Öfkelendiği zaman kendine hakim olmayan kimse bizden değildir. (El-Kafi, c.2, s.637) İmam Cafer-i Sadık (a.s)

Hz. İmam Rıza’nın Dilinden Peygamberlerin İsmeti

Hz. İmam Rıza’nın Dilinden Peygamberlerin İsmeti

Soru

İmam Rıza, Memun ile yaptığı bir tartışmada peygamberlerin ismetini çok güzel açıklıyor,acaba o hadisi benimiçin nakledip, açıklamasını yapar mısınız?

Cevap

Muhammet İbn Babıveyh ona ulaşan senetle İmam Rıza’dan (a.s.) konumuzla alaklı şu hadisi nakletmektedir:

“Bir gün Memun, Ebul Hasan İmam Rıza’ya (a.s.) şöyle dedi: Allah Teâlâ’nın şu buyruğunun anlamı nedir:

“Musa, tayin ettiğimiz vakitte gelip rabbi onunla konuşunca rabbim, demişti; bana görün de bakayım sana. Allah; beni asla göremezsin, dedi…” [1]

Nasıl oluyor da Kelimullah Musa b. İmran (a.s) Allah-u Teâlâ’nın görülemeyeceğini bilemiyor ve ondan böyle bir istekte bulunuyor?

İmam (a.s): Kelimullah Musa b. İmran (a.s) Allah’ın gözlerle görülebilecek olandan yüce olduğunu biliyordu. Fakat yüce Allah Musa ile konuşunca ve onu (kendisiyle) gizlice söyleşmek için yakınlaştırınca kavmine dönerek onlara Allah’ın kendisiyle konuştuğunu ve onunla yakından münacat ettiğini haber verdi. Musa’nın kavmi: “Senin duyduğun gibi biz de onun sesini duymadıkça sana inanmayacağız” dediler. Hz. Musa’nın kavminin nüfusu yedi yüz bin kişiydi. Onlardan yetmiş bin kişi seçti, sonra onların arasından yedi bin kişi seçti, sonra onların arasından yedi yüz kişi seçti ve son olarak onların arasından da yetmiş kişiyi rabbinin tayin ettiği vakit için seçti. Onları Sîna Dağı’na götürdü. Dağın eteğinde onları bekleterek kendisi yalnız başına dağa çıktı. Allah kendisiyle konuşmasını ve onlara sesini duyurmasını diledi. Allah da onunla konuştu ve topluluk Allah’ın konuşmasını yukarıdan, aşağıdan, sağdan, soldan, önden ve arkadan duydular. Çünkü Yüce Allah ağaçtan ses çıkarttı ve o sesi her taraftan duyacakları şekilde yaydı. Ama onlar şöyle söylediler: “Allah’ı apaçık görmedikçe duyduğumuz sesin Allah’ın sesi olduğuna inanmayacağız.” Böyle ağır bir söz konuşup azgınlık ve tekebbür gösterdiklerinde Allah onlara bir yıldırım gönderdi de onları zulümlerinden dolayı yakalayıp öldürdü. Musa (a.s) dedi: Ey Rabbim! İsrailoğulları’nın yanına döndüğümde onlar şöyle diyecekler: “Onları götürüp öldürdün mü? Çünkü Allah ile konuşman gerçek değildi!”

Böylece Allah onları diriltip Musa ile gönderdi. Onlar yine dediler: “Sen eğer Allah’tan ona bakman için kendisini göstermesini istesen, o senin isteğini kabul eder ve sen onu gördüğün gibi, bize de onu anlatırsın; biz de Allah’ı gerektiği gibi tanımış oluruz.” Musa (a.s) cevaplarında şöyle dedi: Ey kavmim! Allah gözle görülmez, onun niteliği yoktur; ancak ayet ve nişaneleri ile tanınır.” Allah’tan bu dediğimizi istemezsen sana asla inanmayız, dediklerinde Musa (a.s) Allah’a şöyle arz etti: “Allah’ım! İsrailoğulları’nın dediklerini duydun. Sen onların yararına olanı daha iyi bilirsin.” Bu sırada Allah, Musa (a.s)’a şöyle vahyetti: “Ey Musa! Onların istediklerini benden iste, seni onların cehaletinden dolayı sorgulamayacağım.” O vakit Musa (a.s) dedi: “Rabbim, kendini bana göster de bakayım!” Allah da şöyle buyurdu: “Beni kesinlikle göremezsin. Fakat şu dağa bak, eğer yerinde durabilirse görebilirsin beni.” Derken rabbi dağa tecelli edince dağ, yerle bir oldu ve Musa bayılıp yere yığıldı. Kendisine gelince de; “Sen noksan sıfatlardan münezzehsin, sana tövbe ettim”[2] dedi. “Tövbe ettim sana” yani, kavmimin bilgisizliğinden sana olan gerçek inanç ve bilgime döndüm. Kavmim içinde senin görülmediğine inananların ilki benim.

