Günaha bulaşmış cömert bir genç, aziz ve celil olan Allah katında cimri yaşlı abitten daha sevimlidir. el-Bihar, 73/307/34 İmam Cafer-i Sadık (a.s)

İsmet (Masumiyet) Makamı

İsmet (Masumiyet) Makamı

Soru

İsmet kavramını açıklayabilir misiniz? Masum İmamlar’ın (a.s) dışında başkaları da ismet makamına ulaşabilirler mi?

Kısa Cevap

İslâmî inanç sisteminde ismet makamına sahip olan kimseye masum denmektedir. Masum, Allah’ın özel lütfüyle her türlü günah ve kötü işlerden kendini uzak tutan, en küçük bir hata, yanlışlık yapmayan kimsedir. Ama böyle bir durum cebir ve iradesizlikten değil, aksine günah ve hata yapabilme imkân ve iradesine sahip olmakla beraberdir. Masumun iradesinin hata ve günaha yönelmesine engel olan birçok neden vardır: İyi ve kötü işler hakkında gerçek bir bilgiye sahip olmak, Allah tarafından özel bir teyit ve inayete nail olmak, Ruhu’l-Kudüs’ten faydalanmak (Ruhu’l-Kudüs, sürekli masumla beraber olan mukaddes bir ruha denir)…

Peygamberler ve on dört masumun dışında kimse masum değildir. Başkalarının da Ruhu’l-Kudüs’ünün olduğuna dair herhangi bir delil yoktur. Ancak bunu söylememiz Hz. Ebulfazl, Hz. Ali’nin (a.s) babası Hz. Ebu Talib, Masumların (a.s) anneleri, Hz. Ali Ekber vs. şahsiyetlerin günahkâr oldukları anlamına gelmez. Onların makamı adaletin üstünde ismetin aşağısındadır.

İslâm kültüründe değerli insanların şahsiyetleri üç sözcükle değerlendirilir:

1- Adalet: Farzları yerine getirme ve günahları terk etme özelliğine sahip olmak.

Bu mertebede farzlara amel etmek ve haramları terk etmek yeterlidir. Büyük günahlardan uzaklaşıp küçük günahlarda ısrar etmeyen kimse adil olur.

2-Azamet: Adaletin üstündedir. Azametli kimse nurlu bir ruha sahip olup Allah’ın salih kulları sınıfına girerler.

3-İsmet: Bu makama sahip olanlar en küçük bir hata, günah ve yanlışlıktan uzak kimselerdir. Ruhu’l-Kudüs’e sahip olmak -çeşitli rivayetlere göre- bu makamın gereğidir.

Ayrıntılı Cevap

İslâm’ın değer biçme kültüründe değerli insanlar, üç sözcükle değerlendirilirler:

1-Adalet: İslâm’ın yasakladığı günahlardan ve yasaklardan uzak kalarak ruhunu terbiye eden, teslim ve itaatte öncü olan kimselere adil kimse denir. Böyleleri kendilerini günahtan temizleyerek ilahî emirleri yerine getirmede seçkin kimselerdir. Bu aşama, iyilerin ulaştığı en aşağı derecedir. Allah, herkesten bu dereceye çıkmasını istemektedir.

Bu makama ulaşmanın yolu büyük günahları terk etmek ve küçük günahlarda ısrar etmemektir. Ama aklından da günah geçmeyecek diye bir şart söz konusu değildir.

2-Azamet: Adaletten öteye gidip Allah’ın salih kullarının sınıfında yer alan ve yüzde yüz temiz ve arınmış olan kimseler azamet makamına sahiptirler. Onların nurlu bir ruhları vardır. Günah işlemedikleri gibi ruhu bulandıran diğer şeylerden de uzak dururlar. Böylesi bir azamet için vera’, zühd, sağlam iman, nafiz basiret vb. gibi deyimlerde kullanılmıştır.

Belirtmek gerekir ki, ismetin dereceleri olduğu gibi ismetten aşağı, adaletten yukarı olan azametin de geniş bir alanı vardır. İnsanlar Allah’a yakın oldukları ölçüde tekvinî velayete daha yakın olur ve kâinata etki etme gücü kazanırlar. Bu yüzdendir ki evliyanın hepsi bir mertebede değildirler. Bunun manası herkesin böyle bir makama ulaşma gücünün olduğu demek değildir. Zira bu makamın ölçüsü nura sahip olmak ve zulmetten uzaklaşmaktır.

