“Akıllı insanın göğsü sırrının sandığıdır.” Nehc’ul-Belağa, 6. hikmet İmam Ali (a.s)

Mutluluk Anahtarı

Mutluluk Anahtarı

Vazifeyi Yapmak Mutluluk Sermayesidir
Vazifeyi yapmak, insanı canı gönülden koruyan ve onu mutluluk yoluna çıkaran şefkatli bir anne gibidir. Filozoflar şöyle diyor: Vazifeyi yapmak bir kapıdan çıkarsa, bedbahtlık diğer kapıdan içeri girer.
Resulullah (s.a.a) buyuruyor ki:
 “Fırsatlar bulutlar gibi (gelip) geçmektedir; onları ganimet bilin, vazifeyi yapmada tembellik etmeyin, bugünün işini yarına bırakmayın.”
Eğer bugün vazifeyi yapmaz iseniz, yarın pişman olursunuz ve bu pişmanlığın size bir faydası olmaz.
Hz. Ali (a.s) da şöyle buyuruyor:
“Kalk fırsatı ganimet say, onu değerlendir; aksi takdirde geçmişin hasreti ve geleceğin arzusunun hiç faydası olmayacaktır. Zira geçmişler geçmiştir, gelecek de gelmemiştir; bu iki vaktin arasındaki fırsatı, mutluluğa erişebilmek için ganimet bilip vazifeyi yapmalısın.”


Vazifeyi Tanımak
Her müslümanın vazifesi, İslam’ın yüce öğretim düsturlarını Kur’ân-ı Kerim’den alıp Peygamber-i Ekrem (s.a.a)’in nassıyla tayin olan ilahi evliyaların beyanı ile kendi vazifesini teşhis etmesi ve vazifesini yapma yolunda adım atmasıdır. Zira Resulullah (s.a.a) buyurmuştur ki:
“Ben aranızdan ayrılıyorum, ama iki değerli sermaye (Kur’an ve Ehl-i Beyt) aranızda bırakıyorum, onlara sarıldığınız müddetçe kesinlikle sapıklığa düşmezsiniz.” 
Her müslümanın vazifesi ile ilgili bir araya toplanmış olan değerli risalelerden biri de İmam Zeyn’ul- Abidin (a.s)’ın “Hukuk Risalesi”dir. İlahi ilmin kaynağından ilham alınmış olan bu kitapta her ferdin diğerlerine karşı vazifesi kamil bir şekilde açıklanmıştır. Onu özet olarak üç bölüme ayırabiliriz:
1- İnsanın Allah’a karşı vazifesi.
2- İnsanın kendisine nispet vazifesi.
3- İnsanın diğerlerine karşı vazifesi.


İnsanın  Allah’a Karşı Vazifesi
Mutluluğun ilk şartı Allah’ı tanımaktır. Zira varlık alemini bu azametle yaratan Allah’tır ve bu alemdeki bütün güzellikler ve kemaller O’ndandır. Binaenaleyh ilk önce bu varlık alemini yaratanı tanımalı ve daha sonra O’nun dergahına tazimde bulunmalıyız. Çünkü Ku’an-ı Kerim’in nassıyla, cin ve insanların yaratılışının illeti gaisi tek olan Allah’ı tanımak ve O’na ibadet etmektir. (1) Öyleyse sadece Allah’ın emirlerine uymak, O’nun rızasını elde etmek ve düsturlarından çıkmamak gerekir.


