“Allah korkusundan ağlamak kalbi nurlandırır ve insanı günaha alışmaktan korur.” Gurer’ul-Hikem, 2016 İmam Ali (a.s)

İmam Kazım (as) ın Hayatı

İmam Kazım (as) ın Hayatı

İmam Kazım’ın İsim, Lakap ve Soyu

Bu yüce şahsiyetin şerif ismi, Cafer oğlu Musa’dır. Cafer Muhammed Bakır’ın oğlu, Muhammed Bakır Ali’nin (Zeynülabidin) oğlu, Ali Hüseyin’in oğlu, Hüseyin Ali’nin oğlu ve Ali de Ebu Talib’in (a.s) oğludur.[2] İmam Kazım (a.s) Sefer ayının yedisinde hicri 128 yılında cumartesi günü Mekke ve Medine arasında yer alan “Ebva” köyünde dünyaya geldi ve meşhur görüşe göre 183 veya 181, 186, 188 yılında Harun Reşit’in zindanında zehirlenip şahadete erdi. Bağdat’ın batı yakasında Kureyş Mezarlığı diye meşhur olan bir mezarlıkta toprağa verildi. Elbette bugün o bölgenin adı Kazımeyn şehridir. Şeyh Mufid şöyle demektedir: Bu mezarlık geçmişte Beni Haşim, kabile reisleri ve eşrafın defnedildiği yer idi. İmamın (a.s) annesi adı Endülüslü Hamide’dir. İlamu’l-Veri kitabında nakledildiği üzere İmam Kazım’ın annesinin adı, Hamide Berberiye veya Hamide Musaffa’dır. Ama Menakib kitabında Said Berberi kızı Hamide Musaffa “Lulu” künyesiyle Musa b. Cafer’in (a.s) annesi olarak zikredilmiştir.[3] Abdüssalih, Kazım, Sabır ve Emin İmam Kazım’ın lakaplarındandır. Şeyh Mufid şöyle demektedir: Eba İbrahim, Eba’l-Hasan ve Eba Ali İmam Musa Kazım’ın künyelerindendir. Bazıları Ebu’l-Hasan-i Evvel, Ebu’l-Hasan-i Sani, Ebu İbrahim, Ebu Ali ve Ebu İsmail’i de onun künyeleri olarak nakletmişlerdir.[4] Musa b. Cafer (a.s) döneminin en meşhur şairi, İmama ilgi duyan ve kendisiyle irtibatlı olan Seyid Hamiri’dir. [5]


Musa b. Cafer’in (a.s) İmameti


On iki imam Şiiliği nezdinde meşhur ve kesin olduğu üzere her imamın imametini belirleme ve ispatlamanın yolu, önceki imamın açık sözü ve normal insanların üstesinden gelemediği soru ve imtihanlardır. İmam Musa b. Cafer’in (a.s) imameti hakkında da sevinerek söylemeli ki onun imametini ispat eden birçok nass ve rivayet mevcuttur. İbn Sebbağ Maliki şöyle söylemektedir: Abdülala, Feyiz’den şöyle nakletmektedir: İmam Sadık’a (a.s) elimi tut, beni ateşten kurtar ve senden sonra kimin imam olacağını buyur, diye söyledim. Bu esnada henüz genç olan İmam Musa b. Cafer (a.s) içeriye girdi. İmam bu (Musa b. Cafer’e işaret ederek) sizin İmamınızdır, öyleyse ona yönelin diye buyurdu.[6] Şeyh Mufid bu hususta şöyle demektedir: Musa b. Cafer (a.s) değerli babasından sonra imam ve İmam Sadık’ın tüm evlatlarının önündedir. Çünkü:

1. Tüm fazilet ve güzellikler onda toplanmıştır.

2. Sahih ve muteber nasslar açıkça onun hakkında zikredilmiştir.

3. Değerli babası açıkça benim halifem ve benden sonraki imamdır diye buyurmuştur.[7]

Musa b. Cafer (a.s) Zamanındaki Halifeler

İmam Kazım’ın (a.s) imamet ve velayetinin başlaması, Abbasilerin hilafetinin istikrar ve sebata kavuşma dönemine denk düştü. Musa Kazım (a.s) en zalim ve zorba hükümdarların egemen olduğu bir dönemde imam oldu. Onların devlet ve hükümetleri içişleri açısından sakin idi ve hiçbir iç muhalefet ve çarpışma mevcut değildi. Bu sebat ve sakinlik hükümdarların rahatça kendi muhaliflerine egemen olmalarına ve onların davranış ve hareketlerini kontrol etmelerine imkan sağladı. İmam Kazım (a.s) dönemindeki zalim ve zorba Abbasi hükümdarları şunlardan ibaret idi:


