Evlilik benim sünnetimdir. O halde her kim sünnetimden yüz çevirirse benden değildir. el-Bihar, 103/220/23 Hz. Muhammed (s.a.a)

Tebliğ Ayetinde İmam Ali ( a.s. )

Tebliğ Ayetinde İmam Ali ( a.s. )

Allah-u Teâlâ Maide suresinin 67. ayetinde şöyle buyuruyor:

"Ey Peygamber, bildir, sana Rabbin'den indirilen emri ve eğer bu tebliği ifa etmezsen onun elçiliğini yapmamış olursun ve Allah, seni insanlardan korur."

            Bu bu ayetin tefsirine detaylıyına girmiyeceğiz. Fakat bazı Ehl-i Sünnet tefsir yazarları bu ayetin bi'set'in ilk zamanların da Resulullah ( s.a.a. )'ın saldırıya uğramaktan ve öldürülmekten korunmak için bulundurduğu günlerde indiğini ve "Allah seni insanlardan  korur" ayeti nazil olduğu zaman koruyuculara "Gidin artık, beni korumayı Allah'u Teâlâ'nın kendisi üstlenmiştir"buyurduğunu söylüyorlar. Halbu ku hiç bir gerçekle ilgisi yoktur. Bu ayetin ne zaman ve nerede nazil olduğuna dairi yüzde yüz kesin deliller vardır ve bunları sizlere sergileyip, belgelemeye çalışacağiz.

            İbn-i Cerir ve İbn-i Merdyye'nin tariç ettikleri bir rivayette Abdullah İbn-i Şakik şöyle diyor:

            "Resulullah ( s.a.a. )'ı ashabından bazıları takip edip korurlardı." Allah seni  insanlardan koruyacaktır" ayeti nail olunca şöyle buyurdu:

            "Artık evlerinize gigin; Allah'ın kendisi beni insanlardan korumuştur." ( Dürr'ül Mensur, c.3, s.119. )

            Yine  İbn-i Heb'ban ve İbn-i Merduye'nin tariç ettikleri bir rivayette de Ebu Hureyre şöyle diyor:

            "Resulullah ( s.a.a. ) ile bir sefere gittiğimizde en büyük gölgeliği o Hazret için hazırladık, bir gün Resulullah ( s.a.a. ) bir ağacın gölgesinde oturupkılıcını ağaca asmıştı. Birisi gelip o hazretin kılıcını alarak "Ey Muhammed, şimdi seni benden kim koruya bilir?"dedi.

            resulullah "Beni Allah korur, kılıcını at" diye buyurdu. O da kılıcı yere bıraktı. Bunun  üzerine  "Allah seni insanlardan korur" ayeti indi ( Aynı kaynak )

            Yine Tirmizi, Hakim ve Ebu Naim'in tahriç ettikleri bir rivayette Aişe şöyle diyor:

            "Allah seni insanlardan korur" ayeti nazil oluncaya kadar Peygamber ( s.a.a. ) gözetleyici tarafından korunurdu. Bu ayet inince, "Artık gidin, beni Allah korumuştur" diye buyurdu.

            Yine  Taberani, Ebu Naim, İbn-i Merduye ve İbn-i Asâkir'in naklettiği bir  rivayet'te de İbn-i Abbas ( a.s. ) şöyle buyurur:

            " resulullah'ı ( muhafızlar ) koruyordu. Amcası Ebu Talib her gün  Beni Haşim'den bir kişiyi Hz. Resulullah ( s.a.a. ) 'ı korumak için gönderirdi. Bir gün Resulullah ( s.a.a. ) amcasına dedi ki: "Ey amca, artık  Allah beni korumuştur; benim senin gönderdiğin kişilere ihtiyacım yoktur."

            Ama bu hadisler ve te'villere dikkat edip düşündüğümüzde onların doğru olmadığını ve ayetin anlam ve içeriğini ile bağdaşmadığını görürüz. Çünkü bu rivayetlere göre; geçen ayet bi'setin ilk dönemlerinde nazil olmuştur. Hatta bazı rivayetler bunun  Hz. Ebu Talib'in hayatında yani Hicretten yıllarca önce vuku bulduğunu bildirmektedir. Bu ise açıklanacağı üzere doğru değildir.