Memun bu gerçekleri duyduktan sonra dedi: Bütün hayırlar üzerine olsun, çok faydalandık. Peki, Hz. Yusuf hakkında nazil olan şu ayet hakkında ne buyuruyorsunuz?

“Ant olsun ki kadın ondan murat almayı iyice kurmuştu eğer, eğer rabbinin burhanını görmeseydi Yusuf da.”[3]

İmam Rıza (a.s.) şöyle buyurdu; Züleyha Yusuf’la beraber olmayı istemişti, yüce Allah Hz. Yusuf’a vermiş olduğu burhan olan; ismet ve nebevi masumluk sayesinde bu günahtan kendisini kurtarmıştır; çünkü masum hiçbir zaman günah işlemez.

Memun: Bütün hayırlar üzerine olsun ya Ebul Hasan dedi ve sonra Zunnun ayetinin tefsirini istedi,

“Ve Zunnun da hani öfkelenip gitmişti de sanmıştı ki bizim gücümüz yetmeyecek ona.”[4]

(İsmet makamında bulunan bir peygamber, nasıl olurda böyle bir zanda bulunabilir?)

İmam Rıza (a.s.) cevap olarak buyurdu: Zunnun’dan kasıt Yunus bin Meta’dır, kavmine sinirlenerek onları terk edip, şehirden çıkıp gitti. Ayette geçen “Zannetti/ İsteyken” (yakin etmek-kesin inanmak) manasındadır. Yani rızkın hiçbir zaman ona daralmayacağını zannetti. “Onu sınadığımız zaman rızkını daralttık” ve balığın karnında esir oldu, denizin ortasında, balığın karnının içinde, zifiri karanlıkta yaptığı işten pişman olarak Rabbine şöyle seslendi:

“Senden başka tapılacak bir mabut yoktur, sen her şeyden münezzehsin, şüphesiz ben kendine zulüm edenlerden oldum.”

Balığın karnında yaptığım bu ibadeti yapmıyordum. Allah duasını kabul etti ve buyurdu: Eğer böyle tespih, takdis edip, duada bulunmasaydı kıyamet gününe kadar balığın karnında kalacaktın.

Memun: Allah hayrını bol etsin ey Ebul Hasan! Bana Allah Teâlâ’nın şu ayeti hakkında bilgi veriniz:

“Peygamberler, ümitlerini kesip tamamen inkâr edileceklerini zannettikleri zaman bizim yardımımız geldi.” [5]

İmam (a.s): Yani peygamberler kendi kavimlerinden ümitlerini kesince ve kavimleri de peygamberlerini yalancı sanınca bizim yardımımız geldi.

Memun: Allah hayrını bol etsin ey Ebul Hasan! Bana Allah’ın şu ayeti hakkında bilgi veriniz:

“Allah senin önceki ve sonraki günahlarını bağışlasın.” [6]

İmam (a.s): Mekke müşrikleri nezdinde Hz. Resulullah’dan (s.a.a) daha günahkâr bir kimse yoktu. Çünkü onlar bisetten önce 360 puta tapıyorlardı. Resulullah (s.a.a), “La ilahe illallah” kelimesini söylemeye davet edince bu onlara çok ağır geldi. İşte bundan dolayı şöyle dediler: “İlahları bir tek ilah mı yaptı? Doğrusu bu, şaşırtıcı bir şey. Onlardan önde gelen bir grup:

“Yürüyün, ilahlarınıza karşı (bağlılıkta) da kararlı olun; çünkü asıl istenen şey de budur” diye çekip gitti. Biz bunu son dinlerin hiçbirinde duymadık. Bu, ancak bir yalan!” [7]

Sonra Allah, Mekke’yi Peygamberi için (s.a.a) fethedince şöyle buyurdu:

“(Ey Peygamber!) Şüphe yok ki biz, sana apaçık bir fetih vermişizdir.”

