“Aklın afeti nefsani heveslerdir.” Gurer’ul-Hikem, 3925 İmam Ali (a.s)

Hz. Âdem’in (a.s) Cennetten İnişi

Hz. Âdem’in (a.s) Cennetten İnişi

Soru

Hz. Âdem’in (a.s) cennetten inişi ne manaya gelmektedir?

Kısa Cevap

“Hubut” yüksekten aşağı inmek (nüzul) manasında olup “suud (yukarı çıkma)” kelimesinin karşıt anlamlısıdır. Bazen bir mekanda yerleşme manasında da kullanılmıştır.

Hz. Âdem’in (a.s) hubutu konusu ve hubut olayı, her şeyden önce Hz. Âdem’in (a.s) bulunduğu cenneti nasıl anlamlandırdığımıza bağlıdır. Acaba bu cennet bir dünya cenneti miydi, yoksa ahiret cenneti mi? Kesin olan şu ki o cennet ebedî cennet değildi. Buna göre hubut (inme) manası, makamdan hubut idi; yani Âdem’in (a.s) cennetten hubutundan kasıt, O’nun (a.s) cennetten çıkarılması ve cennetlik bir yaşamdan (dünyalık cennetten) mahrum olması, yeryüzüne yerleştirilmesi, bir çok âyetin işaret ettiği zorluk ve sıkıntılı bir yaşama düşmesidir.

Ayrıntılı Cevap

“Hubut” lügatte yüksekten aşağı ve düşük bir mekâna düşmek olup “suud”un (yükselmenin) karşıtıdır.[1]

Kur’an’ın bir çok âyetinde Hz. Âdem’in (a.s) cennetten çıkarılması ve yeryüzüne yerleştirilmesine hubut denmiştir:

1- “Biz (onlara), “İnin, (Hubut edin) birbirinize düşmansınız ve bir süreye kadar sizin için yeryüzünde yerleşim yeri ve (yaşayıştan) yararlanma imkânı olacaktır.” dedik.”[2]
2- “Hepiniz oradan inin, dedik. Eğer benden size bir hidayet gelirse, benim hidayetime uyanlara ne bir korku vardır, ne de üzüleceklerdir onlar.”[3]
3- “(Allah) dedi ki: Birbirinize düşman olarak (yere) inin. Size yeryüzünde bir süre için yerleşme ve yararlanma imkânı vardır.”[4]

Hubut (inmek) Kur’an’da hulul etmek, bir yerde (şehirde) istikrar bulmak manasında da kullanılmıştır. Kur’an, Hz. Musa (a.s) ile Benî İsrail kıssasını şöyle anlatıyor:

“(Musa), “İyi olanı daha düşük şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? O halde bir şehre inin, (orada) size istediğiniz var.” demişti.”[5]

Hz. Âdem’in (a.s) hubutu (inişi) konusu ve hubutun manası ilk bakışta, Hz. Âdem’in (a.s) bulunduğu cennetin ne manaya geldiğine bağlıdır. Acaba bu cennet, bir dünya (yeryüzü veya berzah) cenneti miydi, yoksa ahiret cenneti mi? Kesin olan o cennetin ebedî cennet olmadığıdır. Buna göre bu hubut, makamdan hubut idi. Bu konu hem müfessirlerin ele aldığı bir konudur, hem de filozofların. Onların her biri bu konuda çeşitli görüş ve ihtimaller öne sürmüşlerdir. Biz burada sadece müfessirlerin görüşlerine yer vereceğiz.

Merhum Tabersî, Mecmeu’l-Beyan’da şöyle diyor: Hubut, nüzul ve vuku aynı şeylerdir (aynı manadadırlar), üçü de “Yukarıdan aşağıya hareket” demektir. Hubut bazen de “O halde bir şehre inin” âyetinde olduğu gibi bir mekâna hulul manasında da kullanılmaktadır.[6]

Allâme Tabatabâî bu konuda şöyle diyor: Hubut, cennetten çıkma, yeryüzüne yerleşme ve sıkıntılarla dolu bir yaşama geçmek demektir.

“Biz (onlara), “İnin, birbirinize düşmansınız ve bir süreye kadar sizin için yeryüzünde yerleşim yeri ve (yaşayıştan) yararlanma imkânı olacaktır.” dedik.”

Âyetinin zahiri ve ondan sonraki âyet, hubuttan sonraki yaşam şekliyle hubuttan önceki yaşamın (cennet yaşamının) farklı olduğunu göstermektedir. Bu yaşam zorluk ve sıkıntılarla doludur, cennetteki yaşam ise açlık, susuzluk ve zorluğun olmadığı semavi bir yaşamdı.