Özellikle de Ebu Hureyre'nin "Resulullah'la sefere çıktığımızda onun için en büyük gölgelik hazırladık…" diye nakledilen hadisin uydurma bir hadis olduğu apaçıktır. Zira  Ebu Hureyre'nin kendisinin de itiraf ettiği ( Feth'ül Bâri, c. 6, s. 31, El-Bidayet'u  ven-Nihaye, c. 8, s. 102 Siyer'u E'lam'ün ( müellifi Zehebi ) c.2, s. 436, İbn-i Hacer'in "El- İsabe" adlı kitabı c. 3, s. 287. ) üzere o İslam'ı ve Resulullah ( s.a.a. )'ı ancak hicretin yedinci yılında tanımış ve inanmıştır. O halde bu hadis nasıl doğru oabilir. Daha bunun gibi milyonlarca hadis mevcuttur ki Ehl-i Sünnet kardeşlerimiz bu yalancı ve sağtekarların peşinde giderek inançlarının zayifliğina neden oluyorlar.

 Allah'u Teâlâ Kur'ân'ı Kerim de şöyle buyurur : "Din de yalan yoktur."

            Şia ve Ehl-i Sünnet müsefirleri; Maide suresinin  Medine'de nazil olan en son sure olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Ayrıca Ahmet, Ebu Übeyde ( Fezail'de ), Nuhas ("Nasih" adlı kitabinda ) Nesai, İbn-i Münzir, İbn-i Merduye ve Beyhaki ( Sünen'nin de ) de tahriç ettikleri bir hadise göre Cubeyr ibn-i Nefir diyor ki:

            "Hac seferine  gittiğimde Aişe'nin ziyaretine gittim. O bana "Ey Cubeyr, Maide suresini okuyormusun ?" diye sorunca "Evet" dedim. O baba, "Biliniz ki Maide suresi en son inen suredir; ondan helâl olarak bulunğunuz her şeyin helâl olduğuna ve haram olarak bulunduğunuz her şeyin haram olduğuna inanın" dedi. ( Siyuti'nın yazdığı "Ed-Dürr'ül Mensur" tefsiri, c. 3, s. 3, )

            Yine Ahmet ve Tirmizi'nin kaleme aldığı Hakim'in doğruladığı ve İbn-i Merduye ve Beyhaki'nin naklettiği bir hadiste Abdullah İbn-i Ömer diyor ki:

            "En son inen sure Mâide suresi dir." (  aynı kaynak'ta.)

            Yine Ebu Übeyde'nin  tariç yani kaleme aldığı  bir hadiste Muhammed İbn-i Kab' Kurtubi diyor ki:

            "Mâide suresi Hz. Resulullah ( s.a.a. )!a Veda Haccın'da Mekke ve Medine arasında devesinin üzerinde iken nazil oldu. Deve ( o zaman ) omuzunu aşağı eğdi ve Resulullah ( s.a.a. ) yere indi…" ( Kaynak ..Ed-Dürr'ül Mensur, c. 3, s. 4, )

            Yine İbn-i Cerir'in tariç ettiği bir rivayete  Rabbi İbn-i Ense diyor ki:

            "Mâide suresi Hz. Resulullah'a ( s.a.a. ) veda haccı yolunda bineğine bindiği bir zamanda nazil oldu. Vahyin ağırlığında o  binek yere yatarak Resulullah ( s.a.a. )'ı yere indirdi." Aynı kaynak.

            Yine Ebu Ubeyde'nin tahriç ettiği bir hadiste de Zemuret İbn-i Habib ve Atiye İbn-i Kays diyorlar ki Resulullah ( s.a.a. ) şöyle buyurdu:

            "Maide suresi Kur'ân'ın en son inen bölümüdür; onun  helal ettiği şeyleri helal ve haram ettiği şeyleri de haram olarak kabul ediniz. Ve yine aynı kaynak:

 Bütün bunlardan sonra hangi insaflı ve akıllı bir insan bu ayetin bi'setin ilk dönemlerinde nazil olduğu iddiasinı kabul edebilir? Özellikle de eğer bu iddia ayeti asıl manasından saptırmak için olursa!