1. Mansur Devaniki: Kardeşi Ebu Seffah’tan sonra kendisi Abbasi devletinin ikinci hükümdarıydı. O cimrilik ve kıskançlık ile meşhurdu. Bu yüzden Devaniki lakabını kendisine vermişlerdir. İhanet, kalleşlik, sözünü yemek ve vefasızlık onun diğer belirgin özelliklerinden idi.

2. Mehdi Abbasi: Boş iş, oyun ve kadına vb düşkünlüğü bu Abbasi halifesinin en meşhur özelliklerindendi. Bu tür meselelere aşırı düşkünlüğü, oğlu İbrahim’in Bağdat’taki şarkıcı ve okuyucuların reisi ve kızı İlliye’nin de şarkıcı, çalgıcı ve dansçılar grubunun üyesi olmasına neden oldu. Kendisi ve ailesinin bu tür ahlaki rezillikleri meşhur Arap şairi “Dubel Hazayi”’nin şiirlerinin birinde Abbasiler ve Aleviler arasında yaptığı mukayesede şöyle demesine yol açacak kadar ileriye gitmişti:

İlliye sizden miydi yoksa Beni Haşim’den

Şarkıcıların reisi İbrahim sizden miydi yoksa onlardan[8]

3. Hadi Abbasi: O, yirmi beş yaşında hükümdar oldu. Ehli Beytin (a.s) sert bir muhalifi ve düşmanı olup belalı bir hükümdardı. Öyle ki baş ve yüzünden bela akardı. Hayatı baştan sona gurur, büyüklenme ve gençliğe dayalı hamlık ve tecrübesizlik ile doluydu. Onun hükümdarlık dönemi Ehli Beyt ve Şiilerin zorlu dönemlerindendi. Meşhur tarihçi Mesudi Murucu’z-Zeheb kitabında Hadi Abbasi hakkında şöyle yazmaktadır: …Katı kalpli, kötü ahlaklı ve çirkin huyluydu. Beni Haşim ve Aleviler önderliğindeki başkaldırı ve hareketler Hadi Abbasi’nin hilafet döneminde başladı. Hüseyin b. Ali önderliğindeki “Fah” vakıası ö dönemdeki meşhur başkaldırılardandır. Bu hareket İmam Kazım’ın (a.s) tarafından teyit edilmişti; öyle ki İmam Musa Kazım (a.s) bu kıyamın önderini (Hüseyin b. Ali) şahadet ile müjdelemiş ve kendisine takva, direniş ve sabrı tavsiye etmiştir. İmam Musa Kazım (a.s) ona şöyle demiştir: “Sen öldürüleceksin. İyi savaş. Karşında olan kavim ve ordu günahkârdır…” Çok açık olduğu üzere onların hareketi karşısında İmamın (a.s) bu duruşu kendilerinin meşru olduklarının göstergesidir.

4. Harun Reşit: O servet biriktirme, israf, harem saray ve şarkıcı kadınlar ve dansçılar bulundurmada meşhur idi. İmamlar ve Beni Haşim’in soyundan gelen seyitlere yönelik husumet ve düşmanlığı zirveye çıkardı ve onları ortadan kaldırmaya çabaladı. Defalarca Musa b. Cafer’in (a.s) zindana atılması ve onun zindanda Sindi b. Şahek’in eliyle şahadete ermesi bu düşmanlıkların bir numunesidir.[9]

İmam Kazım’ın (a.s) Harun Reşit Karşısında Takındığı Tutum

Harun Reşit özellikle Alevilere yönelik zorbalık, tiranlık, katı kalplilik ve düşmanlık yapmakla meşhur olmasına karşın, tarihte İmam Kazım’ın (a.s) ona hiçbir önem vermediğine, ondan hiçbir şekilde korkmadığına ve çekinmediğine, Harun karşısında tam bir izzet ve cesaret ile durduğuna ve taşıdığı sorumluluk doğrultusunda en küçük bir sıskalık ve zafiyet göstermediğine tanıklık etmekteyiz. Tarih bu iddiaya tanıktır. Burada İmam Kazım’ın (a.s) Harun Reşit karşısındaki davranışlardan bir takım numuneler aktarıyoruz:

1. Harun Reşit ve Peygamber (s.a.a) İle Akrabalık Gösterişi
Hatip Bağdadi tarih kitabında şöyle nakletmektedir: Harun hac yolculuğunda Kureyş’in de etrafta olduğu bir sırada ziyaret etmek için Peygamberin (s.a.a) kabri başına gelir. İmam Kazım (a.s) da bu esnada orda yer alır. Harun, Peygamberin (s.a.a) kabri başına geldiği zaman ey Allah Resulü ve amcaoğlu sana selam olsun der. “Amcaoğlu” demesinin sebebi bu akrabalık bağıyla diğerlerine karşı gösterişte bulunmaktır. Bu esnada Musa b. Cafer (a.s) Allah Resulü’ne sana selam olsun ey baba diye buyurur. Harun Reşit bu sözü duyar duymaz çehresinin rengi değişiverir ve şöyle der: Ey Eba’l-Hasan gerçek üstünlük ve övgü budur.[10]

2. İmam Kazım (a.s) Tarafından “Fedek”’in Sınır ve Hududunun Belirlenmesi

Zamahşeri şöyle demektedir: Harun Reşit, İmam Musa b. Cafer’e şöyle der: Ey Eba’l-Hasan size geri vermem için Fedek’in sınır ve hududunu belirle. İmam bu işi yapmaktan kaçınır. Harun Reşit ısrar edince İmam (a.s) şöyle buyurur: Ben onun gerçek sınır ve hududunu belirleyeceğim. Eğer bu işi yaparsam onu geri vermezsin! Harun onun hududu ne kadardır ki ceddin hakkı için belirle diye söyler. Sonra İmam (a.s) şöyle buyurur: İlk sınırı Aden’e kadardır. Bu esnada Harun’un çehresi değişir ve devam et diye söyler. İmam ikinci sınırının Semerkant olduğunu buyurur. Bunu duyunca çehresi siyah kesilir. İmam üçüncü sınırının Afrika olduğunu söyler. Harun’un rengi kömür gibi olur ve devam et diye söyler. İmam dördüncü sınırının da Hazar ve Ermenistan’a kadar olduğunu buyurur. İş buraya varınca Harun şöyle der: Gel yerime otur! Buna göre bize bir şey kalmıyor! İmam şöyle buyurur: Sana Fedek’in sınırını belirlediğimde onu bize geri vermeyeceğini söylemiştim.[11] İşte burada Harun, İmam Kazım’ı öldürme kararını alır.

Naklettiklerine göre bir gün Harun Reşit, İmam Kazım’dan (a.s) şöyle sorar: Sizler Ali’nin (a.s) evlatları olduğunuz halde nasıl Allah Resulü’nün (s.a.a) evlatları olduğunuzu söylüyorsunuz.? Çünkü erkek anne aracılığıyla değil, baba aracılığıyla ceddine mensup olur. İmam (a.s) bunun cevabında şu ayeti okur: “Zürriyetinden Dâvud’u, Süleyman’ı, Eyyub’u, Yûsuf’u, Mûsâ’yı ve Hârûn’u da. İyilik yapanları işte böyle mükâfatlandırırız. Zekeriya’yı, Yahya’yı, İsa’yı, İlyas’ı doğru yola erdirmiştik. Bunların hepsi salih kimselerden idi.”[12] Oysaki Hz. İsa’nın babası yoktu ama annesi aracılığıyla o peygamberlere müntesip olmuştur. Bu şekilde biz annemiz Fatıma Zehra (a.s) aracılığıyla Peygambere ulaşmaktayız. Aynı şekilde Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Sana (gerekli) bilgi geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışacak olursa, de ki: Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı çağıralım. Biz de siz de toplanalım. Sonra gönülden dua edelim de, Allah’ın lânetini (aramızdan) yalan söyleyenlerin üstüne atalım.”[13] Peygamber (s.a.a), Hıristiyanlar ile bu restleşme esnasında Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin (a.s) dışında hiç kimseyi davet etmemiştir. O halde Hasan ve Hüseyin Peygamberin (s.a.a) evlatlarıdır.[14]

