“Adalet baldan daha tatlıdır, yağdan daha yumuşaktır ve miskten daha güzel kokuludur.” a. g. e. s. 147/15 İmam Sadık (a.s)

Şeyh Tûsi’nin Siyasi Görüşleri

Şeyh Tûsi’nin Siyasi Görüşleri

Soru

Şeyh Tûsi’nin siyasî düşüncesinin devletsel boyutlarını açıklar mısınız?

Kısa Cevap

Şeyh Tûsi’nin devlet hakkındaki siyasî düşüncesinin değişik boyutları vardır:

1- İslâm Devletinin Hedefleri: Şeyh Tûsi İslâm devletinin nihaî hedeflerinin şunlar olduğuna inanmaktadır:

1- 1- Toplumda düzen ve emniyetin sağlanması. Bunların olmaması durumunda kaos hâkim olacaktır.

1- 2- Toplumsal adaletin sağlanması. Adaletli ve halkın onayını almış bir devlet ve lider iş başına gelirse, zalimlerden mazlumların hakkını alacak ve adalet sağlayacaktır.

1- 3- Müslümanların bağımsızlık ve izzetinin sağlanması. Fakihlerin “nefy-i sebil” diye adlandırdıkları kaideden esinlenen Şeyh Tûsi bunu daha kapsamlı hale getirmiş, değişik fıkıh konularında uygulamış ve bu yolla Müslümanların bağımsızlık ve izzetini dile getirmiştir.

2- İslâm Devletinin Alanı: Şeyh Tûsi’nin bakışında bir takım hususlar İslâm devletinin alanına girmektedir. Bu hususlar aşağıdaki başlıkları kapsamaktadır:

2- 1- Hüküm ve dinî öğretileri açıklamak.

2- 2- Toplumda yargıya dikkat etmek.

2- 3- Siyaset belirleme ve halkın işlerini düzenlemek.

Şeyh Tûsi kitaplarında yukarıdaki hususlara olumlu bakmış ve onları onaylamıştır.

3- Halk ve Devlet: Bu hususta Şey Tûsi halk ve devletin karşılıklı ilişkisini değerlendirmiştir. Halkın rolü ve halk ile önderliğin iki yönlü nezaretini işlemiştir.

Ayrıntılı Cevap

Şeyh Tûsi’nin devlet hakkındaki siyasî düşüncesinin değişik boyutları vardır:

1- İslâm Devletinin Nihaî Hedefleri:

Dinî ve ilahî bir devlette bir takım hedef ve gayeler idealdir. Bazılarına işaret ediyoruz:

a) Toplumda Düzen ve Emniyetin Sağlanması: Düzen ve emniyet çok önemli iki konu olup her bölge halkının öncelikli ihtiyaçlarındandır. Bunların olmaması durumunda toplum yok ve zeval olmaya yönelir. Şeyh Tûsi bazı kitaplarında; halkın düzensizlik ve emniyetsizlikten kaynaklanan bozgunculuk ve anarşi girdabından kurtulması için bir devletin varlığıyla sağlanan düzen ve emniyeti önemseyici bir takım cümleler sarf etmiştir.[1]

b) Kur’ân-ı Kerim şöyle buyurmaktadır:

“Andolsun, biz elçilerimizi açık mucizelerle gönderdik ve beraberlerinde kitabı ve mizanı (ölçüyü) indirdik ki, insanlar adaleti yerine getirsinler.”[2]

Bundan dolayı peygamber ve ilahî önderlerin önemli hedeflerinden biri de onların programlarının başında yer alan toplumsal adaleti yaymak ve sağlamaktır. Adalet konusu toplumda çok önemli bir husus olması nedeniyle Allah Resulü (s.a.a) meşhur bir hadiste şöyle buyurmuştur:

“Devlet ve hâkimiyet küfür ile baki kalabilir ama zulüm ile baki kalamaz.”[3]

Şeyh Tûsi adaletli ve halkın onayını almış bir devlet ve liderin iş başına gelmesi durumunda bunun en önemli getirisinin mazlumların hakkının zalimlerden alınacağı olduğuna inanmaktadır. Zira bu hususun tahakkuk etmesiyle söz konusu toplumda yaşayan yurttaşlar mutluluk ve esenliğe ulaşacak, kötülük ve bozulmadan uzak kalacaktır. Eğer adaletli bir devlet iş başında olmazsa, kötülük her yeri kapsayacak ve yaşamda kaos çıkacaktır.[4]