            Şia'da Maide suresinin en son inen sure olduğunda ve "tebliğ" ayeti diye adlandırıın "Ey Resul, sana Rabb'inden ineni tebliğ et…"

            Ayetinin  Hz. Resulullah ( s.a.a. )'a Haccet'ül Veda' dan sonra zilhicce ayının on sekizinde perşembe günü "Gadir-i Hum" denilen yerde Hz. İmam Ali'nin halka Resulullah'tan sonra İmamet makamına tayin edilmesinden önce nazil olduğu hususunda herhangi bir ihtilaf söz konusu değildir. Hz. Cebrail ( a.s. ) perşembe günün ilk saatlerinde nazil olup o Hazret'e hitap ederek:

"Ey Muhammed Allah-u Teâlâ sana selam gönderip buyuruyor ki :"Ey Peygamber, bildir, sana Rabb'inden indirilen emri ve eğer bu tebliği ifa etmezsen onun elçiliğini yapmamış olursun ve Allah, seni insanlardan korur">> Maide suresi 67.

            Bu ayet açıkça göstermektedir ki o dönemde risalet ( peygamberlik vazifesi ) sona ermek üzereydi. Ama halka ulaştırılmamış bir gerçek vardı. Bu gerçek o kadar önem taşıyordu ki onsuz din kâmil sayılmıyor.

Yine ayet-i kelime Resulullah ( s.a.a. )'ın , bu çok önemli konuya davet etme hususunda halkın yalanlamasıdan korktuğuna işaret etmektedir. Ama Allah-u Teâlâ, bu tebliğin ertelenmesine  izin vermedi.

 Böylelikle  büyük bir toplantının tekrar gerçekleşmesi çok güç olduğuna ve Resulullah ( s.a.a. )'ın vefatına az bir zaman kaldığına göre bu fırsat en iyi fırsat idi. Zira oraya toplananlar Veda Haccında Resulullah ( s.a.a. )'la birlikte olmak şerefine  nail oldukları için kalpleri yeni bir hayat kazanmış kimselerdi. Hz. Peygamber ( s.a.a. ) vasiyetlerini dinlemeye hazır yüz bini aşkın sahabe topluluğuna hitap ederek buyurdu ki:

            "Belki de bu seneden sonra tekrar sizi göremeyeceğim. Rabb'imin elçisinin gelip beni davet etmesi ve benim de icabet etmem yakındır.

            Bu konu detaylığıyla elle alınıp işleneceği için şimdilik özetiy bazı hadis ve ayetleri özetlemesi yaptığımızdan dolayı kısa geçeceğiz.

            Gadir-i Hum yolların  birbirinden ayrıldığı bir yer olduğu için ve onlar'ın bu âzim toplantıdan sonra kendi vatanlarına dönmek üzere birbirlerinden ayrılacaklarından dolayı böyle muhteşem bir toplantının tekrar gerçekmesi mümkün olmayacaktı.

            Bu göre bu ömenli mes'eleyi tebliğ etmek için Hz. Resulullah ( s.a.a. )'ın bu fırsatı kaçırması düşünülemezdi Bundan daha önemlisi Allah Teâlâ tarafından tehdid edercesine vahy inmiş ve risalet'in bütününün bu mes'leyi tebliğ etmeye bağlı olduğu ve Allah'ın onu halktan korumakla kefil olduğu bildirilmişti. O halde artık halkın yalanlamsından korkmak söz konusu olmazdı, ondan önce de nice Resul'ler yalanlamıştı. Ama bu; onları, emredildikleri şeyi tebliğ etmekten alıkoymadı. Allah'u Teâlâ'nın daha önceden onların bir çoğunun halkı istemediklerini ( Zuhruf suresi; ayet 78 ) veya onlar arasında tekzib edenlerin de bulunduğunu bilmesi, ( El-Hakka suersi, ayet 49 ) tebliğin gerekliğini ortadan kaldırmıyor. Çünkü; Allah'u Teâlâ halkı hüccetsiz bırakmaz.