Musa b. Cafer’in İlim ve Ahlakı

Değişik ilimlerdeki İmamın (a.s) geniş ilmi ve onun ahlaki ve manevi erdemleri hakkında birçok rivayet mevcuttur. İmam Musa Kazım değişik ilimleri kendisinde toplamaması, ahlaki ve manevi kemal ve erdemleri taşımaması mümkün müdür; zira o nübüvvet evi, risalet kaynağı ve meleklerin indiği yerde yetişmiştir. Bu alandaki rivayetler çoktur. Burada onlardan üç numuneye işaret edeceğiz:

Ebu Hanife şöyle demektedir: İmam Sadık (a.s) zamanında hacca gitmiş idim. Medine’ye ulaştığım zaman kendisinin evine gittim. Kapı önünde kendisinin izin vermesi için beklemeye başladım. Bu esnada bir erkek çocuğu evden dışarı çıktı. Ondan tuvalet nerede diye sordum. Bekle dedi ve sonra duvara yaslandı, oturdu ve şöyle dedi: Akarsu kenarında, meyve ağaçları altında, mescit avlusunda ve yol üzerinde su dökmekten ve hacet gidermekten sakın. Duvarın arkasına git ve kıbleye arkanı ve önünü dönmekten kaçın…” Ebu Hanife şöyle devam eder: Bu çocuktan bu sözleri duyunca şaşırdım ve ondan adını sordum. Ben Musa b. Cafer’im diye söyledi. Ey genç günah ve isyan nedir diye kendisinden sordum. Cevap olarak şöyle dedi: Günah ve isyan için üç hal tasavvur edilebilir:

1. Günahın kul tarafından olmayıp Allah tarafından olması. Bu durumda Allah’ın mürtekip olmadığı bir şey yüzünden kulu cezalandırması uygun değildir.

2. Günahın Allah ve kul tarafından ortak yapılması. Bu durumda da güçlü ortağın zayıf ortağa zulüm yapması uygun değildir.

3. Günahın kul tarafından yapılmasıdır ve doğrusu da budur. Bu durumda eğer Allah kulunu bağışlarsa, bu O’nun cömertlik ve lütfüdür. Eğer cezalandırırsa kulun günah ve itaatsizliği sebebiyledir.

Ebu Hanife şöyle demektedir: Bu sözleri bu erkek çocuktan (Musa b. Cafer) duymayla cevabımı aldım ve İmam Sadık’ı (a.s) görmekten vazgeçtim. İbn. Şehr Aşub Menakib adlı kitabında hadisin sonunu şöyle nakletmektedir: Bu sözleri ondan (İmam Musa Kazım) duyduktan sonra o gözümde büyüdü, gönlümde yer edindi ve içten şu ayeti okudum: “Onlar birbirlerinden (türeme tek) bir zürriyettir.”[15] Bilginler, değişik ilim dallarında kendisinden birçok rivayet nakletmiştir ve dini metinlerimiz bu ilimlerle doludur.[16]

——————————————————————————————————

[1] el-Maşcerü’l-Vafi, Seyid Hüseyin Ebu Saide el-Musevi, Daru’l-Mehcebeti’l-Beyza.

[2] Ve Fi Rehab-i Eimet-i Ehli’l-Beyt (a.s), Seyid Muhsin Emin, s. 80.

[3] a.g.e.

[4] Bkn: İrşad, Şeyh Mufid; Menakib, İbn. Şehr Aşub; Metalibu’s-Sual, İbn. Talha.

[5] a.g.e.

[6] el-Fusulu’l-Muhimme, s. 231.

[7] Musa b. Cafer’in (a.s) imameti hakkında gelen nasslar hakkında bilgi edinmek için bkn: afi, c. 1, s. 307-311; İspatu’l-Hudat, s. 3, s. 156-170.

[8] Divan-i Dubel Hazai.

[9] Daha fazla bilgi için şu adrese müracaat edin: Tarih-i Hülefa, Suyuti; Murucu’z-Zeheb, Mesudi; İrşad, Şeyh Mufid.

[10] Vefayatu’l-A’yan, , c. 5, s. 9.

[11] Rebiu’l-Ebrar, c. 1, s. 315.

[12] Enam, 84-85.

[13] Ali İmran, 61.

[14] el-Fusulu’l-Muhimme, s. 338; Ayat-i Enam, 84; Ali İmran, 61.

[15] Tuhafu’l-Ukul, s. 303;  Menakib, İbn. Şehr Aşub, c. 4, s. 314.

[16] Mekatilu’t-Talibin, s. 499-500; Tarih-i Bağdat, s. 28.