Bu yüzden bazılarına “Abd-u Salih”, “Ruhun Nuru”, “Nurlu Ruhun Sahibi” demek, nurun sahibi (Allah), Peygamberlerin ve Ehlibeyt İmamlarının (a.s) saf nurlarının salahiyetindedir.

Sonuç: Azamet makamı adaletin üstündedir. Zira adalette büyük günahı terk etmek ve küçüklere ısrar etmemek yeterlidir. Oysa salih kullar varlıklarını tümüyle salih kul lakabına layık edecek yüksek bir vera’ ve zühde sahiptirler.

Yüce ve azametli kimsenin özel bir nurlu ruhu vardır. Çünkü kâmil aklı ve yüce ruhu onu bütün karanlıklardan uzaklaştırmış ve yalnızca salih amel ve ibadet mihveri üzerinde hareket etmektedir.

Bu özel nurluluk, üstün bir marifet, salih bir amel, temiz bir yapı ve hepsinin başında mutlak veli olan Yüce Allah’ın ve onun belirlediği velilerinin (masumların) özel inayetlerinin sonucudur.

Nasıl ki zulmet bazılarının hakikatinin perde arkası ise nur da, bazı bireylerin hakikatinin simgesidir. Allah’ın salih kulları bütün iyiliklerine rağmen Ruhu’l-Kudüs’e sahip değiller. Ruhu’l-Kudüs büyük ve temiz bir ruhtur ama melek değildir. Resulullah’ı (s.a.a) ve İmamları (a.s) himaye eden O’dur.

Sözün özü:

a) Bazılarının makamı her ne kadar yüksek olsa da melekuti ismet makamının gölgesine yetişemezler. İsmet bazı şeylere bağlıdır. O şeylerinde en üst sınırı 14 Masumda bulunur ancak. Niçin ve nasıl? İleride buna değineceğiz.

b) Hz. Ebulfazl, Hz. Masume, Hz. Zeynep, Hz. Rugayye, Hz. Ebu Talib, Hz. Hatice, Hz. Fatıma binti Esed (Hz. Ali’nin değerli annesi), Hz. Ali Ekber gibi saygın kimseler masum değiller ama Allah’ın özel velilerinin sahip olduğu azamet makamındadırlar.

Bu Grubun Azamet Makamlarının Delili

İsmet, masumun kendisinin iddia ve deliliyle ispat olunur. Azamet makamına sahip olan evliyalar, asla böyle bir iddiada bulunmamışlardır. İsmetin kutsi ruhunun onlarda olduğuna dair elde herhangi bir delil de yoktur. Ama onların her birinin azametine deliller vardır. Aşağıda onların bazılarını zikrediyoruz:

Hz. Ebu Talib

Bir hadiste şöyle rivayet ediliyor: “Birisi Hz. Ali’yi (a.s) küçük düşürmek ve babasını lekelemek için halkın içinde (Hz. Ali’nin (a.s) düşmanlarının kötü propagandaları sonucu halk Hz. Ebu Talib’i gayrimüslim zannediyordu) “Baban cehennem ateşinde ilahî azapta mıdır acaba?” diye sordu. Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu:

“Andolsun Muhammed’i peygamberliğe seçen Allah’a babam her günahkâra şefaat edecek ve Allah onun şefaatini kabul edecektir. Acaba oğlu olan ben cehennemi ve cennetin nimetlerini bölüştüren birisi olarak babam Ebu Talip cehennem ateşinde azap mı görecek? Andolsun Allah’a kıyamet günü babamın nuru beş kişinin (âl-i Aba’daki beş kişi) dışında herkesin nurunu söndürecek. Zira babamın nuru bizim nurumuzdandır, bizim de nurumuz Âdem (a.s) yaratılmadan iki bin yıl önce yaratılmıştır.”[1]

Hz. Hatice

Resulullah (s.a.a) miraç olaylarını anlatırken şöyle buyurdu:

“Miraçtan dönerken Cebrail’e dedim ki: “Bir isteğin var mı?” Dedi ki: “Allah’tan ve benden taraf Hatice’ye selam söyle.”[2]

Allah’ın selamı tam bir teslimiyet makamına sahip olana gelir.