"Ta ki insanların peygamberler geldikten sonra Allah'a karşı bir mazaretleri bir bahaneleri kalmasın artık. Ve Allah, üstündür,hüküm ve hikmet sahibidir." Nisa suresi;165. )

            Bundan başka ümmetleri tarafından tekzib edilen geçmiş peygamberlerin durumu Resulullah ( s.a.a. ) için de güzel bir örnek olarak Kur'ân' da zikredilmiştir. Allah-u Teâlâ Ömer b. Hatta'bın Hz. Peygamber'in vefatından sonra kurulan İslam devletin tekrar Emevi'lere peskeş çekeceğine ve tekrar itidarı onların ellerine teslim edeceğinden emin olduğundan dolayı böyle bir ayete gerek duymuştur.  Allah'u Teâlâl buyuruyor:

            "Seni yalanlarlarsa onlardan önce gelip geçen, Nuh, Âd ve Semud kavimleri de yalanlamışlardı; ve İbrahim kavmı de, Lüt kavmi de. Ve Medyen ehlide yalanlamıştı ve Musâ da yalanlanmıştı da onların azâbını geçiktirdim, bir mühdet verdim onlara da sonra helak ediverdim onları; nasılmış beni inkar etmek, nasıl da devletlerini başlarına geçirip helâkete uğratıp çevirdim." ( Hacc suresi Ayet 42-44.)

            Biz; eğer yıkıcı bağnazlığı ve kendi görüşümüzü isbatlamak tutkusunu bir kenara bırakıp gerçeği bulmak amacıyla araştırmaya koyulsak tebliğ ayeti ile ilgili yaptığımız açıklamanın hem akla yatn bir açıklama olduğunu ve hem de ayetin anlamına uygun ve hem de ayetin nüzülünden önce ve sonra vuku bulan olaylarla uyum içinde olduğumuzu görürüz.

            Bir çok Ehl-i Sünnet alimi Şia alimlerine muvafık olarak bu ayetin Ğadir'i Hum'da Hz. İmam Ali ( a.s. )'nin hilafete tayin edilişi esnasında nazil olduğunu kabul etmiş ve kendi senedleriyle bu hususta hadis nakletmişlerdir. Hatta bu hadislerin sahih hadisler olduğunu belirtmişlerdir.

            Bu hususun zikredildiği bazı Ehl-i Sünnet kaynaklarına örnek olarak işaret edelim:

            1–)  Hafız Ebu Naimi"Nüzül'ül Kur'ân"adlı tefsiri.

            2–)  İmam Vahidi, "Esbab-ul Nüzul" adlı kitabın 150. Sayfasında.

            3–)  İmam  Ebu İshak Sa'lebi"El-Kebir" adlı tefsirinde.

            4–)  Hâkim Haskani, "Şevahid'ut Tenzil li Kavaid'it tefsir" adlı kitabı c.1, s. 187é de.

            5–)  Celaleddin Suyuti, Dürr'ül Mensur" adlı tefsiri c.3, s.117' de.

            6–)  Fahr-u Razi, "El-Kebir " adlı tefsiri c.12, s.50' de.

            7–)  Muhammed Raşit Rıza, "El-Menar" adlı tefsiri c. 2, s. 86.ve c. 6, s. 463' de.

            8–)  İbn-i Asâkir, "Tarih-i Dimeşk" adlı kitabı c. 2, s. 86' da.

            9–)  Şevkani, "Feth'ül kadir" adlı kitabı c. 2, s. 60' ta.

            10-)  İbn-i Talha Şafii, " Metalib'us Seul" adlı kitabı c. 1, s. 44'te.

            11-)  İbn-i Sabbağ Maliki, "Fusul'ül Mühimme" adlı kitabının 25. Sayfasında.

            12-)  Kundüzi Haefi, "Yenabi'ül Mevedde" adlı kitaı 120c. sayfasında.

            13-)  Şerristani'nin  yazdığı "El Milel-u Ve'n Nihel" adlı kitabı c.1, s. 163'te.

            14-)  İbn-i Cerir-i Taberi, "Kitab'ul Vilayet"de.

            15-)  İbn-i Said-i Secistani, "Kitab'ul Vilayet"inde.