c) Müslümanların Bağımsızlık ve İzzeti: Büyük Şia fakihlerinin dile getirdiği konulardan biri de fıkıh bahislerindeki “nefy-i sebil kaidesi” dir. Onlar bir taraftan diğer semavî dinlerin mensuplarına yönelik İslâm’ın saygısını hatırlatarak şöyle demektedir: Diğer semavî dinlerin mensuplarının da Müslümanlar gibi bir takım hakları vardır. Öte taraftan da şu önemli hususu vurgulamaktadırlar: İslâm toplumu ve İslâm’dan ilham alan İslâm devleti zalim olmadığı ve bir kimse veya bir topluma zulüm etmediği ve zulmü hoş görmediği gibi küfrün egemenliğini de kabul etmemelidir. Bu kaidenin bir Kur’ân âyetinden alındığı kanısındadırlar. Âyet şöyle buyuruyor:

“Allah, müminlerin aleyhine kâfirlere hiçbir yol vermeyecektir.”[5]

Şeyh Tûsi de fıkıh konuları bağlamında değişik yerlerde bu âyete isnatta bulunmuş ve âyeti teyit ederek şöyle demiştir: Özel bir delilin müstesna kıldığı durumlar hariç bu kaide kuşatıcıdır ve tüm hükümleri kapsar.[6]

2- İslâm Devletinin Alanı:

Her devletin yetki alanı uzman ve yetkililerinin düşüncesi esasınca şekillenir. İslâm da kendine ait makbul devlet ve dindar yöneticiler için devletin yetki alanlarını açıklamıştır. Şeyh Tûsi de büyük bir fakih olarak İslâm perspektifinden devletin yetkilerini dile getirmiş ve açıklamıştır. Belirtilenlerden anlaşıldığı üzere Şeyh Tûsi açısından devlet Allah’ın hâkimiyeti esasınca tahakkuk etmelidir. Bu önemli rol ilk olarak bir takım özellikler taşıyan, İslâm toplumunu geliştirmeye ve kalkındırmaya ve dinî ülkülere doğru yöneltebilmeye kadir olan peygamber ve imamlara (a.s) düşmektedir. Gıybet asrında bu önderlik yine sürer, Şia fakihleri bir takım yetkiler taşır ve bazı vazifeler üstlenir. Bunların bir bölümüne işaret ediyoruz:

a) Hüküm ve Dinî Öğretileri Açıklamak: Bu vazife ilk başta ilahî peygamberlerin uhdesindeydi. Onlardan sonra da vasi ve halifeler bunu sürdürmüşlerdir. Gaybet zamanında ise İslâm uzmanları ve büyük fakihlerin sorumluluğuna bırakılmıştır. Şeyh Tûsi bu hususta şöyle buyurmaktadır: Bizim (Şiiler) yanımızda belli olduğu üzere hükümlerin açıklanması ve fetva verme görevini gaybet zamanında siyasal ve toplumsal hadiseler hakkında hüküm verme ve karar almanın kendilerine bırakıldığı kimseler uygulayacaktır. Onlar (âlim ve fakihler) Şii’dir ve bu makam ve rütbeye layık kimselerdir.[7]

b) Toplumda Yargıya Dikkat Etmek: Yargı ve adalet her zaman İslâm ve ilahî peygamberlerin öğretilerinde öneme sahip olmuştur. İhtilaflar ve bireyler arasındaki çekişmelerin çözümü için yargı zorunlu bir unsurdur. Kur’ân-ı Kerim şöyle buyuruyor:

“Ey Davud! Gerçekten biz seni yeryüzünde halife yaptık. İnsanlar arasında hak ile hüküm ver.”[8]

Bir toplumda adil bir yargı sisteminin varlığıyla mazlumlar himaye edilecek ve zalimlerin önü kesilecektir. Dolayısıyla İslâm dininde önemli ve iş bitiren hususlardan biri; özel şartlar ile gerçekleşen, siyasal düzen ve İslâm devletinde birçok etkisi olan yargı ve yargıçlık konusudur. Şeyh Tûsi yargıyı gerekli şartları taşıyan bir gurup bireyin üstlenmesi ve amelî kılması gereken farzlardan bilmekte ve şöyle demektedir: “Halk arasında hüküm vermek ve birbiriyle ihtilaflı bireyler arasında yargıda bulunmak, sadece meşru bir başkanın izin verdiği kimseye aittir. Bu görevi Masum (a.s), (imamların toplumda bulunmadıkları zaman) Şia fakihlere bırakmıştır. Bundan dolayı yapabilen herkes yargıçlık yapmalıdır…”[9]