Resul-i Ekrem (s.a.a) “Şüphesiz Allah, Âdem’i, Nuh’u, İbrahim soyunu ve İmran soyunu seçti, âlemlere üstün etti.” âyetinin tefsirinde şöyle buyuruyor:

“Ve (diğer seçilmişlerden) Ali, Hasan, Hüseyin, Hamza, Cafer, Fatıma ve Hatice’dir. Onlar âlemlere üstündürler.”[3]

Hz. Fatıma binti Esed (Hz. Ali’nin Değerli Annesi)

Muhaddis Hacı Şeyh Abbas Kummî (Mefatihu’l-Cinan’ın müellifi), bu değerli hanımefendi hakkında şöyle yazıyor:

“Onun yüce makamı -Allah ondan razı olsun- Hz. Ali’yi (a.s) Kâbe’de dünyaya getirmesinden belli olmaktadır. İmanını ilk açıklayanlardandı. İslam’ı kabul eden on birinci kişi idi. O öyle birisi idi ki, Resulullah (s.a.a) ona değer verir, her zaman azametle anar ve ona anne diye hitap ederdi.”

Raviler rivayet ederler ki, o vefat ettiği zaman Resulullah (s.a.a) ağlayıp matem tuttu. Gömleğini ona kefen yaptı, onun cenazesine namaz kıldı, namazda kırk tekbir getirdi ve onu mezara kendisi koydu. Bu onu ahiret seferine hazırladı…[4]

Hz. Muhammed (s.a.a) onun hakkında şöyle buyuruyor:

“O Allah’ın yarattıklarının en iyilerindendi. Ebu Talip’ten sonra bana iyiliklerde bulundu.”[5]

3-İslâm’ın değer ölçüsünde üçüncü sözcük “ismet” tir. Aşağıda onun açıklamasını yapacağız:

Akaitte ismet sahibi olan kişiye masum denir. Masum, Allah’ın lütfüyle her türlü günahtan, kötü ve uygunsuz işlerden sakınan kimsedir. Bu sakınma da cebrî değildir, onları yapma gücü olduğu halde yapmaz. İmam Cafer-i Sâdık (a.s) buyuruyor: “Masum, Allah’ın inayetiyle bütün günahlardan korunan kimsedir. Yüce Allah bu konuda şöyle buyuruyor:

“Kim Allah’a sarılırsa şüphe yok ki o doğru yola hidayet olmuştur.”[6]

Önemli nokta: İlim ve ismetin birbirleriyle yakın ilişkisi vardır. Öyle ki, ismetin esas kaynağı ilim ve marifettir. İnsan bir şeyi gerçek manada anlarsa onun sonuçlarını da bilir. Bu yüzden onu yapıp yapmama konusunda doğru ve sağlam karar alır.

İsmetin Sınırlı Olmasının Sırrı

Bazen, masumlar neden on dört kişiyle sınırlıdır ve başkaları da masum değiller, diye sorarlar:

1.Nokta: Sorunun cevabını Allah’ın belirleyici irade, hikmet ve takdirinde aramak gerekir. Böyle bir sınırlamanın Allah’ın isteğiyle tam bir ilgisi vardır. Ama bu istek ve takdir bir hikmet ve neden üzerinedir. Dinî kaynaklardan anlaşıldığına göre insanın varlık ve hayatı bu maddî dünyanın bir kaç yıllık hayatıyla sınırlı değildir. Ruh, beden yaratılmadan çok önceleri yaratılmıştır.[7]

Bu yüzden geçmişteki kararlarımız ve tepkilerimiz, yine Allah’ın bütün insanların geleceğine olan ilmi, kimin salih, kimin şaki olduğunu bilmesi gibi faktörlerin tümü el ele vererek ismet, ilim, nübüvvet, imamet, vahiy gibi seçkinlikleri kimin hak ettiğini ortaya çıkarmaktadır. Konunun daha iyi anlaşılması için Nudbe duasının şu cümlelerine dikkat edin:

