaladığı zamanda bırakmamalıdır. Zira bu manevi haletler her zaman insanda oluşmaz, yine oluşur diyerek kendisini kandırmamalıdır.

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Cildin büzüştüğü (yani hüzünlendiğin zaman) ve ağlamaya başladığın zaman, bunun kıymetini bil ve korumaya çalış.”

Gönlün Yanmasının ve Ağlamanın Ötesi

Ariflerin korku ve sevgiyle beraber ağlayan zahiri yönü sadece hüzünlerini gösterir. Fakat perdenin öteki tarafı huzur, mutluluk ve keramettir. Şimdi Resulullah’ın (s.a.a) ve masum İmamların (a.s) hadislerinden yararlanarak bunu kısaca açıklamaya çalışalım:

1-Gönül Yanışıyla Ağlamak Ve Huzur

İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor:

“Kıyamet günüde üç gözün dışında bütün gözler ağlayacaktır. Ağlamayacak olan gözler sadece, Allah’ın haram kıldıklarına bakmayan, Allah’a itaat için uyanık olan ve geceleri Allah korkusundan ağlayan gözlerdir.”[6]

Hadisten de açıkça anlaşıldığı gibi bu âlemde ağlayıp üzülmek ve Allah korkusundan dolayı gözyaşı dökmenin, gerçeklerin ortaya çıktığı zaman (kıyamet gününde) aslında huzur, mutluluk ve rahatlığın kaynağı olduğu anlaşılacaktır. Kıyamet günü, batınların, gerçeklerin, bütün sırların ortaya döküldüğü gündür, o günde gösterilen tüm gerçekler perdenin arkasında olanlardır.

2- Gönül Yanışıyla Ağlamak Ve Mutluluk

Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyuruyor:

“Allah hüzünlü kalbi sevmektedir.”[7]

Allah’ın kulunu sevmesi yani, kulunu kendisine yaklaştırıp, onu yüceltmesidir. Öyleyse kul ağlayıp, hüzünlendiği zaman aslında ona doğru yönelmektedir, bunun neticesiyle de gönlü tarif edilmez bir mutlulukla dolup taşmaktadır.

İmam Bâkır (a.s) buyuruyor:

“Allah katında; kulun gece yarısı, onun korkusundan dolayı gözyaşı dökmesinden daha kıymetli ve sevimli bir damla yoktur.”

Bu hadis şunu anlatmak istiyor; kul, gece yarısı, gönlü yanmış bir halde ağladı mı, yüce Allah’ın sevdiği kimse olur, bu da kulun aslında büyük bir mutluluk yaşaması demektir. Dökülen gözyaşları bu sevgilerin ortaya çıkışıdır. Bu aynı anda iki duyguyu yaşmaktır, bir tarafta hüzün, gözyaşı, gönül tufanı ve diğer tarafta mutluluk, kalbin huzur bulması ve şuhudî tatlardır.

Her iki tarafı da görebilen kimse, gerçekten çok ilginç şeyler görmektedir. Bir insanı, bir zamanda fakat iki zıt halette görecektir.

3- Gönül Yanışıyla Ağlamak ve Allah’a Yaklaşmak

İmam Sadık (a.s), Ebu Basir’e dua etme ve ağlamanın önemini açıklarken, İmam Bâkır’dan (a.s) şöyle naklediyor:

“Kulun Allah’a en yakın olduğu zaman secdeye kapanarak ağladığı andır.”

Bu hadiste ağlamanın, görülenin dışında daha farklı bir yönü bulunduğuna değinilmektedir. Allah için ağlamak aslında ona yaklaşmaktır, bu yaklaşma ise insana tarif edilmez huzur ve mutluluk vermektedir.

–—


[1]     Seyr-i Süluk, takip edilecek usul. Terbiye yoluna girip bu yolda devam etmek. Salik, bu yolda olan, giden.

[2]     İsra, 107 ve 109.

[3]     Meryem, 58.

[4]     Mevla, Mesnevi, 5. defter.

[5]     Biharu’l-Envar, c. 70, s. 39 ve 53.

[6]     Usulu Kâfi, c. 2, kitab-ı dua.

[7]     Biharu’l-Envar, c. 73, s. 157.