Maksat, Mekke’nin fethidir. “Allah senin önceki ve sonraki günahlarını bağışlasın”dan kasıt, yani “Mekkeli müşrikler nezdinde Allah’ın birliğine davetinle önceden ve sonradan telakki edilen günahları örtsün”dür. Çünkü Mekke müşriklerinin bir kısmı Müslüman oldular, bir kısmı da Mekke’den dışarı çıktılar. Geri kalanlar ise Peygamber’in (s.a.a) halkı tevhide davet etmesine karşı gelebilecek yüksek bir güce sahip değillerdi. Böylece Peygamber’in (s.a.a) onlara galibiyetiyle onlar açısından günah sayılan şeyler de örtülmüş (kapanmış) oldu.

Memun, dedi: Ey Peygamber’in oğlu gönlüme şifa verdin, şüphelerimi dağıttın, Allah enbiya tarafından mükâfatını versin.”

Açıklama

Hz. Musa’nın Allah’ı Görmeyi İstemesi

Eşaire’ye göre ayette Hz. Musa’nın Allah’ı görmeyi istemesi Rabbul Âlemi’nin görülebileceğine bir delildir, iki yönden:

1- Allah kendisinin görülebilme imkânını dağa göstermesidir ve bu kendi haddinde mümkündür.

Buna Mutezile şöyle cevap vermiştir: Allah dağa mutlak olarak gözükmedi, istikrarı mutlak algılamak için tecelli esnasında dağın da bulunması gerekir, bu da imkânsız bir şeydir. Sonrasında yüce Allah “Asla beni göremezsin” diyerek haber vermektedir. Bu haberden sonra da yine Rabbin görülmesi muhaldir; Allah’ın dağa tecelli edeceğini söylemesi ve kendisi ona göstereceğini söylemesi, seninle tartışan birisine söylediğin şu söze benzer, “Eğer bu sözün doğruysa, demek ki Allah’ın şeriki vardır.” Bu sözünle ona Allah’ın şeriki ve ortalığının olmasının imkânsız olduğunu anlatmak istiyorsundur, yoksa kesinlikle senin de Allah’ın şeriki olduğuna inandığın manasına gelmez.

2- Mutezilenin dediği gibi eğer Allah’ı görmek imkânsız olsaydı, Musa bunu istemezdi; çünkü akıllı insan imkânsız bir şeyi istemez, böyle bir istekte bulunması, mümkün olduğuna bir delildir. Bu, Eşaire’nin inancıdır. Allah görülmez diyen Mutezilenin bu sözünden kelimullah olan Hz. Musa’nın cahil olduğu yahut o büyük makamıyla beraber Allah’ın görüleceğine inandığı anlaşılmaktadır. Oysa Mutezile buna asla inanmamaktadır ve bu görüş çok yanlış, eğri bir yoldur hiçbir akıllı insan bunu kabul etmemektedir.

Mutezilenin cevabı: Biz bu ayetten Allah’ın asla görülmeyeceği anlıyoruz. Eğer sizin dediğiniz gibi Allah’ı görmek caiz ve doğru bir şey olsaydı, Musa ve kavmi Allah’tan caiz olan bir şeyi istediler, öyleyse niçin Allah bu işlerini büyük bir hata ve zulüm bilip dağı başlarına kaldırdı ve yıldırım gönderdi, sonra da şöyle buyurdu:

“Musa’dan bundan daha büyük bir şey istemişlerdi, bize Allah’ı apaçık göster demişlerdi de zulümleri yüzünden bir yıldırım düşüp yakıvermişti onları…”[8]

Bu cevaba Eşaire şöyle itiraz ediyor: Allah’ın bu ayette büyük sayması ve kabul etmemesinin sebebi Musa’nın Allah’ı dünyada görmek istemesinden kaynaklanmaktadır. Karşılıklı görüşme olarak Allah bunu kabul etmemektedir; ama ahirette karşı karşıya olmama şartıyla Allah görülecektir.