“Allah’ım, evliya ve seçtiklerinin hakkında bizim onlara karşı huşu içinde olmamızı, onları övüp onlara teslim olmamızı irade ettin. Evliyaların, kendin ve dinin için halis kıldığın kimselerdir. Bu seçim ve üstün kılmanın alameti haddi ve sınırı olmayan, azalıp yok olmayan kalıcı ve değerli nimetlerini onlara vermendir. Bunun da nedeni senin onlarla (önceki âlemlerde), bu her yeri kül olmuş dünyaya karşı zahit olacak, onun menfaatlerine göz dikmeyeceklerine dair şartın idi. Onlar da bu şartı kabul ettiler. Sen de onların vefalı olduklarını bildiğin için onları kabul ettin, kurbunda yer verdin, (devamında) yüce zikrini ve her şeye şamil övgünü onlara sundun, öyle ki, meleklerini onlara nazil ettin, vahiy göndererek değer verdin, kendine ait özel ilminden onlara bağışladın. Böylelerini sana giden yol ve cennete girmeye vesile ettin…”

Duanın bu bölümüne dikkatle baktığımızda insanların önceki âlemde imtihan edildiklerini ve bu kendi değerini bilme yarışmasında bazı kimselerin Allah’a kul olmayı her şeye tercih ettiklerini ve bu kulluğu dünyaya satmama üzerine söz verdiklerini görüyoruz. Ancak bu ahde ancak çok az kimseler girmiş ve bu sözlerinde samimi olduklarını ortaya koymuşlardır. Allah da yalnızca onların ahdlerine vefa edeceklerini bildiği için en iyi nimetlerini onlara vermiştir. Kurb, yüce zikrinden faydalanmak, övgüde bulunmak, melekleri onlara nazil etmek, kendilerine vahiy ve özel ilmin gelmesi, herkesin cennete gitmesine vesile olmaları, Allah’a ulaşmanın yolu vs. bu nimetlerdendir.

Bundan dolayı bazıları imam, bazıları peygamber ve bazıları da sadece ismet makamına sahip oldular. Her makamda da herkes layık olduğu mertebeye ulaşmıştır. Ama İslam peygamberi Hz. Muhammed’in (s.a.a) ve pak Ehl-i Beyt’inin (a.s) mertebesi herkesten ve diğer seçilmişlerden daha üstündür. İmam Rıza (a.s) şöyle buyurmuştur:

“Allah azze ve celle bizi mukaddes ve temiz bir ruhla beraber etti… Allah Resulünün dışında, öncekilerden kimsede bu ruh yoktu. Böyle bir ruh biz imamların hepsinde var. O’dur imamları muvaffak ve himaye eden. O, aziz ve celil olan Allah’la bizim aramızda uzanan bir nurdur.”[8]

2. Nokta: Allah’ın -az ya da çok- mukadder ettiği şey, yarattığının ihtiyaç duyduğu şeyin ölçüsüne göredir. Nasıl ki iki kulak, bir dil ve iki el bu miktarın yeterli olduğunu gösteriyorsa İslâm dininde masumların yalnızca on dört olması da ümmetin ve diğer insanların on dört masumdan fazlasına ihtiyacı olmadığını göstermektedir. Bu sayı yeterli olduğu için ismete götürecek sebep ve faktörler başkalarına verilmedi. İsmete götüren sebeplerden biri daha öncede değindiğimiz gibi Ruhu’l-Kudüs’tür. Aşağıda buna açıklama getiriyoruz:

Şia Yüce Allah’ın seçkin kullarını Ruhu’l-Kudüs’le desteklediğine, onun vesilesiyle hata, yanlışlık ve gafletten koruduğuna inanır. İmam Sâdık (a.s) buyuruyor:

“Allah Resulü (s.a.a) Ruhu’l-Kudüs tarafından ilahî destek ve tevfike nail oluyor ve onun sebebine insanların işlerinde hata ve yanlışlık yapmıyordu.”[9]

Yine Masum İmamlar’ın (a.s) rivayetlerinde imamın ismetinin yalnızca onun imamet süresinde sınırlı olmadığı, imametten öncede ilahî ismete sahip oldukları belirtilmiştir.

–—


[1]     Biharu’l-Envar, c. 35, s. 110.

[2]     a.g.e, c. 16, s. 7.

[3]     a.g.e, c. 37, s. 63.

[4]     Sefinetu’l-Bihar, c. 7, s. 122.

[5]     Biharu’l-Envar, c. 35, s. 79.

[6]     Meaniyu’l-Ahbar, s. 132.

[7]     Bkz. Kasım Turhan, Ruhların Bedenlerden Önce Yaratılışı.

[8]     Biharu’l-Envar, c. 25, s. 48.

[9]     el-Kâfi, c. 1, s. 272.