Kendini Tanıma
İnsan Allah’ı tanıdıktan sonra kendisini tanımalıdır, kedisini tanımadıkça ve kendi gerçek değerini idrak etmedikçe kendi kadir ve kıymetini bilmez. Ey insan şunu bilmelisin ki yer ve gök varlıklarından hiçbirisi senden üstün değildir, bunlar senin için musahhar kılınmıştır, fakat sen kendi kadrini bilmeyerekten kendini bedava olarak ona buna satmışsın, eğer kendi değerinin bilincinde olursunsa kendini ucuz satmazsın; sen Allah Teala’nın seni kendi halifesi olarak seçtiği bir yaratıksın. (2)
Allah sadece seni yaratmakla övünmüş ve iftihar etmiştir. (3)
Varlıklar arasında keramet ve şerafet tacını senin başına koymuştur (4)
Hadisi kudside de şöyle buyurmuştur:
“Ey insan bütün varlık dünyasını senin için ve seni de kendim için yaratmışım.”
Öyleyse kendi kadrini bil ve Allah’dan gayrisi için kendini satma; aksi taktirde zararlı çıkarsın.
Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor:
“Ey insan kendi değerini bil, sen küçük bir cisim olduğunu mu sanıyorsun oysa ki daha büyük bir alem sende özetlenip dürülmüştür.”
O halde kendi kadrini bil ve ömrünü Allah’ın rızası dışında sarfetme.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle gelmiştir:
“Görmüyor musunuz ki, şüphesiz Allah, göklerde ve yerde olanları emrinize amade kılmış, açık ve gizli sizin üzerinizdeki nimetlerini genişletip tamamlamıştır.” (5)
Öyleyse mutluluk yolunda bunca değerli sermayelerden faydalan ve vazifeyi yapmakla mutluluğa kavuş.


İnsanın Kendisine Nispet Olan Vazifesi
İnsan iki tezat ve muhtelif güçten yaratılmıştır; biri melekutî, diğeri ise şeytanî. Melekutî güç onu iyiliğe, şeytanî güç ise onu kötülüğe doğru çekmektedir. Bu iki mütezad güç daima birbirlerini mağlup etmek için çaba sarfediyorlar, insanın kalbini kendilerine savaş alanı yapıyorlar; bu savaş alanından muzaffer olarak dışarı çıkan yani melekuti gücü şeytani gücüne galip olan kimse en mutlu kimsedir.
Ama heva ve heveslerine esir düşen, fazilet ve takva meleğini şeytanî isteklerle bağlayın ve bu dahilî düşmanı kendi akıl ve ruhuna musallat kılan kimse ne de bedbaht ve zavallı kimsedir.
Hz. Ali (a.s) buyurmuştur ki:
“Sizin batini olan en katı düşmanınız nefsi isteğinizdir.” 
Zira hiçbir düşmanın zararı bu dahili düşman kadar insana yetişmemektedir En büyük cihat nefse karşı yapılan cihattır. Hz. Resulullah’ın ashabı savaştan döndüklerinde Hazret onlara şöyle buyurdu:
“Şimdi siz küçük cihattan döndünüz ama büyük cihadınız duruyor,o büyük cihat ise nefse karşı cihattır.” 
Hz. Ali de şöyle buyuruyor:
“Eğer şecaat ve yiğitliğinizi denmek istiyorsanız nefsi istekler karşısında direnişinize bakın; kim nefsi isteklerine galip olursa o daha şecaatlidir.” 
Güreşte bir kahramanı alt etmek yiğitlik değildir; yiğitlik savaş vakti nefs-i emmareyi yenen kimsedir.


Kendini Koruma
Herkesin şahsiyeti ve değeri, nefsanî isteklerin karşısında kendini koruma derecesine bağlıdır; aksi takdirde denizde fırtınaya uğrayan bir kayık gibi daima sarsıntı ve ıztırap halinde olacaktır. Kendisine hakim olmayan kimse hiçbir zaman mutluluk yüzü görmeyecektir. Bir sivrisinek gibi fırtınalar karşısında ıztırap ve zorluklara düşecektir. Ama kendi nefsanî isteklerine hakim olan kimse, kendi vücudunun gemisini zamanın tehlikeli okyanuslarında şecaat ve ustalıkla ileri götürüp gidebilen bir kaptana benzer. Zorluk fırtınaları ona yöneldiğinde yüce hedefine ve mutlu hayatına doğru ileri gider.


