İnsanların önceden belirlenmiş ecellerini yaptıkları iyilikler belirler. İnsanların çoğu ecelleriyle öleceklerine günahları yüzünden ölürler.Bihar’ul-Envar, c. 5, s. 140 İmam Cafer-i Sadık (a.s)

Başkalarına Saygı Secdesi Etmek

Başkalarına Saygı Secdesi Etmek

Soru

Kardeşlerinin Hz. Yusuf’a (a.s) ettikleri tazim / saygı secdesi gibi bir secdeye, Ehl-i Beyt (a.s) mektebine göre Hz. Muhammed’in (s.a.a) şeriatında izin verilmiş midir?

Kısa Cevap

Secde, İslam’a ve Ehl-i Beyt mektebine göre yalnızca Allah-u Teâlâ’ya mahsus olup en kâmil ve en güzel ibadet şeklidir ve Allah’tan başkasına secde etmek yasaktır.

Hz. Yusuf’a yapılan secde ibadet secdesi değildi. O gerçekte Allah’a karşı yapılan bir ibadetti, tıpkı bizim Kâbe’ye yönelip namaz kıldığımız ve secde ettiğimiz gibi. Bizim secde ve namazlarımızın Kâbe için olmadığı bilinen bir gerçektir. Kâbe, kendisine yönelerek yalnızca Allah’a ibadet ettiğimiz bir semboldür.

Ayrıntılı Cevap

İslam’a ve Ehl-i Beyt mektebine göre tevhid, en üstün ve değerli esas olup imanla küfür arasındaki sınırdır. Tevhidin karşısında Kur’an’ın “büyük zulüm”[1] ve “bağışlanmayan günah”[2] diye nitelediği Allah’a şirk koşmak vardır.

Tevhid dört kısma ayrılmaktadır:

1- Zatta Tevhid

2- Sıfatta Tevhid

3- Fiillerde Tevhid

4- İbadette Tevhid

İbadette tevhid, yani yalnızca Allah’a tapınmak ve O’ndan başka kimsenin tapınmaya layık olmaması demektir. Zira ibadet mutlak kemale sahip olana yapılmalıdır. Böyle biri kimseye muhtaç olmayan, bütün nimetleri veren ve bütün varlıkları yaratan kimsedir. Bu sıfatlar Allah’tan başka kimsede yoktur.

İbadetin ana hedefi mutlak kemale yaklaşmak, sonsuz varlığa ulaşmak, O’nun kemal ve cemal sıfatlarından bir ışığı canın içinde yansıtmaktır. Bunun neticesi olarak insan heva ve heveslerden uzaklaşacak, nefis tezkiyesine yönelecektir. Böyle bir hedefe mutlak kemal olan Allah’a ibadet etmenin dışında bir şeyle ulaşmak mümkün değildir.[3]

İbadetin çok geniş bir manası vardır. Abd (kul), lügatte mevlasına ve sahibine her yönden bağlı olan kimseye denir. İradesi mevlasının iradesine bağlıdır, isteği onun isteğidir. Onun karşısında hiçbir şeye sahip değildir ve ona itaatte asla gevşeklik göstermez.

Başka bir ifadeyle ubudiyet, mabudun karşısındaki huzûnun son derecesidir. Bu yüzden yalnızca bütün nimet ve ikramları veren kimse mabud olabilir ki O da âlemlerin rabbi olan Allah’tan başkası değildir.

Dolayısıyla ubudiyet insanın tekamülünün zirvesi, Allah’a yakınlığı ve O’nun yüce zatının karşısındaki teslimiyetinin son noktasıdır.[4]

Kur’an, insanın ve bütün mümkün varlıkların yaratılışının asıl nedeni olarak ibadeti zikrediyor ve şöyle buyuruyor:

“Ben, cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”[5]

Yani ibadet yalnızca Allah’a mahsustur. Allah, yarattıklarının içinde kendisinden başka kimseye tapınılmasına izin vermemiştir. Zira Allah’tan başkasına tapınmak ve ibadet etmek şirkin en büyük örneğidir. Şirk ise büyük zulüm ve bağışlanmayan bir günahtır.

İbadetin en kâmil ve en güzel kalıplarından birisi secdedir.[6] Çünkü secde, mabudun karşısındaki huzû ve huşunun en son derecesidir.