            16-)  Bedruddin Hanefi'nin yazdığı "Umdet'ul Kâri fi Şerh-il" Buhari adlı eseri c.8, s. 584'te.

            17-)  Abd'ül Vahhab Buhari yazdığı "Tefsir'ül Kur'ân" adlı kitabında.

            18-)  Âlüsin'in yazdığı "Ruh'ul Menâni" adlı eseri c. 2, s. 384'te.

            19-)  Hamvini, "Faraid'üs Simteyn" adlı kitabı c.1, s. 185'te .

            20-)  Allame Seyyid Sıddık Hasan Han'ın , "Feth'ül Beyan Fi Mekâsid'il Kur'ân" adlı eseri c.3, s. 63'te.

Bunlar konuya değinen  Ehl-i Sünnet alimlerinin  sadece az bir bölümüdür. Allame Emini "El Gadir" adlı kitabında diğer bir çok kaynağı zikretmiştir.

            Acaba Resulullah ( s.a.a. ) kendine "Rabb'inin indirdiğini tebliğ et" emri gelince ne yaptı ?

            Şia diyor ki Resulullah ( s.a.a. ) halkı "Gadir-i Hum"             denilen bir yerde  toplayıp uzun ve te'sirli bir konuşma yaparak kendisinin, onlar adına tasarruf etmek ve karar almak hususunda kendilerinden daha üstün olduğuna dair söz aldıktan sonra Hz. İmam Ali ( a.s. )'nim elinden tutup havaya kaldırarak şöyle buyuruyor:

                    "Ben kimin mevlası isem bu Ali de O'nun mevlasıdır.

                     Ey Allah'ım O'nu seveni sen de sev;

                     O'na düşman olana sen de düşman ol !

                     O'na  yardım edene sen de yardım et;

                     O'nu Yanlız bırakanı sen de  O'nu Yanlız bırak;

                     Ve her nere'ye  gitse hakkı onunla beraber kıl."

( İşte bu hem Şia ve hem de Ehl-i Sünnet alimlerinin  naklettikleri "Gadir-i Hum" hadis'dir. ) Tüm belge ve kaymnaklarında mevcut bir hadis olduğu halde  bile bile müslüman halk kit'lereine yalan söylenmaktedirler. Müslümanım diyen halk'lar kitleleri de gerçekleri araştırmadan bu sağtekar alimlerin peşine gidiyor. Bakalım bundan sonra benim bu belge ve kaynaklarıma karşılık ne tepki ve gerekçeler ve tetid sergileyecekler. "Doğrusu " merak ediyorum?

            Sonra başındaki sarığını, İmam Ali' (a.s. )nın başına koyup ona  özel bir yer ( çadır ) hazırladı. Sonra da ashabından, mü'minlerin önderliğine  ulaştığından dolayı Hz. Ali (a.s)'yi tebrik etmelerini istedi. Ashap da başta Ebubekir ve Ömer Hz. İmam Ali ( a.s. ) mı tebrik ettiler. Hatta Ebubekir ve Ömer Hz. Ali (a.s)'ye hitaben "Ne mutlu sana ey Ebu Talib'in oğlu bizim ( benim ) ve bütün mü'minlerin mevlası oldun" dediler. ( Ahmet b. Hanbel ( Müsned'inin  c.4, s. 281'de ) ve Taberi ( kendi tefsirinde ) ve Fahr-i Razi ( El- Kebir" adlı tefsirinnin c. 4, s. 636'da ) ve İbn-i Hacer ( Sevaik'ul Muhrika" adlı kitabında ) hakeza Darkutni, Beyhaki, Şerristani ve diğerleri )

            Tekrik merasimi sona  erdikten sonra Hz. Resulullah ( s.a.a. )'a:

"İşte bu gün size dininizi kâmil kılıp size nimetimi tamamladım ve sizlere din olarak İslam'a ( bağlanmanıza ) razı oldum" ayeti nazil oldu; ve böylelikle Kur'ân'ı Kerim tamamlamış oldu.