Yaratılıştan Hedef
Biz seyir, tekamül ve insaniyetin kutsal hedefine ulaşmak için dünyaya gelmişiz. Allah tarafından Peygamberlerin ve onların hayat bağışlayıcı düsturlarının gelmesi bizi, sonsuz mutlu bir hayat için davet etmiştir. (1) Zira İlahî elçilerin gelmesi insaniyeti diriltmek, istidatları filizlendirmek ve insanların değerli cevherlerini istihraç etmek içindir. Zira insanlar altın ve gümüş. Madenleri gibi madenlerdir.
Bu yüzden Resulü Ekrem şöyle buyurmuştur:
 “Güzel ahlakları sizde tamamlamam için peygamberliğe seçildim (size doğru gönderildim.)”


Kemale Doğru
Bizim hareket çizgimiz bellidir, hepimiz insanlığın nihayet derecesi ve Hakka yaklaşmak olan mutlak Kemale doğru hareket etmekteyiz (6)  
Hakka yaklaşmak ve mutlak kemale erişmek için İlahi sıfatları vücudumuzda bulundurmalıyız; aksi takdirde tabiatın yaratıcısına muhalif olarak gerileme seyir içerisinde kalırız. Örneğin: Bir ağaç gelişip filizlenmekten geri kalırsa kurur, kuruyunca da köylünün keseri onu parçalar ve sonuçta yakılıp kül olur.
Önümüzde engeller olsa da yavaş yavaş hedefe doğru ilerlemeliyiz ve ümitsizliğe kapılmamalıyız. Suç olursa kendimizdedir; hiç kimse suçumuzun sorumlusu değildir.


Direniş ve Sabır
Hayatın bu tehlikeli yolculuğunda çalışıp çaba sarf etmemiz ve direnişli olmamız gerekir. İlk önce hedefimizi -ki en yüce hedef de Allah’tır- belirlemeliyiz. Sonra Allah’ın rızasını tanımak yolu olan hedefe ulaşmak yolunu teşhis etmeliyiz.
“Şüphesiz; ‘Bizim Rabbimiz Allah’tır’ deyip sonra dosdoğru bir istikamet tutturanlar (yok mu); onların üzerine melekler iner (ve der ki:) Korkmayın ve hüzne kapılmayın, size vaat olunan cennetle sevinin.” (7)


Mutluluğun İki Büyük Amili
Kur’an-ı Kerim’de insanın mutluluk ve saadetinin defalarca şu iki etkene bağlı olduğu vurgulanmıştır:
1) Allah’a iman etmek
2) Salih amel yapmak.
O ayetlerden biri şudur:
“Erkek olsun, bir mümin olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle mutlaka veririz.” (8)


Başarının Sırrı
Başarının sırrı ilk önce Allah’a gerçek olarak iman etmektir. Zira ıztırap ve üzüntüler saldırdığında sığınacağımız en iyi yer bizi koruyan Allah’ın sonsuz lutfuna iltica etmektir. Bildiğimiz gibi yaşantı fırtınalı bir denize benzer daima halden hale değişmektedir. Öyleyse kendimiz için bir sığınak yeri bulmalıyız; mihnet ve üzüntüden kurtulup vazifemizi yapmaya koyulmalıyız. Allah’ı anmaktan başka hiçbir şey ruhumuzun rahatlığına sebep olamaz. Nitekim Allah Teala şöyle buyuruyor:
“Bunlar, iman edenler ve kalpleri Allah’ın zikriyle mutmain olanlardır; kalpler yalnızca Allah’ın zikriyle mutmain olur.” (9)
“Haberiniz olsun; Allah’ın velileri, onlar için korku yoktur, onlar mahzun olacak değildirler.” (10)
Çünkü bunlar, Allah’ın her anda gücünün nihayeti olmayacağını ve onları koruyacağını çok iyi bilmekteler.
Nitekim Hz. Sadık (a.s) şöyle buyurmaktadır:
“Müminler sağlam bir dağ gibidirler, fırtınalar onları yerlerinden oynatamaz.”
İnsan öyle bir yere ulaşır ki Allah’dan başka bir şey görmez. Öyleyse bak-gör insanın makamı ne kadara yücedir.


