Doğuda bir halk kıyam edecek ve Mehdi’nin (a.s) hakimiyetine zemin hazırlayacaklardır. Kenz’ul-Ummal, 38657 Hz. Muhammed (s.a.a)

Büyük Arif Ayetullah Şahabadi’den Bir Tavsiye

Büyük Arif Ayetullah Şahabadi’den Bir Tavsiye

Abdullah Erdem/Ehli Beyt Öğretisi 4

Sen varsın ve ölmeyeceksin. Ölecek olan şu bedenindir. Sen sürekli yaşayacaksın. Ahiret yaşantısı için bir hazırlık gördün mü? Kendi hesabını yap! Kalıcı olmadığını bildiğin iki-üç günlük bu dünya için ne kadar çabalıyorsun bir bak. Varlık ve hayat insanda yerleştirilen fıtri eğilimler ve öz oluşumu  gereğince ebedi olan “orası” için hangi çabayı gösterdin, ne hazırladın? Orada yaşayış tek başınadır ihtiyaçlarını da yalnız başına görmelisin. Borç ve ödünç alma imkanı da yoktur. Aslında oraya hazırlık yapmak için buraya gelmiş bulunuyorsun.

Masum İmam (a.s.) şöyle buyuruyor:

“Dünya hayatı iki kere değildir.” (ki birinde tecrübe kazanasın diğerinde ise tecrübelerinden yararlanarak mükemmel bir şekilde yaşamaya çalışasın).

İşini iradeyle (azimle) düzeltmelisin. İradeni kullanarak Ahiret hayatına yön vermelisin. Orası akıl, nefis ve duyularla kazandıklarının sonucudur. Yani aklın hak maarif ve sahih inançla, kalp olan nefsin güzel ahlakla ve duyguların sahih ve salih amellerle nurlanmalıdır.

Berzah ve ondan sonraki alemin önemli hedeflerine ulaşmada ölçü peygamber-i Ekrem (s.a.a.) ve hidayet İmamları (a.s.)’ın mukaddes şahsiyetleridir.

Doğru inanç, Hz. Peygamber (s.a.a.)’in inancıyla uygun olduğu zaman doğru, güzel ahlak O’nun ahlakına benzediği zaman güzel ve salih ameller yine Onun amelleriyle uyum sağladığı zaman salihtir.

Burada ne yaptıysan orada onu bulacaksın.

Berzah alemi bu ilke üzerine kurulmuştur. Nitekim Kur’an-ı Kerim şöyle buyuruyor:

“Her insanın yaptığı işleri boynuna astık, kıyamet  gününde apaçık yazılmış bir kitap olarak meydana çıkaracağız onları, herkes ne yapmışsa hepsini o kitapta yazılmış bulacak.” (İsra/13)

Bu aşamada (berzahta) duyulara hakim olan “çaba meleki (Devran meleği) hüküm sürecek, Duyularla yapılan her iş onun berzahtaki suretiyle karşısına çıkacaktır. Dünyada namahreme bakmışsa, gözle, gördüğü çehre arasındaki mesafe ışık doludur; orada ise ateşle dolacaktır. Burada kavuşmayı istediğin yüzler berzahta o kadar çirkin olarak karşına çıkar ki diyeceksin ki:

“Keşke seninle benimle aramda doğuyla batı kadar bir uzaklık olsaydı.” (Zuhru/38.

Burada piliç kızartıp haram yedin ve duyularınla ondan zevk aldın, orada kızartılmış piliç, ateş olarak ortaya çıkar ve bütün duyuların azap içinde kalır.

Bu yüzden Hatem-ul Enbiya (s.a.a.)’in insanın kurtuluşu için yaptığı şu keşif:(1)

“Yetimlerin mallarını zulümle yiyenler, ancak ateş yerler, o mallar karınlarında ateştir adeta ve onlar alevli ateşe atılacaklardır.” (Nisa/10) bir örnektir. Çünkü bu (yani amellerin berzahta başka şekilde görülmesi) genel bir şeydir; yalnız yetimin malıyla sınırlı değildir.

