“Meşveret etmenin afeti görüşleri bozmaktır/altüst etmektir. Gurer’ul-Hikem, 3927 İmam Ali (a.s)

Allah’ın Sözlerinin Tefsiri

Allah’ın Sözlerinin Tefsiri

Soru

Allah’ın sözlerinin O’nun resul ve elçisi dışında başka biri tarafından tefsir edilmesi caiz midir? Yüce Allah Kur’an’ın birkaç âyetinde “Biz âyetlerimizi böyle açık ve aşikâr kıldık, umulur ki düşünür ve öğüt alırlar” diye buyurmaktadır. Nahl Sûresinin kırk dördüncü âyetinde de elçisine şöyle buyurmaktadır: “İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’an’ı indirdik.”

Soru 1: Kur’an’ın (külli veya cüzi) tahrif olduğuna dair bir inanış var mıdır, yok mudur?

Soru 2: Allah âyetlerini halkın genelinin anlayabileceği şekilde mi yoksa özel kimselerin veya herkesin kendi idrakince anlayacağı ve istifade edebileceği şekilde mi nazil etmiştir? Peygamber’e (s.a.a) insanların geneline Allah tarafından indirileni açıkla, diye buyurmaktadır. Buna göre Allah’ın sözlerinin müfessiri sadece Peygamber’dir (s.a.a). Eğer Peygamber (s.a.a) dışında başka birisinin de Allah’ın âyetlerini tefsir edebileceğine ve onun şu âyetin gayesi filan mevzudur diyebileceğine inanılıyorsa bunun Kur’an’daki delili nedir?

Soru 3: Bazı âyetlerin tefsirinde müfessir, bu âyet falan konuya işaret ediyor, demiştir. Oysaki söz konusu âyet genel bir konuya işaret etmektedir. Rükû halinde zekât verenler veya sana indirileni bildir veyahut bugün din kemale erdi gibi âyetler bu kabildendir. Böyle bir tefsir kendi görüşüne göre tefsir etmek ve Allah’ın sözlerini tahrif etmek değil midir? Muhterem müfessir Allah’ın sözlerini kendi hata işleyebilen aklıyla nasıl kavramış, tefsir etmiş ve Allah’ın gayesinin böyle olduğunu ifade etmiştir? Allah meleklere ve peygamberlere defalarca benim bildiğimi sizler bilmiyorsunuz diye buyurmamış mıdır?

Soru 4: Allah Tebarek ve Teâlâ, Kur’an sûrelerinde en az on üç âyette (Teğabun/12, Mücadele/13, Muhammed/33, Nur/54 ve 56, Enfal/1, 20 ve 56, Maide/92, Nisa/59, Âl-i İmran/32 ve 133) müminleri sadece Allah’a, peygambere ve emir sahibine itaat etmekle mükellef kılmış ve inkârcıları veli edinmemeyi vurgulamıştır. Soru şudur: Allah kendi rızasını kazanmak için olsa dahi tevhid, nübüvvet ve ahirete inanan bireyleri de Allah’ın kulu olan ve O’na hesap vermesi gereken bir kula itaat etmek, uymak ve kendisine minnettarlık ifadesinde bulunmakla mükellef kılmış mıdır? Eğer cevap müspetse, Kur’an’daki adresini ve ilahi yükümlülüğü yazar mısınız?

Kısa Cevap

Tahrif olan diğer semavî kitapların aksine, biz gerçek dışı hiçbir hususu Kur’an’da gözlemlememekteyiz. Hatta tahrife inanan kimseler bile bu noktanın farkındadır. Yüce Allah Kur’an’ı kolay ve tüm muhatapların istifade edebileceği bir tarzda nazil etmiştir. Herkes istediği takdirde onun öğreti ve bilgilerinden yararlanabilir ve rabbiyle irtibat kurabilir. Ama bu irtibatın asıl vasıtası olan Peygamber’in (s.a.a), onun hak halifelerinin ve sonraki merhalede de ilahiyatçıların Kur’an’da yer alan nokta ve incelikleri kavramada diğer insanlardan daha fazla bir idrak gücüne sahip olması gayet doğaldır.

Öte taraftan Kur’an’ın güzelliklerinden ve fesahatlerinden biri de onun bazen genel ve bazen de özel öğretileri buyurmuş olmasıdır. Bu özel öğretileri bazen açıkça zikretmekte ve ilgili şahıs ve gurupların adını belirtmekte ve bazen de genel bir betimlemeyle ifade etmektedir. Bu özel hususlara âyetin iniş sebebi denmektedir. Ama kesinlikle Kur’an âyetlerindeki öğretiler hiçbir zaman iniş sebebi konularına özgü değildir. Bilakis benzer konular için de kullanılabilir ve istinat edilebilir cinstendir.