İslam’a göre Allah’a secde etmek en önemli ibadet veya ibadetlerin en önemlisidir. Rivayetlerde belirtildiği gibi insanın diğer hallerine göre Allah’a en yakın olduğu hal, secde halidir. Resul-u Ekrem (s.a.a) ve Ehl-i Beyt (a.s) uzun uzun secde ederlerdi.[7]

Bu yüzden İslam’a göre Allah’tan başkasına secde etmek caiz değildir. Hadis kitaplarımızda “Allah’tan Gayrısına Secde Etmek Caiz Değildir” başlığında bâblar açılmış, Resul-u Ekrem (s.a.a) ve Şia’nın Masum İmamlarından (a.s), Allah’tan başkasına secde etmenin haram olduğuna dair hadisler nakledilmiştir.[8]

Hz. Yusuf’a (a.s) Secde

Kur’an’da Allah’tan başkası için yapılan iki secdeden söz edilmiştir. Biri meleklerin Hz. Âdem’e (a.s) secdesi,[9] diğeri de Hz. Yusuf’a (a.s) anne, baba ve kardeşlerinin yaptıkları secdedir. İki secde de aynı türden olduğu için biz sadece Hz. Yusuf’a (a.s) yapılan secde konusuna cevap vereceğiz. Bununla Hz. Âdem’e (a.s) yapılan secdenin de cevabı ortaya çıkmış olacak. Kur’an şöyle buyuruyor:

“Anasıyla babasını tahta çıkartıp oturttu ve hepsi de ona karşı secdeye kapandılar. Babacığım dedi, evvelce gördüğüm rüya, bu işte.”[10]

Bu konu hakkında çeşitli yorumlar yapılmıştır:

1- Bazı müfessirler diyorlar ki iki çeşit secde vardır: Biri Allah’a ait olan ubudiyet secdesidir. Bu secde Güneşe, Aya, putlara, yıldızlara yapılan secdenin karşısında olan secdedir. Diğeri padişahlara, sultanlara, peygamberlere ve diğer büyüklere karşı tazim (saygı) amaçlı yapılan secdedir. Bu ikincisi Allah’ın emir ve yasağına bağlıdır. İslam şeriatında bu ikincisi kesin bir şekilde haram edilmiştir ama şirk değildir. Yüce Allah bu tür secdeyi Hz. Âdem (a.s) hakkında vacip etmiştir ve bu da Allah’a itaatin kendisidir. Şeytan bu emre muhalefet ettiği için kovulmuştu. Ancak Hz. İbrahim (a.s) ve Benî İsrail peygamberlerinin şeriatında caiz hatta tasvip edilen bir şeydi. Bu iddianın delili Resul-u Ekrem’in (s.a.a) buyurduğu “Eğer secde Allah’tan başkası için caiz olsaydı kadınların kocalarına secde etmelerini söylerdim.” hadisidir. Bu sözün manası, kadınların kocalarına tapınmaları demek değildir. Onun manası, bununla (bu tür secdeyle) kadınlar kocalarını tazim edip onlara saygı göstersinler demektir.[11]

2- Âyetin maksadı şudur: Onlar Hz. Yusuf’un (a.s) emriyle çok saygı gördüler, kendilerine ayrılan saraya ve sultanlık tahtına oturtuldular. Hz. Yusuf (a.s) yanlarına geldiğinde yüzündeki ilahi nura hayran kalmış ve kendilerinden geçmişlerdi. Öyleki kendilerini kaybettiler ve ellerinde olmadan secdeye kapandılar ama bu secde ibadet için değildi. Çünkü ibadet ve tapınma manasındaki secde yalnızca Allah’a aittir. Hiçbir dinde hiç kimse için Allah’tan başkasına tapınmaya cevaz verilmemiştir. Bütün peygamberlerin davet ettiği tevhidin önemli bir dalı olan ibadette tevhidin manası budur.

Dolayısıyla ne peygamber olan Yusuf (a.s) kendisine secde ve ibadet edilmesine izin verirdi, ne Yakup (a.s) gibi büyük bir peygamber böyle bir şey yapardı, ne de Kur’an böyle bir şeyi doğru veya en azından caiz bilebilirdi.