Burada zahmet ve zorluklar var. Hakka tapınmak için; soğukta abdes almak, sıcakta oruç tutmak ve maldan vazgeçmek var. Berzahta bunlar hakkın rızasının suretini görmek ve ilahi nimetlerle nimetlenmek olarak ortaya çıkar.

    Kısaca ahiret yaşayışı; ister ameli, ister kalbi, ister duyusal olsun ilim ve edeple temin olur ancak. Kurtuluş iman ve amele bağlıdır.

“Ey iman edenler” yani tapınma mertebesinde mabuttan başkasını görmeyin.

Oradaki hürriyet, buradaki Allah’a kulluğun neticesidir. Gerçek anlamda Allah’a kul olan bir kimse ne kendisini görür, ne de ibadetini. Onun için “yalnızca sana tapıyorum” der. Bu, velayetin aşağı mertebelerinden  biri, mabudun cilvesi, Rabliğin tecellisi, hakkın azameti, aşk fıtratının  sıcaklığıdır ki tapınmaya, mabutta fenaya ve ibadetin kavranmamasına neden olur.

Berzah aleminin sultanlarından biri de, Fettan adındaki imtihan ve deneme meleğidir.

 Kalp  amellerini imtihan eder sürekli bunları sınayarak gerçeğini ortaya koyar. Bu sınavla insanın boş yada dolu olduğunu gösterirler. Dünyada sabır melekesini taşıyor muydu?  Haya ve iffet melekesine sahip miydi. adalet melekesi var mıydı? Yoksa bu meleke ve sıfatlardan yoksun muydu? Eğer bunlara sahip biri olduğu belirlenirse ağır ve değerlidir. Değilse boş ve hafif olduğu ortaya çıkar.

Berzah sultanlarından bir diğeri ve gerçekte en büyüğü “akıl meleğidir.” O, sahih hak inancı ve ilahi maarifi olan müminle yüz yüze geldiğinde müjdeci, batıl bozuk inancı olan münafık ve kafirle yüzleştiğinde Nekir ve Münkir olarak gözükür.

Özetle, alemin kutsal batını olan berzah aleminin mertebelerinden biri, akıl sultanı olan mübeşşir ve beşir (müjdeci) meleğidir.

Demek ki berzah alemini duyu, nefis ve akıl sultanları  (melekleri) oluşturmaktadır. Bunlar duyu, nefis ve aklın elde ettiklerini denetlemekle görevlidirler.

Alemlerin Rabbi, insana gerçekleri anlama idraki vermiştir. İnsan bununla, alemin başlangıcını anlıyor, dönüşünün ve varlıkların yaratıcısının kim olduğunu biliyor. Bütün bu gerçekleri keşfetmek, gök alemi, ehediyyetin sıfatları ve gaybın gizliliklerinden haberi olması için insana verilen güç akıldır.

Bu yüzden, berzah aleminde büyük bir sultan, akılları imtihan etmek içindir. Dünya okulunda yirmi, kırk, yetmiş sene yada daha çok kalarak, ne elde ettin? Bu süre içinde ne idin, ne oldun ne kadar maarif öğrendin diye akıl imtihan edilir.

Dünya bir okuldur; bu okulun öğretmenleri Peygamberler ve alimlerdir. Semavi kitaplar özellikle bu kitapların en üstünü olan Kur’an-ı Kerim bu okulun ders kitaplarıdır. Bu yüzden böylesi imkanlarla ne yaptın, diye soracaklar. Bu akıl denetleyicisi müminlere müjdeci, münafıklara korkutucudur. Çok korkunç ve  vahşete düşürücüdür. Hz. Ali (a.s)’ın validesi Fatıma Binti Esed (a.s.)’ı kabre koydukları zaman vilayet makamının cevabında mübarek dilinde pelteklik meydana geldi. İnancı olmadığından değil, aksine şiddetli korku veya utancından dolayı idi. Onun için Resul-u Ekrem (s.a.a.) ona şöyle telkin etti: “Ne Caferdir ne Akil” Kabrinin kenarında durandır; yani “Velayet-i Mutlakan’nin sahibi Ali’dir.”

Telkin öğretmek amacıyla yapılmamaktadır. Çünkü kabir öğrenmek yeri değildir artık, telkin ise sadece bir hatırlatmadır.