Son olarak söylemek gerekir ki; insanlar her ne kadar birinci merhalede sadece rablerine itaat etmeyle mükelleflerse de, Kur’an-ı Kerim’in açık buyruğuyla ister peygamber olsun ve ister peygamber olmasın insanları Allah’a çağıran âlimlere itaat etmek de Allah’a itaat etme boylamında yer alır ve bu halkın tümü için gerekli ve farzdır.

Ayrıntılı Cevap

Siz sorularınızı dört bölüme ayırmışsınız ve biz de bu tertiple onları cevaplamaya çalışacağız:

1. Kur’an’ın tahrifi konusunda eskiden beri müfessirler arasında birçok tartışmanın yaşandığını, Şia ile Ehl-i Sünnet âlimlerinin çoğunun Kur’an’ın tahrif edilmediğine inandıklarını söylememiz gerekir. Elbette bu iki önemli İslamî kesimden küçük bir gurup, bir tür tahrif göstergesi sayılan bazı hususları ifade etmişlerdir. Ama bununla birlikte, bugün Kur’an diye elimizde olan şeyin tümünün Allah tarafından indirildiği ve de istifade ve isnat edilir olduğu hususunda herkes görüş birliği ve ittifak içindedir

2. Kur’an halkın geneli için mi yoksa özel insanlar için mi inmiştir? Bu soruya yanıt olarak herkes için cevabını vermemiz gerekir. Daha fazla açıklama için bir örnek verecek ve ardından da sorunun asıl yanıtına değineceğiz. Kur’an’ın deyimiyle teşbihte hata olmamasına karşın[1], biz yine de Allah’ın sözleriyle vereceğimiz örneği kıyaslayacağımız için özür diliyoruz: Siz uzun bir müddet düşündükten ve çabaladıktan sonra değerli bir filmi perdeye aktaran tecrübeli bir yönetmeni göz önünde bulundurun. Bu filmi izleyenler değişik guruplarda sınıflandırılabilir.

a) Sadece filmdeki mevcut hikâyeyle eğlenen ve vermek istediği mesajı düşünmeyen çocuklar.

b) Filmin başından sonuna dek yönetmenin mesajını ve bu filmi gösterime koymadaki amacını arayan yaşı büyük şahsiyetler.

c) Bu filmin bazı bölümlerini gelecekteki projelerinin bir kısmı olarak seçen ve onun hakkında araştırma ve inceleme yapan sanat fakültesi öğrencileri.

d) Dikkatlice tüm filmi değerlendiren ve ondaki en küçük hata ve yanlışa hassasiyet gösteren yönetmenler ve eleştirmenler.

Size göre bu film yukarıdaki guruplardan hangisi için yapılmıştır?

Şüphesiz herkes kendi idrak ve kavrayışı ölçüsünce ondan yararlanacaktır. Kerim olan Allah Kur’an’ı tüm insanların hidayete ermesi için nazil etmiş ve her insan da bilgisi ve Allah ile olan irtibatı miktarınca ondan yararlanabilir. Elbette Peygamber’in (s.a.a) ve onun hak halifelerinin Allah’ın asıl ve ilk muhatapları olduğu hususunda bir şüphe bulunmamaktadır. Onlar kesinlikle Kur’an âyetlerinin en iyi müfessirleri ve açıklayıcısı addedilebilir. Ama bunların tümü, Kur’an’dan istifade etmenin diğer insanlar için mümkün olmadığı anlamına gelmez. Bizim bu inancımızda dayandığımız hususlardan birisi de Allah’ın sözlerini irdelemeyi ve üzerinde düşünmeyi tavsiye eden birçok âyettir. Bu âyetlerden bazıları şunlardır:

“Hâlâ Kur’an’ı düşünüp anlamaya çalışmıyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkası tarafından (indirilmiş) olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı.”[2]

“Onlar Kur’an’ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalplerinin üzerinde kilitleri mi var?”[3]

“Bu Kur’an, âyetlerini düşünsünler ve akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.”[4]

“Bu, bizim indirdiğimiz ve (hükümlerini) farz kıldığımız bir sûredir. Düşünüp öğüt almanız için onda apaçık âyetler indirdik.”[5]

Bunlardan başka onlarca âyet daha mevcuttur.[6]

İnsanları mana ve mefhumunu anlamadığı bir şeyi düşünmeye ve öğüt almaya çağırması Hekim olan Allah’a yakışır mı?! Böyle değildir, bilakis Arap dili ve kavramlarına aşina olan herkes Kur’an’ın zahirini idrak edebilir ve anlayabilir. Bu nedenle Yüce Allah defalarca şöyle buyurmuştur[7]:

 وَلَقَدْ يَسَّرْنَا الْقُرْآنَ لِلذِّكْرِ فَهَلْ مِنْ مُدَّكِرٍ 

“Andolsun biz, Kur’an’ı düşünüp öğüt almak için kolaylaştırdık. Var mı düşünüp öğüt alan?!”