Bedbahtlığın İki Büyük Amili
Şeytanî iki büyük amil olan gazap ve şehvet insanın bedbahtlık ve helaketine sebep olmaktadır. Zira akıl ve şeriatın buyurduğu şekilde olmaksızın kayıtsız şartsız onlara uymak insanı, insaniyetin yüce makamından aşağı düşürür; hayvanlık alemine hatta Kur’an’ın nassına göre daha aşağıya bile düşürür. (11)


Şehvetin Tehlikeleri
Bazı akılsızlar kendi şahsiyet ve insanî değerinden o kadar gafiller ki ellerinde olan maddi ve manevi sermayelerini şehvete (nefsani isteklere) uyarak boşu boşuna elden veriyorlar; bir an hevese uymakla ömür boyu pişmanlık duymak mecburiyetinde kalıyorlar.
Heva ve heves peşice gitmek, bugün genç nesli kötü bir duruma düşüren büyük bir tehlikedir. Onları cinsi garizeler altına sokmuştur. Hayatlarının baharı olan gençlik günlerini heva ve heveslerle geçirirler, ihtiyarlık döneminde ise ömrünün sermayesini nasıl boşu boşuna elden verdiklerini anlar ve teessüf etmeğe başlarlar; bunun da artık onlar için hiç bir neticesi olmaz.
Ey genç itaat yolunu bu gün tut.
Artık yarın ihtiyarlıktan gençlik doğmaz.
Yaşantıda uzak görüşlü ve tedbirli davranmak ve beklenmedik olaylara karşı mücadele vermek için kuşanmak gerekir. Hayat mücadelesi alanında muzaffer olan kimseler, yıllar boyunca çile ve üzüntüler çekmiş ve mücadele için kendilerini hazırlamışlardır.
Allah Teala buyuruyor ki:
“Doğrusu insana kendi (emek ve) çabasından başkası yoktur. Şüphesiz kendi (emek ve) çabası da görülecektir.” (12)
Bu iki dahili asi güç olan şehvet ve gazap, akla tabi olmalıdır. Önemli olan insanın yaşam sahnesinde hem dahili düşmana ve hem de harici düşmana karşı savaşmasıdır. Ama daha önemli mücadele, iman evinde yerleşen hırsıza karşı mücadele vermektir. Zira bu düşman, daima vesvese ederek gazap ve şehvetin iktiza ettiği kötü işe ve insanlığa aykırı olan şeylere doğru bizi sürüklemektedir. Biz daima uyanık olmalıyız; bu ocak söndürücü düşmana karşı savaşmalıyız; aksi takdirde yakamızdan asılıp bizi bedbaht eder.


Gazabın Tehlikeleri
 Sinir, gazap, öfke vs. insanın huzurunu bozan ve sahibini bedbahtlığa sürükleyen amillerdendir. Bunlar kimin yakasından asılırsa artık onda rahatlık ve huzur diye bir şey bırakmaz.
Eğer ilk günden beri bu tehlikeli düşmanın bize musallat olmasına titizlikle mani olsaydık, kendi rahatlığımıza ve diğerlerinin rahatlığına büyük bir katkımız olurdu. Bir adama sinirlenmek istediğiniz zaman bir an durup düşünün, bir an sinirlenmekle ne kadara üzüntülere duçar olacağınızı ve ne kadar maddi ve manevi zarar göreceğinizi hatırlayın.
Eğer serkeş nefsin yularını elinizde bulundurur ve sinirinize hakim olsaydınız, o üzüntülü ve gamlı günler, rahatlık ve huzurla geçmiş olacaktı. Eğer kendinize acıyorsanız, siniri kendinizden uzaklaştırın, uzaklaştırdığınızda sinirinizin ateşi söner ve bu ocak söndürücü beladan kurtulmuş olursunuz. Bir kaç gün geçtikten sonra sinirlenmek için bir bahane bulamadığınızda rahatlık ve huzurun tadını o zaman anlarsınız. Bir müddetten sonra sabır ve vakarlılığın ne miktarda sevinç verici olduğunun farkına varırsınız. Gazap gücü olan bu nefs heyulasının elinden kurtulmuş ulusanız kendinizi mutlu görmelisiniz. Çünkü fesat etkenlerinden birini ayak altına alıp insanlığın kemaline doğru bir basamak yukarı çıkmışsınız. Bu yüzden Allah Teala da bu vasıflara sahip müminler hakkında şöyle buyuruyor:
“Onlar, öfkelerini yenenler ve insanlardan bağışlama ile vazgeçenlerdir. Allah iyilik yapanları sever.” (13)   