Hz. Peygamber (s.a.a.) “Oğlun, Oğlun” diye buyuruyordu.

Berzah kalmak alemi de değildir. Orası amel, ahlak ve inançların arıtıldığı, tasfiye edildiği alemdir. Sonra insan kıyamete gidecektir. Zat, sıfat ve fiili tevhidi tamamlayarak, takva libasını giyecek ve hakka doğru süratle gidişinden dolayı öyle bir makama sahip olacak ki başkaları ona hasret edecekler. Çünkü ibadet edenin hamt ve tapınmasının değeri ilminin ölçüsüne göredir.

Görüldüğü gibi, berzah aleminde muhtaç olduğumuz şey salih ve iyi ameller ve doğru inançtır. Orada onların doğru ve yanlışlığı ortaya koyulacaktır. Ama ubudiyet, sena, hakka yakınlık ve ibadetlerdeki maarif meselelerinin azametli ve kutsal yüzü büyük kıyamette ortaya çıkacaktır.

Alimlerden biri, Allame (r.a.)’i rüyasında çok yüce ve büyük bir mertebede gördü. Ondan, “Başından neler geçti?” diye sordu Allame (r.a.) şöyle cevap verdi:

Benden, bize ne hediye getirdin? diye sordular. Ben de, “Bihar-ul Envar” kitabını diye cevap verdim. Sustular, sonra şöyle dediler: “Yanımızda bir şeyin (amelin) var. O da Yahudi bir çocuğa bizim rızamız için verdiğin elmadır.”

Rüyayı gören, Bihar-ul Envar’ın reddedildiğini zannetmiştir. Ama yanılıyordu. Çünkü bu konuda sessiz kalınmıştı. Yani Bihar, ilim olduğundan dolayı, berzah onun mükafatının tecellisinin yeri değildir. Elma, çocuğa bir lezzet, bir tat verdiği için berzahta ortaya çıkmıştır.

Enbiya (a.s.)’ın alemine baktığında bu yüz yirmi dört bin peygamber (a.s.)’ın maksat ve hedefinin ne olduğunu göreceksin. Onlar (a.s)’ın hepsi insanları Allah’a çağırıyorlardı; insanları hakla tanıştırmak için Allah’a davet ederlerdi. Bunun dışında hiçbir amaçları yoktu. Ancak maarifi yaymakta, bilinçlerin fark ettiği görülmektedir. Kimi kendisinden sorumludur, diğeri maarifi ailesine tebliğ etmekle, ötekisi bu maksatta biraz daha açılarak mahallesiyle, kimisi ise bir memleketle ilgileniyor. Ve bazıları öyle bir yere geliyor ki, bilinci daha nurlu, fikri daha açık ruhu geniş olduğundan, alemi nurlandırabiliyor; ve neticede herkes O’na itaatla mükellef olur. Öyle ki Emir-ul mü’min Ali (a.s.) gibi biri “Ben Muhamedin (s.a.a)’in kölelerinden bir köleyim” diye buyuruyor. Ve O (s.a.a) baş öğretmen, enbiya ve mursel peygamberlerin tümünün üstadıdır.

Ama tüm insanlığı idare eden bu yüce insanın insanlık alemini idaresi, onun vahyi olan nefsiyle yani Ali bin Abi Talip (a.s) vasıtasıyladır. Bu yöntem İmam Hasan Askeri (a.s)’a kadar devam etmiştir. Onların hepsi bu alemde maarif ve hakikatleri yayıyorlar. Bu vazife, İmam Hasan Askeri (a.s)’dan sonra, onun oğluna aittir. Sırlar ve gerçekler onun vesilesi ve onun zamanında ortaya çıkacaktır. Nitekim Emir’ul-Müminin Ali a.s Kumey’le şöyle buyuruyor:

Benim açmadığım ilim yoktur. Ve Kaim olan Mehdi’nin mühürlemeyeceği sonuçlandırmayacağı sır yoktur. [1] 

Hz. Mehdi (a.s)’dan başka kim bu makamı iddia ederse rezil olacaktır. Nasıl ki, iddia ettiler ve rezil oldular; cehaletlerini ortaya koydular.

 


[1] – Thef’ul-Ukul s 114.