Mutezile şöyle diyebilir: Sizin bu sözünüzden imkânsız bir şey olan (dünyada görülmeyi isteme) hususunda Allah peygamberinin cahil olduğu anlaşılmaktadır (neuzibillâh). Biraz daha dikkat edilirse görülecektir ki; Eşaire’nin bütün itirazları kendilerine dönmektedir.

Hz. Yusuf’un İsmeti Hakkında

Ayette geçen, “Ve Rabbinin burhanını görmeseydi…” burhandan kasıt insanın günahtan, kötü işlerden uzak durması gerektiğini bildiren ilahi yol göstermeler, akli delilerdir. İmam Rıza’nın (a.s) buyruğundan anlaşıldığı kadarıyla Hz. Yusuf’un da istemesinden maksat sadece onu “kast” etmesidir. Lakin masum hiçbir zaman en ufak günahı dahi kast etmez, öyleyse sadece kasıt etmesinin günah olmadığını söylemeliyiz, çünkü unutmak yüzünden olabilir. Her ne kadar İmamiye’ye göre masum için unutmak dahi söz konusu olmasa bile, yine de günah işledi diyemeyiz.

Bazıları peygamberin dahi günah işleyebileceği görüşünde oldukları için, peygamberler hakkında bir takım yersiz ve çok kötü tabirler kullanmışlardır, hatta bu ayetle ilgili, “Yusuf da elbiselerini çıkardı” demişlerdir.

Benim en çok ilgimi çeken Zemahşeri’nin bu sözler hakkında, el-Keşşaf tefsirindeki sözleridir, onların (Hz. Yusuf hakkında ileri geri konuşanların) sözlerini naklettikten sonra şöyle diyor:

Allah’a, enbiyaya ve resullere böyle töhmet, iftira, yalan sözler söyleyen cebr ve haşiv insanlara, tevhit ile adalet ehlinin bu sözleri çürütmek için ayet ve rivayet getirmesinin bir faydası yoktur. Bunun farkında olmalıdırlar ki; eğer Hz. Yusuf günah işlemiş olsaydı mutlaka Allah onun tövbesinden bahsederdi. Hz. Âdem, Nuh, Davut, Eyüp ve Yunus peygamberlerin terki evlalarından sonra tövbelerini aktardığı gibi. Oysa Hz Yusuf’u Kuran birçok yerde övmekte ve muhlis bir insan olarak tanımlamaktadır. Bütün bu sözlerden anlaşılan onun büyük bir mücadeleden geçtiği kendisini kontrol ettiği, onun için burhan olan Tahrim ayeti ve günahın kötü olduğu deliline dikkat ederek, Ulul Azm peygamberler gibi nefsiyle cihat etme kudretine sahip olduğudur.

Böylelikle önceki kitaplarda ve hepsine hüccet olan Kuran’da övülmeye layık olmuştur. Allah onun kısasını birkaç ayette anlatmadı, ceddi İbrahim gibi gelecek nesillere örnek olsun diye onun hakkında kâmil bir sure indirdi ki salihler, iyiler; iffet ve namusta ona iktida etsinler. Böylece yüce Allah, Arapça açık olan Kuran’ın da en güzel kıssa olarak onun olayını anlatı ki; onun hakkında ileri geri konuşanlar zelil, rezil rüsva olsunlar.

Nasıl olurda böyle bir peygamber zinakar bir kadının yanında oturarak gömleğini açabilir, üç defa ilahi ses duyar, büyük azap ayetlerini dinler, başının üstündeki kuşun düştüğünü görür (risalet makamından düşeceğine işarettir) ama yine de yerinde duracak. Öyle ki sonra Cebrail’in kendisi geliyor! Acaba böyle bir peygamber örnek olabilir mi?