Elbette yukarıdaki örnekte belirtildiği gibi, Kur’an-ı Kerim’de bazı özel şahıslar dışında kimsenin anlamadığı nokta ve incelikler de mevcuttur ve bu, Kur’an’ın halkın genelinin istifade etmesi için inmiş olmasıyla hiçbir şekilde çelişmemektedir.

3. Üçüncü bölüm ile ilgili olarak da ilk önce aşağıdaki örneklere dikkat ediniz:

– Yüce Allah müşriklere cevap verme doğrultusunda Hz. Peygamber’in (s.a.a) şahsına hitap ederek senin için bağ ve saraylar yaratabiliriz, diye buyurmuştur.[8] Biz Yüce Allah’ın sadece elçisi için değil, bilakis tüm insanlar için böyle bir şeyi yapabilecek kudrete sahip olduğuna kalpten inanmaktayız.

– Tebbet Sûresinde, Ebu Leheb’in mal ve kazandığının kendisine bir fayda sağlamayacağını açıkça belirten bir âyet mevcuttur.[9] Kur’an’da adı zikredilmeyen diğer tüm müşrikler de Ebu Leheb’in akıbetinin bir benzerine kesinlikle duçar olacaklardır.

– Kur’an’ın bazı âyetleri Karun’un serveti ve akıbetine işaret etmektedir.[10] Her ne kadar bu âyetler tarihsel bir macerayı anlatsa da onun öğretileri evrenseldir ve her nesil ve her asır için faydalıdır.

– Kur’an’daki bir âyet, İsrailoğullarıyla ilgili şöyle bir hüküm belirtmektedir:

“Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır.”[11]

Birçok rivayette bu âyetten genel olarak faydalanılmış ve değişik yerlerde ona istinatta bulunulmuştur.[12]

Bu esas uyarınca, özel iniş sebebi bulunan ve Kur’an’ın açık buyruğuyla tefsir ve tevili olmayan yukarıdaki dört örnek, aziz Peygamber (s.a.a), Ebu Leheb, Karun ve İsrailoğulları hakkında nazil olmuştur. Ama onlardan genel olarak faydalanmaya ve benzeri durumlarda onlara istinatta bulunmaya hiçbir engel yoktur. Öte taraftan, zahirde genel bir hükmü beyan eden ama müfessirlerin mevcut rivayetlere dayanarak özel bir konu hakkında nazil olduklarını söylediği âyetler de mevcuttur. Örneğin:

a) Hemen hemen bütün müfessirler, “ifk âyeti” olarak meşhur olan Nur Sûresinin on birinci âyetinin Peygamber’in (s.a.a) hanımlarından birine haksız yere iftira atılması bağlamında nazil olduğu hususunda bir kuşku taşımamaktadır.[13] Ama âyetin zahirine baktığımızda onu genel bir hüküm şeklinde gözlemlemekteyiz. Elbette bu âyetten iftiranın çirkin olduğuna dair genel bir kavram da kesinlikle elde edilebilir.

b) Taşıdıkları makamın üstünlüğü hakkında bazı Müslümanların görüş ayrılıklarına düşmesi ve birbirlerine üstünlük taslaması neticesinde Yüce Allah genel bir şekilde ve özel bir şahsın adını anmaksızın bir âyet[14] nazil etmiş ve de kalbî iman ve O’nun rızasını kazanma cihetinde çabalamanın hatta zahirde dinsel bir makam sayılsa bile bazı toplumsal konum ve makamları üstlenmekten çok daha üstün ve değerli olduğunu ifade etmiştir.[15]

Gördüğünüz gibi bu âyetlerin iniş sebepleri özel konularla ilgilidir ve hatta söz konusu şahıslar hakkında görüş birliğine ulaşmasak bile en azından onların Peygamber (s.a.a) zamanında vuku bulan hadiseler ili ilgili olduğu hususunda hemfikiriz. Ama bu âyetlerdeki öğretiler sadece o zamana özgü olmayıp sonraki tüm zamanlarda da istifade edilebilecek tarzdadır. Şiîler de eğer bir âyetin iniş sebebinin Müminlerin Emiri hakkında olduğuna inanıyorlarsa bu, ilgili âyetin başka hiçbir konuda kullanılmayacağı anlamına gelmez. Bu hususta aşağıdaki iki örneğe dikkat ediniz:

1. Biz Ehl-i Beyt (a.s) takipçileri birçok Ehl-i Sünnet âlimi gibi Dehr Sûresinin ilk âyetlerinin İmam Ali (a.s) ve onun ailesinin fedakârlık ve özverisi hakkında nazil olduğuna inanıyoruz. Ama hiçbir şekilde bu âyetin kapsamını daraltmamakta ve diğer şahısların onun yüce mefhumlarıyla amel etmesini imkânsız bilmemekteyiz. Bilakis önderlerimizden nakledilen rivayetler esasınca, böyle bir girişimde bulunan her imanlı bireyi bu âyetin canlı örneği saymak mümkündür.[16] Her ne kadar rivayetlerimiz, Kur’an’da vurgulanan riayet edilmesi gereken hakların[17] açık örneğinin Peygamber’e (s.a.a) Ehl-i Beyt’ine dostluk beslemek olduğunu ifade etse de, sonraki merhalede insanın kendi akrabalarına yönelik her türlü yardımda bulunmasını da bu âyetin diğer örnekleri olarak değerlendirmektedir.[18]

Bilmeniz gereken ilginç bir nokta da şudur: İmam Sâdık (a.s) bu konuyla ilgili bir rivayette zihninde sizin sorunuz gibi bir şüphe taşıyan bir ashabına şöyle tavsiyede bulunmaktadır: Bir âyeti özel bir örneğe özgü bilen (ve onu diğer konulara uyarlamayan) şahıslardan sakın olma![19] Bazı âyetlerin özel iniş sebepleri olduğunu vurgulamakla birlikte onların kapsamını ilgili sebeplere özgü bilmeyen ve benzeri hususlara da uyarlayan başka rivayetler de mevcuttur. Örneğin bu hususta ve sorunuzda sorduğunuz “velayet âyeti” hakkında bile İmam Bâkır’dan (a.s) nakledilen bir rivayet mevcuttur.[20] Evet, eğer bir şahıs sadece kendi hata işleyebilen aklına dayanır ve de âyet ve muteber ve mütevatir hadislerden bir delil taşımaksızın bir âyet için bir iniş sebebi ortaya atacak olursa, biz de onu kendi görüşüne göre tefsir etmek olarak değerlendirir ve kabul etmeyiz. Ama insanların hata işleyebileceği argümanına dayanarak hiçbir tarihsel vakıayı kabul etmemek de bizim tarafımızdan kabul edilir değildir.

4. Sorunuzun dördüncü kısmı hakkında şunları bilmek gerekir: İnsanlar Allah’ın kullarıdır ve ilk merhalede sadece O’na itaat etmekle mükelleftirler. Peygamberlere itaat etmek de bağımsız bir konu değildir ve Allah’a itaat etme doğrultusunda gerekli ve farzdır.[21] Bu tertiple eğer Allah ve peygamberleri, insanları başka bireylere uymaya davet ederlerse, bu bireylere uymak da Allah ve peygambere uymak gibi değerlendirilecektir. Ama sizin istemiş olduğunuz şekilde bu iddiayı Kur’an-ı Kerim’den delil getirerek ispatlamak için aşağıdaki hususlara dikkat etmeniz gerekmektedir:

a) Bir Ulu’l-Azm peygamber olan Hz. Musa’ya (a.s) peygamber olduğu bile kuşkulu olan Hızır (a.s) adındaki bir bilgeye uymasını emreden Kur’an âyetleri mevcuttur![22] Sorunuzda belirttiğiniz argümanla böyle bir itaat açıklanabilir mi?!

b) Yüce Allah insanlara bilmediğiniz konular hakkında bilenlere müracaat ediniz[23] diye buyurmaktadır. Allah’ın insanlara yönelik bu buyruğu sadece müracaat etmeye ve sormaya mı özgüdür, bilgi edindikleri konular hakkında onların itaat etmelerini kapsamamakta mıdır?!

c) Yüce Allah bazı imanlı bireylerden hatta savaşa katılmama ve cihadı terk etme pahasına olsa da sonraları kendi etraflarında olan kimseleri aydınlatmaları için dinî buyrukları öğrenmelerini istemiştir.[24]Elbette bu mevzu, cihadı tamamıyla terk etmeye bir bahane değildir, bilakis savaşmak için yeterli gücün olduğu yerde onu sıralamaya tabi tutmak anlamındadır.[25] Ama her halükârda, size göre herhangi bir nedenden ötürü gerekli bilgiyi öğrenemeyen bireylerin, davranış ve tutumlarını bilen şahıslara uyarak düzenlemesi gerekmez mi?! Biz taklidi bunun dışında başka bir şey bilmemekte ve onu belirtilen iki âyeti de içeren değişik Kur’an âyetlerine mutabık bilmekteyiz.