c) Siyaset Belirleme ve Halkın İşlerini Düzenlemek: Başkanın vazifelerindeki asıl ve mihversel nokta, önceki konuları da kapsayan siyaset belirleme ve halkın işlerini düzenlemektir. Örneğin yargı ve yargıçlık için bireyler tayin etmek siyaset belirlemenin örneklerindendir. Had ve ilahî buyrukları uygulamak da başka örnekleridir. Zira bir toplumda had ve cezalar uygulanmazsa bozguncu ve isyancılar toplumu keşmekeşe sürükler. Ama kanun ve hadlerin uygulanmasıyla topluma sükûnet hâkim olacaktır. Cihat ve düşmanlar ile savaşmak işlerin düzenlenmesinin mihver ve örneklerindendir.

Şeyh Tûsi bu hususta şöyle demektedir: Düşmanlar ile mücadele etmek ve yurttaşları savunmak İmam’ın (a.s) vazifelerinden biridir.[10] Saldırgan bir düşman İslâm topraklarına hücum ettiği zaman savunma yapmak herkesin görevidir ve İmam’ın (a.s) hazır olması şart değildir.[11] Siyasal düzen için ekonomi ve mali sistemin yapılandırılması da siyaset belirlemenin bir başka örneğidir. Zira mali kaynaklar ve onların dağıtılması her düzen ve devletin temel meselelerindendir. Şia fıkhında zekât, humus, cizye ve ganimet gibi hususlardan malî kaynaklar olarak söz edilmiştir. İslâm toplumunun önder ve başkanı, bunların toplanması ve uygun yerlere dağıtılması konusunda girişimde bulunmalıdır.

3- Halk ve Devlet:

Temeli semavî ve ilahî öğretiler üzerine kurulan ve din buyruklarının uygulanması gereken dinî bir devlette halkın rolü ve halk ile önderliğin iki yönlü nezareti dikkate değer bir husustur. Bir taraftan önderlik toplum işleriyle ilgili karar almada halka danışıp sonra karar alırken, öte taraftan da toplumdaki bireyler devlet işlerine nezaret edip yapıcı öneri ve eleştiriler sunmaktan kaçınmaz. Şeyh Tûsi “Telhisu’ş-Şafi” adlı kelam kitabında ilkönce ümmetin imam ve önderin varlığı sayesinde elde ettiği menfaatleri belirtmiş ve sonra da halkın vazifesini açıklamıştır.

Şeyh şöyle demektedir: “Halkın imamdan faydalanması üç kısımdan ibarettir: İlk kısmı ilahî fiilledir. Diğer kısmı imam yerine getirir. Üçüncü kısmı ise halk gerçekleştirir. İlahî fiil ve vazife; Allah’ın imamı yaratması, onu bilgi ve ilimler ile donatması, bu rolü gerçekleştirme imkânları ve yüce konumu kendisine vermesi ve sonuçta ise bu ağır sorumluluğu üstlenmeye onu görevli kılmasıdır. İmam tarafından gerçekleştirilen diğer kısım, bu vazifeyi kabul etmek ve böyle bir görevi yerine getirmek için kendini hazırlamak ve gerekli altyapıyı oluşturmaktır. Üçüncü kısım ise bu alanda halkın konumunu belirlemektedir. Şeyh Tûsi bununla birlikte imamın işleri yürütebilmesi için onu güçlendirmenin ve kendisinin siyasal kudretinin istikrara kavuşması için gerekli altyapıları oluşturmanın halkın görevi olduğu kanısındadır.[12] Bu temelde Şeyh Tûsi’nin görüşleri ekseninde iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma konusu gündeme getirilebilir ama cevabın kısa olmasına özen göstererek ondan vazgeçiyoruz.

–—


[1]     Şeyh Tûsi, el-İktisadu’l-Hadi, s. 183.

[2]     Hadid, 25.

[3]     Şeyh Mufid, Emali, s. 310.

[4]     el-İktisadu’l-Hadi, s. 183.

[5]     Nisa, 141.

[6]     Şeyh Tûsi, el-Mebsut, c. 2, s. 167, el-Hilaf, c. 3, s. 188.

[7]     Telhisu’ş-Şafi, c. 1, s. 131.

[8]     Sad, 26.

[9]     Şeyh Tûsi, en-Nihaye, s. 301.

[10]    er-Resailu’l-Aşer, s. 112.

[11]    el-Mebsut, c. 2, s. 8.

[12]    Endişe-i Siyasiyi Şeyh Tûsi, s. 96, Telhisu’ş-Şafi, c. 1, s. 106’dan nakledilmiştir.