Allâme şöyle devam ediyor: Âdem’in cenneti ahiret ve ebedî cennet (ki oraya giren kimsenin bir daha çıkmadığı cennet) değildi.

Burada şu soru cevapsız kalıyor: Göğün manası nedir? Gökteki cennetten kasıt nedir?[7]

Değerli üstad bir başka yerde şöyle diyor: “Âdem’in cenneti dünya cennetlerindendi.” sözünün manası onun berzah cennetlerinden olup ebedî cennet olmadığıdır.[8]

Şeytan’ın secde etmeye yanaşmamasından sonra meleklerin içinden çıkarılıp hubut edilmesini anlatan “Dedi ki: Oradan aşağı in; orada büyüklük taslamak sana düşmez; hemen çık; şüphesiz, sen aşağılık kimselerdensin.”[9] âyeti hakkında da şöyle diyor: “Hemen çık; şüphesiz, sen aşağılık kimselerdensin.” cümlesi “Oradan aşağı in” cümlesine tekittir. Çünkü hubut çıkmaktır. Hubutun çıkmaktan farkı, hubutta makamdan çıkmanın ve aşağı dereceye düşmenin de olmasıdır. Bu mananın kendisi gösteriyor ki, hubuttan kasıt yüksek bir mekândan aşağı gelmek değildir, aksine bulunduğu makamdan düşmektir. Bu da bizim iddiamız olan “minha” (=ondan منها) ve “fiha” (=onda فیها)’daki zamirlerin gök ve cennete değil de makama ait olduğunu onaylamaktadır. Zamirden kastın gök ve cennet olduğunu söyleyenler de belki de makamı kastetmişlerdir.

Buna göre âyetin manası şöyle olur: Allah buyuruyor: “Sana secde etmeyi emrettiğimde secde etmediğin için ceza olarak makamından düş. Çünkü senin makamın huzu ve itaat makamıydı, böyle bir makamda kibirlenmemen gerekirdi. Öyleyse çık, sen alçaklardansın.”[10]

Allâme bir başka yerde önemli bir noktaya değinerek şöyle diyor: “Hubutu emretmek tekvinî bir iş (tekvinî görev) olup cennette kaldıktan ve hataya düştükten sonra gerçekleşmiştir. Öyleyse bu ilahi yasağa muhalefette ve ağaca yaklaşmakta hiçbir borç ve ilahi görev yoktu. Dolayısıyla ubudî bir günah ve Mevla’ya isyan da yoktur.”[11]

Allâme’nin sözünü şöyle açıklamak gerekir: Özel ağaca yaklaşılmasını yasaklamak irşadi bir yasaktı. Tıpkı doktorun hastaya, eğer falan yemeği yersen hasta olursun demesi gibidir. Burada da Yüce Allah buyuruyor: “Bu ağaca yaklaşma ve onun meyvesinden yeme, eğer o meyveden yersen cennetten çıkarsın.” Allâme Tabatabâî’nin bu sözünden hubut ve hubutun nedeninin mana ve maksadı ortaya çıkmaktadır.

Ayetullah Cevad Âmulî, berzah cennetini Âdem (a.s) ve Havva’nın (a.s) kaldıkları yer olarak kabul ederek şöyle buyuruyor: Hz. Âdem (a.s) metafizik bir âlemden sınırlı, fiziksel bir âleme intikal etmiştir. Böyle bir intikal, Kur’an’ın Allah katından insanların hidayeti için nüzulu gibi varlık ve makam nüzuludur, bedensel ve mekân nüzulu değildir. Ayrıca hubut, Hz. Âdem’in (a.s) Tevbe ve seçimiyle birlikte olduğu için ona velayet ve hilafet hubutu da denmektedir.[12]

İblis’in hubutu, onun mertebesinden düşmesiydi ama Hz. Âdem’in (a.s) hubutu değerini koruyarak yeryüzüne gelmesiydi. Yani Âdem ve İblis’in ortak zemine yerleştirilmeleridir. İblis, derecesinden yoksun olarak yere inerken, Hz. Âdem (a.s) ise önceki mertebesini koruyarak yeryüzüne geldi.[13]

Demek ki Şeytan’ın iki tür hubutu vardı:

1- Âdem’e (a.s) secde etmeme kibirinden dolayı meleklerin makam ve mertebesinden hubut etmesi. Cenetten hubutun gereği, üstün mertebesini kaybetme şeklinde idi:

“Dedi ki: Oradan aşağı in; orada büyüklük taslamak sana düşmez; hemen çık; şüphesiz, sen aşağılık kimselerdensin.” [14]

2- Cennetten hubutun Âdem ve Havva’yı kandırmak için gittiği geçici bir meskenden olması. Bu hubut, Âdem ve Havva’nın kandırılmasından sonra ve onlarla beraber gerçekleşti.[15]