Buna göre söz konusu secde şükür amacıyla Allah’a yapılan secdeydi. Öyle bir Allah ki, Yusuf’a onca bağışta bulunmuş, Ona büyük makam vermiş, Yakup ailesini büyük bir zorluk ve müşkülden kurtarmıştır. Bu durumda secde Allah için yapılmasının yanı sıra, Yusuf’un yaptığı büyük yardımın hatırına ona yapılan bir yüceltme ve saygı sayılmaktadır. Bu açıdan bakıldığında âyette geçen ‚lehu’ zamirinden maksat kesinlikle Hz. Yusuf’tur (a.s). Böyle olunca da bu manayla güzel bir uyum sağlamaktadır.

Tefsir-i Numûne şöyle yazar: Bu mana akla daha çok yatkındır, özellikle Masum İmamlar’dan (a.s) gelen çeşitli rivayetlerde onların secdelerinin Allah için yapıldığı belirtilmiştir.

Başka hadislerde de şöyle gelmiştir: Hz. Yusuf’un (a.s) kardeşlerinin secdesi Allah’a itaat ve Yusuf’u selamlamak ve saygı göstermek amaçlıydı. Hz. Âdem’in (a.s) hikayesinde de geçen secde, böylesine bir varlığı yarattığı için Allah’a yapılan bir secdeydi. Bu secde Allah’a ibadet olmasının yanı sıra Âdem’e saygı ve onun makamının azametinden kaynaklanmakta idi. Bu, tıpkı çok önemli ve değerli bir iş yapan kişinin durumuna benzer. İşte biz böyle bir kul yarattığı için Allah’a secde ediyoruz. Bu secde hem Allah içindir, hem de o kişiye saygıdan dolayıdır.[12]

3- Secdeden maksat onun geniş manası olan huzû ve tevazudur. Zira secde her zaman bilinen manasına gelmemektedir. Bazen her türlü tevazuya da secde denilebilmektedir. Bu yüzden bazı müfessirler diyorlar ki selamlamak ve tevazu, o zamanlar eğilmek ve tazim şeklinde yaygındı. Söz konusu âyetteki secdeden maksat budur. Ancak “yere kapanmak” manasına gelen “Harru (خروا)” cümlesinin manasından onların secdelerinin eğilmek ve baş eğmek anlamına gelmediği anlaşılmaktadır.[13]

4- Başka büyük müfessirler de diyorlar ki: İbadet, kulun kendisini ubudiyet makamına çıkarması, amelde kulluk ve ibadetini ispat etmesi ve kullukta daima sabit kalmasına denir.

Buna göre ibadî fiil, amelde gösterilirse mevlanın mevlalığını veya kulun ubudiyetini ortaya koyacak duruma gelebilir. Örneğin secde ve rükû etmek veya mevlanın ayağına kalkmak ya da onun arkasından yürümek vb. gibi. Bu durum ne kadar çok olsa ibadet daha çok ve ubudiyet daha belirgin olacaktır. Mevlalığın izzetine, kulluğun zilletine delil olan en açık amel secdedir. Zira secdede kul yere kapanıyor, yüzünü toprağa koyuyor. Ama ibadet secdesi zatî değildir, onda ibadet kastı da lazımdır. Bir secdede bir engel olduğu düşünülürse bu, şer’î veya aklî bir engel olacaktır. Şeriatın ve aklın yasakladığı şey, insanın yaptığı secdeyle Allah’tan başkası için rububiyeti ispat etmesidir. Ama secdeden amaç rububiyet kastı olmadan yalnızca selamlamak ya da saygı olursa, hatta secde etmekten amaç yalnız ve yalnız bir çeşit saygı ve selamlama ise, böyle bir secdenin haram olduğuna dair ne şer’î delilimiz vardır, ne de aklî.

Ancak dindar insanların dinin zahirinden aldıkları zihnî şartlanmadan kaynaklanan dini algıları, bu ameli tümüyle Allah’a özgü kılıyor, Allah’ın dışında hiç kimse için hatta saygı ve selamlama haddinde de olsa yere kapanmayı reddediyor. Böyle bir algı inkâr edilemez. Ama Allah konusunda ihlası ortaya koymak için yaptığımız her amel, Allah’ın dışında başka bir şey için yapılmayacak diye bir şey yoktur.[14]

Yakup’un, kardeşlerinin ve annelerinin secdesi Allah içindi; Yusuf sadece Kâbe gibi bir kıble idi. Bu yüzden Araplarda “Falanca kıbleye doğru namaz kıldı” şeklinde bir deyim vardır.