Makalenin Özeti
Vazifeyi yapmak insanı mutluluğa doğru götürür. Vakti ganimet bilip geçici fırsatlardan yararlanmamız gerekir. Bugünün işini yarına bırakılmamalıyız. Zira geçmişin hasretinin faydası olmaz. Zamanı elden vermeden gereken vazifeyi çaba sarfederek tamamıyla mükemmel bir şekilde yapmalıyız Elbette vazifeyi yapmanın şartı vazifeyi bilmektir. Dünyanın ve vücudumuzun yaratılışından hedefin ne olduğunu bilmemiz gerekir.
Daha sonra bu kutsal hedefe ulaşmak için yaşantı programımızı iyice bilmeli ve bunları bildikten sonra, mutluluk ve saadete erişmemiz için istikamet ve sabırsa hedefe doğru etkili adımlar atmalıyız. Bu kutsal hedefe ulaşmak, şu üç vazifeyi bilmeksizin mümkün değildir: 1-)İnsanın Allah’a karşı vazifesi.2- İnsanın kendisine Nispet vazifesi 3-) İnsanın diğerlerine karşı vazifesi.
Peygamberlerin ne için gönderildiklerini de insanın bilmesi gerekir. Onlar insanları, tahrip edici heva ve heves güçlerinin pençesinden kurtarmak, Allah’ın insanlarda emanet bıraktığı insanî sıfat ve faziletleri diriltmek ve bu istidatlarla insanı insaniyet kamaline ve kurb- u Hakk’a ulaştırmak ve ruhu, kuds- i ilahî melekut alemini seyredeceği bir makama eriştirmek için gelmişlerdir. Bu en son tekamül seyri iki büyük amil (Allah’a iman etmek ve salih amel) olmaksızın insan için mümkün değildir. Kur’an- ı Kerim’de de insanın saadet ve kemalinin bu iki amile bağlı olduğu apaçık bildirilmektedir.
İlk önce Şia’nın usul- i akaidine istidlal ve burhanla itikat etmek, Allah’ı hazır ve nazır bilmek ve daima O’nu anmak, saadet ve mutluluğun şartlarındandır. Bu iman ruhu ve ihlasla, dinî vazifeleri ve ilahî düsturları mümkün olduğu kadar yapmamız gerekir.
Bu iki büyük güçle (Allah’a iman ve salih amelle) bedbahtlığa sebep olan iki amilin (şehvet ve gazabın) önünü almak, kayıtsız şartsız bunlara teslim olmamak ve onları, nefsin heva ve heveslerine değil akıla uymaya mecbur kılmak gerekir. Mutlak kemale ermek saadet ve mutluluğa kavuşmak ve bu dünyada huzurlu ve tatlı bir hayat yaşamak, ahirette ise Allah’ın sonsuz nimetlerinden yararlanmak için tam gücümüzle çalışıp gayret etmeliyiz.
Allah cümlemizi. Allah’a inanan, Muhammed ve Ehl- i Beyt’ine canı gönülden bağlanan kimselerden kılsın. Amin amin ya Rabb’el- alemin.
KAYNAKLAR:
1- Zariyat/56.
2- Bakara/30.
3- Muminun/14.
4- Fecr/70.
5- Lokman/20.
6- “Elbette son varış, Rabbine olacaktır.” (Necm/42)
7- Fussilet/30.
8- Nahl/97.
9- R’ad/28.
10- Yunus/62.
11- “Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha aşağılıktırlar.” (A’raf/179).
12- Necm/39).
13- Âl-i İmran/134