Bunun dışında en zinakar ve en kötü işler gören bir insan, bu peygamberin karşılaştıklarıyla karşılaşacak olsaydı, hareket etmeye azacık dahi gücü kalmazdı, öylece yerinde donup kalır. Peki, nasıl olur da bu yüce maneviyatlı şahsiyet hala böyle bir niyette kalabilir? Demek ki bunların, Hz. Yusuf hakkın da söyledikleri sözler tamamen yanlış ve batıldır, ne kadar açık bir delalet içerisindedirler.[9]

Yine Fahr-i Razi bu konuda çok güzel bir beyanda bulunmuştur ki mutlaka burada nakletmeliyiz:

Hz. Yusuf kıssasında sadece yedi şahıs geçmektedir:

1- Yusuf.

2- Züleyha.

3- Mısır azizi, Züleyha’nın kocası.

4- Züleyha’nın davet ettiği kadınlar.

5- Yusuf’un getirmiş olduğu şahitler.

6- Hak hazretleri (celle celaluhu).

7- Kovulmuş ve lanetlenmiş iblis.

Şimdi şu hususa dikkat edelim, bütün bu yedi kimse Yusuf’un günaha düşmediği ve temiz olduğunu itiraf etmektedir. Bu açıklamalardan sonra bir Müslüman’ın aklında asla şek ve şüphe kalmamalıdır:

1- Yusuf şöyle diyor:

“O benden murat almak istedi.” ve başka yerde “ Rabbim, zindan bunların beni davet ettikleri şeyden daha hayırlıdır.”[10]

2- Züleyha’nın kendisi açıkça itiraf etmektedir:

“Ondan murat almak isteyen bendim, hiç şüphesiz o gerçeklerdendi.”[11]

3- Züleyha’nın kocası da şöyle diyor:

“Hiç şüphe yok ki bu sizin düzenlerinizdendir, gerçekten de kadınların düzeni pek büyüktür.”[12]

4- Mısırlı kadınlar dedi:

“Allah için, onun bir kötülüğünü görmedik, bilmedik.”[13]

5- Şahitlerin tanıklığı:

“Kadının yakınlarından birisi tanıklık etti.”[14]

6- İblis ise şöyle diyor:

“Gerçekten onların hepsini azdıracağım, ancak içlerinden ihlâsa eren kulların müstesna.”[15]

Şeytan, muhlis kulları kandıramayacağını söylüyor, yüce Allah da Hz. Yusuf’un ihlâsını onaylamaktadır.

7- Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“İşte biz ondan çirkin ve kötü işleri böylece giderdik, çünkü şüphesiz o muhlis kullarımızdandı.” [16]

Bütün bu itiraf ve Yusuf lehine yapılan tanıklıklarından sonra şöyle diyorum (Fahri Razi): Hz. Yusuf’a bu kadar kötü ve çirkin iftira atanlar, eğer Allah kullarıysa; Allah’ın Yusuf hakkındaki tanıklığını kabul etsinler, Allah onu tertemiz birisi olarak kabul etmekte. Yok, eğer iblisin ve onun ordusunun takipçilerindenseler, onun sözüne ve Yusuf’u tahir bilmeliğine inansınlar.[17]

Fahri Razinin sözü burada son buldu gerçekten de çok güzel ve zarif bir şekilde beyan etti.

Hz. Resulullah’ın İsmeti

Peygamberlerin hepsinin her türlü günahtan masum olduğuna inananlar, Memun’un İmam Rıza’dan (a.s.) sorduğu ve Peygamberimizin geçmiş ve gelecek günahı olduğunu belirten ayette kalmışlardır. İmam’ın buyurduğu cevap en doğru ve sahih olanıdır, bun da kimsenin en ufak bir şüphesi dahi olamaz. Şimdi İmam’ın sözünü şöyle açıklayabiliriz:

Tarihçilerin kitaplarında naklettiklerine göre, müşrikler şöyle dediler: “Eğer Allah Muhammed’i Mekke’de hâkim ve güçlü kılacak olursa, bu onun davetinin, peygamberliğinin ve bizleri putlardan alıkoymasının doğru olduğunu anlamına gelir.”

Peygamber Mekke’yi fethettikten sonra müşrikler İslam’ın hak din olduğunu itiraf ettiler ve grup grup gelerek İslam şerefine nail oldular, Peygamber’in nübüvvetini kabul ettiler. Kuran-ı Kerim şöyle buyuruyor:

“Allah’ın yardımı ve fetih gelip çattı mı ve insanların bölük-bölük Allah dinine girdiğini gördünüz mü?”