Kâbe Allah’a ibadet ettiğimiz, kıble edindiğimiz, namaz ve ibadetlerimizi ona doğru yaptığımız bir yerdir. Kabe’ye karşı yaptığımız secdeyle Allah’a ibadet etmekteyiz. Zira Allah’ın âyeti kendi başına bir anlam ifade etmez, o yalnızca bir âyet ve semboldür. Ona secde ediliyorsa gerçekte nişanenin sahibi olan Allah’a ibadet edilmiştir.[15]

Yukarıda anlatılanlardan anlıyoruz ki İslam’da Allah’a yapılan belirli secdenin dışında bir secde yoktur, hatta tazim ve saygı amaçlı olsa dahi. Öyleki rivayetlerde bazı sahabelerin Peygamber’in (s.a.a) yanına gelerek kendisine secde etme teklifinde bulundukları, Peygamber’in de (s.a.a) “Hayır, yalnızca Allah’a secde edin” [16] diye buyurduğu nakledilmiştir.

Aşağıda taklit mercilerinin bu konuda ki fetvalarına yer veriyoruz:

Ayetullah el-Uzma Hamaneî’nin Fetvası: Allah-u Teâlâ’dan başkasına secde etmek haramdır. Masum İmamların (a.s) kabirleri karşısında alınlarını yere koyan bazı kimseler bunu Allah’a şükür amacıyla yapıyorlarsa sakıncası yoktur;ama bu amaçla yapılmıyorsa haramdır.

Ayetullah el-Uzma Lenkeranî’nin Fetvası: Allah’tan başkası için yapılan tazim ve secde caiz değildir. Yakup ve oğullarının yaptığı secde Allah’a şükür secdesi idi. Bu konuda Merhum Seyyid Yezdî’nin “Urvetu’l-Vuska” adlı eserine başvurunuz.

Ayetullah el-Uzma Sistanî’nin Fetvası: Allah’tan başkasına secde etmek caiz değildir. Hz. Yusuf (a.s) konusunda Allâme Tabatabâî’nin el-Mizan eseri vb. muteber tefsirlere müracaat edilebilir.

Ayetullah el-Uzma Mekarim Şirazî’nin Fetvası: Âlim ve müfessirlerin arasında yaygın olan görüş şudur: Onların secdesi Allah’ın Yusuf’a verdiği azametten dolayı bir çeşit şükür secdesi olarak Allah’a yaptıkları secdedir.

–—


[1]     Lokman Sûresi, 13: “An o zamanı ki hani Lokman, oğluna öğüt verirken oğulcağızım demişti, Allah’a şirk koşma; şüphe yok ki şirk, elbette pek büyük bir zulümdür.”

[2]     Nisa Sûresi, 48: “Şüphe yok ki Allah, kendisine ortak koşanları bağışlamaz, ondan başka dilediğinin bütün suçlarını bağışlar.”

[3]     Tefsir-i Numûne, c. 27, s. 447.

[4]     a.g.e., c. 22, s. 387.

[5]     Zariyat, 56: “Ben cinleri ve insanları, ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.”

[6]     Gerçi her secde ibadet değildir. Yani secde zatî ibadettir ve ibadetin dışında ona başka hiçbir isim verilmez, diye bir şey yoktur. Bkz. el-Mizan, c. 1, s. 190.

[7]     Mekarim Şirazî, Şia Pasuh Miguyed, 3. baskı, s. 143, h.ş. 1385.

[8]     Vesailu’ş-Şia (Müessese-i Âlu’l-Beyt baskısı), Kum, c. 6, s. 385, h.k. 1409.

[9]     Haşimizade Herisi Nemcî, Beyan der Mesail-i Kur’an, s. 620.

[10]    Yusuf, 100.

[11]    Seyyid Abdulhüseyin Tayyib, Atyebu’l-Kur’an fi Tefsiri’l-Kur’an, c. 7, s. 280.

[12]    Tefsir-i Numûne, c. 10, s. 82.

[13]    a.g.e.

[14]    el-Mizan (Farsça tercüme), c. 1, s. 189-190.

[15]    Tefsiru’l-Mizan (Farsça tercümesi), c. 11, s. 339 ve Tefsir-i Fahr-i Râzi, söz konusu âyetin tefsiri.

[16]    Mustedreku’l-Vesail (Müessese-i Âlu’l-Beyt baskısı), Kum, c. 4, s. 480, h.k. 1408.