c) Peygamberleri, İsrailoğullarına Talut adında bir şahsa uymalarını ve itaat etmelerini emretti. O peygamber değildi ama diğerlerine nazaran daha fazla bilgiye sahipti![26] Sadece bu örnek bilginlere itaat etmenin gereğini açıklayamaz mı?!

d) Hz. Musa’nın (a.s) yardımcıları[27] ve Hz. İsa’nın (a.s) havarileri[28] peygamber miydiler ki diğerleri onların emirlerine uymakla mükellef kılındılar?!

Bu nedenle genel bir değerlendirmeyle, Allah’ın ve peygamberlerinin hedefleri doğrultusunda hareket eden bilginlere itaat etmenin ve uymanın Kur’an’ın açık buyruğuyla farz ve gerekli olduğu ve onların buyruklarından sapmamak gerektiği söylenebilir. Bunun yanı sıra tüm imanlı bireyler birbirlerinin dostu olmalı, birbirlerine ilgi göstermeli ve iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak farzıyla birbirlerinin eksikliklerini bertaraf etmelidirler.[29] Din âlimleri diğer şahıslara nazaran daha yüksek bir rütbeye sahip olduklarından[30], doğal olarak yukarıdaki hususlar onlarda daha fazla belirgin olacaktır. Eğer onlara çok ilgi göstermeyi minnettarlık olarak yorumluyorsanız, bu dinsel ölçüler açısından sakıncasız olmakla kalmayıp tavsiye bile edilmiştir. Ama onu Allah’tan başkasına ibadet ve kulluk etmek olarak yorumluyorsanız, böyle bir şeyi biz de onaylamıyor ve bunu önderlerimizin tavsiyelerine aykırı buluyoruz. Onlar şöyle buyurmuştur: Bir başkasının kulu olma; çünkü Allah seni özgür yaratmıştır.[31]

–—


[1]     Bakara, 26.

[2]     Nisa, 82.

[3]     Muhammed, 24.

[4]     Sâd, 29.

[5]     Nur, 1.

[6]     Âraf, 2; Ankebut, 51; Zuhruf, 44; Hakka, 48 vd.

[7]     Kamer, 17, 22, 32 ve 40.

[8]     Furkan, 10.

[9]     Tebbet, 2.

[10]    Kasas, 76-82.

[11]    Maide, 32.

[12]    Kuleynî, Muhammed b. Yakub, el-Kâfi, c. 2, s. 210, Daru’l-Kutubi’l-İslamiye, Tahran,

h.ş. 1365.

[13]    Örneğin bkz. Taberî, Muhammed b. Cerir, Camiu’l-Beyan fi Tefsiri’l-Kur’an, c. 18, s. 69, Daru’l-Marifet, Beyrut, h.k. 1412.

[14]    Tevbe, 19.

[15]    Taberî, Muhammed b. Cerir, Camiu’l-Beyan fi Tefsiri’l-Kur’an, c. 10, s. 68.

[16]    Meclisî, Muhammed Bâkır, Biharu’l-Envar, c. 35, s. 243, h. 3,
                         “و هی جاریة فی کل مؤمن فعل مثل ذلک”,
Muessesetu’l-Vefa, Beyrut, h.k. 1404.

[17]    Rad, 21.

[18]    el-Kâfi, c. 2, s. 151, h. 7 ve s. 156, h. 26 ve 27.

[19]    a.g.e. s. 156, h. 28.

[20]    Hakim Hesekanî, Şevahu’t-Tenzil, c. 1, s. 220, h. 228, Müessese-i Çap ve Neşir, h.k. 1411.

[21]    Nisa, 80.

[22]    Kehf, 62 ve sonraki âyetler.

[23]    Nahl, 43; Enbiya, 7.

[24]    Tevbe, 122, “و ما کان المؤمنون لینفروا کافه…”

[25]    Biharu’l-Envar, “ذا حین کثر الناس…و أن یکون الغزو نوبا”

[26]    Bakara, 247.

[27]    Maide, 12.

[28]    Saff, 14.

[29]    Enfal, 72; Tevbe, 71; Âl-i İmran, 110 ve …

[30]    Mücadele, 11.

[31]    Nehcu’l-Belağa, s. 401, İntişarat-ı Daru’l-Hicret, Kum, Tarihsiz.