Böylelikle put tapmayla ilgili inatları son buldu ve İslam dinini seçtiler bunu İmam (a.s.) aynen beyan buyurdular.

Şunu unutmayalım ki; eğer ayette geçen günahı, birçok müfessir gibi zahiri manada düşünürsek, fetihle günahların bağışlanması doğru olmayacaktır. Ama bir takım yöneltmelerde bulunula bilinir mesela; “Peygamber cihat gibi çok önemli bir ameli yerine getirdiği için geçmiş ve gelecek günahları bağışlamıştır” vb. tevilleri yaptığımız takdirde belki doğru olabilir, oysa bunu aklın kabul etmediği belirgindir.

Öyleyse en doğru görüş İmam Rıza’nın (a.s) buyurmuş olduğu tefsirdir. (İmam’a göre Peygamber’in geçmiş ve gelecek günahlarından maksat, müşriklerin puta tapmadığı, sadece bir ilaha taptığı için onu günahkâr bilmesidir.) İmam’ın böylesine açık, güzel ve doğru cevabından sonra bazı İmamiye âlimlerinin buna hiç değinmemesi gerçekten çok ilginçtir. Birçok kitaplar yazan, araştırmalar yapan, tefsir, hadis ve kelam ilminde uzman olan; Şeyh Tusi, Âleme Tabersi, Seyit Murtaza Alem’ul Huda bu ayete gelince sadece zayıf görüşleri nakletmektedirler ve sanki İmam’ın bu hadisini görmemişlerdir, oysa bu hadis Saduk’un (r.a) Uyunu Ahbarı Rıza vb. kitaplarında nakledilmiştir. Ayrıca zaman açısından bu âlimlerden çok eskiye dayanmamaktadır.

Peygamberlerin günah işleyebileceği görüşünde olanlar bu ayet gelince çeşitli gruplara ayrılmışlardır; bazıları günahı genel tutarak büyük ve küçük günahı kapsadığı görüşündedirler. Ayetin maksadını, geçmiş-gelecek bisetten önce-sonra, fetihten önce ve sonraki günahlar olduğunu söylemişlerdir ve Âdem ile Havva’nın günahı onun varlığının bereketiyle, ümmetin günahları ise davetinden dolayı bağışlanacaktır. Bunun tam karşısında ise bazıları Peygamber’in sadece küçük günahları yapmasının caiz olduğunu savunuyorlar ve büyük günahı asla işlemez demektedirler. Bütün bu görüşlere ortak itiraz; Mekke fethi ile bağışlanmanın hiçbir manası olmadığıdır.

Diğer bir önemli nokta; İmam’ın beyanından anlaşılan, geçmiş ve gelecek günahları kesinlikle biz nübüvvetten önce ya da nübüvvetten sonraya tefsir edemeyiz; çünkü Peygamber müşrikleri bisetten önce tevhide davet etmemişti ve böylelikle de günah sayılmaz, fetihten sonra da diyemeyiz; çünkü o zaman Müslüman olmuşlardı ve onlar için artık günahkâr değildi. Sadece Mekke’nin fethini geç duyup, İslam getiren müşriklerin olma ihtimali de vardır.

Sonuç olarak Peygamber’in günahı sadece onları tevhide davet etmesiydi, ister hicretten önce olsun, isterse de hicretten sonra, ama onların fetihle beraber iman getirmesiyle artık Peygamber için o günah kalmamıştı.

–—


[1]      3 Araf:143.

[2]      1Araf:143.

[3]      2Yusuf:24.

[4]      3Enbiya:87.

[5]      1Yusuf:110.

[6]      2 Fetih:2.

[7]      3Sad:5-7.

[8]      1 Nisa:153.

[9]      1 el-Keşşaf, c:2,s:457.

[10]    2 Yusuf:26,33.

[11]    3 Yusuf:51.

[12]    4 Yusuf:28.

[13]    5 Yusuf:51.

[14]    6 Yusuf:26.

[15]    1 Sad:82,83

[16]    2 Yusuf:25.

[17]    3 Tefsir-i Kebir, c:18,s:83.