            Şia'nın görüşü işte budur. Bu hadis Şia arasında kesin bir gerçek olarak kabul ediliyor. Şia ulemasının bu hususta hiç bir ihtilafı yoktur. Şimdi ehl-i Sünnet ulemasının bu olayı kendi kitaplarından zikredip etmediklerine  bir bakalım. Bu hususu  incelemekle mes'eleye tek yönlü bakmamız engellenmiş olur ve vereceğimiz hükmün hakka uygun olmasına yardımcı olur.

 Allah'a hamd'u senalar olsun O'nun Resulu'na ve Resulun Ehl-i beyt'ine selat ve selam olsun ki bu belge ve kaynakları Ehl-i Sünnet alimlerinin artık gerçekleri saklamadıklarında ve vicdan azabında kurtulmak istediklerinden ve kiyamet günü'nünden sorulacak makemelerde Resulullah'ın kendilerine şefaak edeceklerin karşılık artık kendileri kendi belge ve kaynaklarına açıklık getirecekleri bir gerçeğe parmak basmak istiyorlar. Allah onlardan razı olsun?

            Buna göre tam bir ihtiyat ve dikkatle konuyu inceleyip her iki fırkanın da  delillerini, gözden geçirmeliyiz ve bu incelemede Allah'ın rızasını amaç edinmeliyiz.

            Şimdi asıl mevzuya dönerek yukardaki soruya  cevap olarak diyoruzki; " Evet, bir çok Ehl-i sünnet alimi Gadir'i Hum hadisesini teferruatıyla zikretmiştir." Biz, örnek olarak bunlardan  bazılarına işaret edeceğiz:

            1–) Ahmet İbn-i Hanbel'in kendi senediyle naklettiği bir hadise göre Zeyd İbn-i Erkam şöyle diyor:

            "Resulullah'la birlikte Gadir-i Hum denen çölde durduk. Resulullah ( s.a.a. ) namaz için hazırlanmamızı emretti ve havanın  aşırı sıcağın da bizlere namazı kıldırdı. Daha sonra bir ağaç üzerine bir elbise atılarak  Peygamber'e gölgelik bir yer yapıldı. Bunun üzerine Resulullah ( s.a.a. ) bize konuşmaya başlıyarak şöyle dedi:"

" Acaba bilmiyormusunuz veya Şehâdet etmiyormusunuz ki ben, her mü'min için ona, onun kendi nefsinden daha üstünüm?" Halk "Evet sen daha üstünsün"dediler. O zaman buyurdu ki:

"Ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlası dır. Ey Allah'ım , O'nu seni sen de sev; O'na Düşman olana sen de düşman ol."Kaynak; Müsned-i Ahmet b. Hanbel, c. 4, s. 372.

            2–)  İmam Nesai "Hasâis" adlı kitabında senediyle birlikte kaydettiği bir hadiste Zeyd İbn-i Erkam'ın şöyle dediğini nakletmiştir:

            "Resulullah ( s.a.a. ) veda Haccından dönünce Gadir-i Hum'da inerek, gölgelik bir yerin kurulmasını emretti ve daha sonra buyurdu ki:

            "Ben yakında Rabb'im tarafından çağrılıcağim ve ben de bu çağrıya icabet edeceğim. Ben sizin aranızda iki  değerli şey bırakıyorum; biri diğerinden  daha büyüktür; Allah'ın kitabı ve itretim olan  ( akrabalarımdan olan  yani Ehl-i beyt'imden olan İmam Ali a.s. ) Bakınız benden sonra onlara nasıl davranacaksınız; onlar kevser havuzun başında bana dönünceye kadar birbirlerinden ayrılmıyacaklardır."

            Daha sonra buyurduki:

            "Allah benim mevlamdır; ben de her mü'minin mevlasıyım."

            Daha sonra da Hz. Ali (a.s)'nin elinden tutarak buyurdu ki:

            " Ben kimin velisi isem Ali de onun velisidir. Allah'ım, O'nu seveni sen de sev; O'na düşman olana, sen de düşman ol."

            Ebu Tefeyl diyor ki Zeyd'e "Bunu Resulullah'tan duydum mu?" diye  sordum, O, "Ne diyorsun? Gölgeliklerde olan her şahıs iki gözüyle onu gördü ve iki kulağıyla ( bu sözleri ) işittiler."dedi. Kaynak; Hasâis-i Nisai s.21.