Numûne tefsiri, “Âdem’in cenneti hangi cennetti?” diye soruyor ve bu soruyu şöyle yanıtlıyor: Kimileri onun iyilere ve temizlere vaat edilen cennet olduğunu söylüyorlar ama zahire göre o cennet değildi. Yeşillik ve nimetlerinin bol olduğu dünya bağlarından biriydi. Zira vaat edilen cennet ebedî bir nimet olup bir çok âyette onun ebediliğine, ondan çıkılmayacağına işaret edilmiştir. Öte yandan asi ve günahkâr İblis’e orada yer verilmez, çünkü orası ne şeytani vesveselerin yeridir, ne de Allah’a itaatsizliğin. Ehl-i Beyt’ten (a.s) gelen rivayetlerde de bu konuya açıkça değinilmiştir.

Ravilerden bir şöyle diyor: İmam Sâdık’a (a.s) Âdem’in cenneti hakkında sorduğumda şöyle buyurdu:

“Orası güneşi ve ayı gören dünya bağlarından bir bağdı. Orası ebedî cennet olsaydı Âdem asla oradan çıkarılmazdı.”[16]

Bundan anlaşılıyor ki, Âdem’in yeryüzüne hubut ve nüzulundan kasıt makam nüzuludur, mekan nüzulu değil; yani o değerli makamından ve o güzel cennetten aşağı geldi.

Şöyle bir ihtimal de verilmiştir: Bu cennet ebedî cennet değildi ve başka bir gök cismindeydi. Bazı rivayetlerde bu cennetin gökte olduğuna işaret edilmiştir. Ama gök kelimesi böyle rivayetlerde mekâna değil de yüce bir makama işaret etmiş olabilir.Sonuçta bu cennetin öteki dünyadaki cennet olmadığı aşikardır. Zira orası insanın seyrinin sonudur, bu ise o seyrin başlangıcı. Bu onun amel ve programlarının mukaddimesi, o ise amel ve programların neticesidir.[17]

Bu değerli tefsirin başka bir yerinde şöyle yazıyor: Hubut, lügatte taşın yüksekten düşmesi gibi mecburi bir iniştir. İnsan için kullanıldığında ceza amacıyla aşağı kovulmak demektir. Âdem’in (a.s) yeryüzünde yaşamak için yaratıldığı, cennetin de bu âlemde yeşillik ve nimetlerle dolu bir bölge olduğu göz önüne alındığında Âdem’in buradan hubutu mekan hubutu değil de makam hubutu olduğu anlaşılır. Yani Yüce Allah Onun makamını evla olanı terk ettiği için aşağı getirmiş, onca cennet nimetlerinden mahrum ve bu dünyanın zorluk ve sıkıntılarına düçar etmiştir.[18]

–—


[1]      Lisanu’l-Arap, c. 7, s. 421; Mecmeu’l-Beyan, c. 4, s. 279.

[2]      Bakara, 36.

[3]      Bakara, 38.

[4]      A’raf, 24.

[5]      Bakara, 61.

[6]      Hz. Âdem ve Hz. Havva’nın cennetten çıkarılmaları ve yeryüzüne hubutlarında (inmelerinde) herhangi bir cezalandırılma söz konusu değildir. Zira peygamberlerin hiçbir şart altında kötü amel yapmayacaklarına dair delil vardır. Peygamberlerin cezalandırılmasını caiz bilenler onlara haksızlık etmiş ve Allah-u Teâlâ’ya en büyük iftirayı atmışlardır. Şüphesiz Allah’ın (c.c) Hz. Âdem’i (a.s) cennetten çıkarmasının nedeni yasak meyveyi yediği için maslahatın değişmesinden dolayıdır. İlahi hikmet ve tedbir Onun (a.s) yeryüzüne gelmesini, dünyanın zorluklarına uğramasını gerektiriyordu. (Mecmeu’l-Beyan, c.1, s. 196-197.)

[7]      el-Mizan, c. 1, s. 135.

[8]      el-Mizan, c. 1, s. 213.

[9]      A’raf, 13.

[10]    el-Mizan, c. 8, s. 35.

[11]    a.g.e., s. 137.

[12]    Tefsir-i Tesnim, c. 3, s. 383.

[13]    a.g.e., c. 3, s. 374, 408 ve 466.

[14]    Taha, 117.

[15]    Tefsir-i Tesnim, c. 3, s. 371-375.

[16]    Tefsir-i Nuru’s-Sakaleyn, c. 1, s. 62.

[17]    Tefsir-i Numûne, c. 1, s. 187.

[18]    Tefsir-i Numûne, c. 13, s. 333.