Ey Şialar! Bizim için süs sebebi olun, utanç vesilesi olmayın. İnsanlarla güzel konuşun, dillerinizi koruyun, boş konuşmayın ve kendinizi çirkin sözler söylemekten alıkoyun. Emali’es-Seduk, 327/17 İmam Cafer-i Sadık (a.s)

Mucize

Soru

Mucize nasıl tanımlanır ve nasıl ispatlanır?

Kısa Cevap

Mucize inkârcılara meydan okumakla birlikte olan ve peygamberlik iddiasını destekleyen harikulade bir iştir. Harikulade iş ise bilinen ve alışılan doğal işleyişin dışında bir olgunun gerçekleşmesidir.

Mucizenin harikulade olması, nedensellik kuralının dışında olduğu anlamına gelmez ve mucize sebepleri yok saymayı ifade etmez. Çünkü sebep- sonuç kuralı bizzat Kur’an’ın da kabul buyurduğu bir kuraldır.

Meydan okumadan maksat, mucize sahibi olan peygamberin onun mucizesini kabul etmeyen kimseleri -çağrısını doğru bulmadıkları taktirde- o mucizenin benzerini yapmaya çağırmasıdır.

Buna göre mucize normal şartların dışına çıkmaktır. Elbette normal dışı işler sihir, kehanet ve duanın kabul oluşu gibi durumları da içine alsa da yalnız sihir ve kehanetin mucizeye karşı duracak durumu yoktur. Çünkü mucize Allah’ın sonsuz gücüne dayalı olarak gerçekleşmektedir.

Diğer yandan mucize özel şart ve hazırlıkları da gerektirmez; şöyle ki onu gerçekleştirmek için öğrenim görmek veya alıştırma yapmaya gerek yoktur.

Mucizenin duanın kabul olması vb. şeylerle farkı da şudur ki mucizede inkârcılara meydan okuma ve insanların hidayeti meselesi söz konusudur. Onun oluşmasıyla peygamberin peygamberliği ve halka yönelik daveti ispatlanır. Bu yüzden mucize sahibi kişi onu getirme konusunda yetki sahibidir yani kendisinden mucize istendiği zaman onu getirebilir.

Mucizelerin Kısımları:

Mucizeler iki kısımdır: 1- Amelî mucize 2- Sözlü mucize

Amelî mucizeler tekvinî velayet sonucu Allah’ın izni ile kainatta tasarruf etmeye denir.

Ama sözlü mucizeye gelince, bu tür mucizeler belli bir zamanla sınırlı değildir ve bütün asırlar için geçerlidir ve halkın geneline hitap ettiği gibi elit kimselere de hitap eder.

Amelî mucizelerin ispatı bu mucizeleri nakleden rivayetlerin senedinin doğruluğuna bağlıdır.

Kur’an’ın Mucizeliği: Peygamber’in (s.a.a) sözlü mucizelerinin başında Kur’an-ı Kerim gelir.

Kur’an hem sözleri hem manaları yönünden mucizedir. Yani hem güzel anlatıma sahiptir, hem de söylediği söz güzeldir. Şimdiye kadar kimse Kur’an’a karşı koyamamış, hatta Kevser Sûresi gibi bir sûre bile getirememiştir.

Kur’an’ın meydan okuyuşu belli bir yönü, yani fasih ve beliğ oluşu veya belli bilgileri içermesi gibi özellikleri ile sınırlanmamıştır. Bu da gösteriyor ki Kur’an’ın hangi yönü dikkate alınırsa alınsın yine Kur’an o yönden üstündür ve ona üstünlük sağlanamaz. Bu meydan okuyuş bütün çağlardaki bütün insanları muhatap alır.

Ayrıntılı Cevap

Müslüman bilginler mucizeyi şöyle tanımlarlar:[1] Mucize inkârcılara meydan okumakla birlikte olan ve iddiayı destekleyen harikulade bir iştir.

Harikulade işler genel olarak bilinen ve yaşanan olaylardan farklı olan işlerdir ve eşyaya hüküm süren alışılagelmiş doğal kuralların haricinde cereyan eden durumları ifade eder. Mucizenin harikulade olması, nedensellik kuralının dışında olduğu anlamında değildir. Mucize, sebepleri yok saymayı ifade etmez. Çünkü sebep-sonuç kuralı hem felsefenin hem de Kur’an’ın kabul ettiği bir kuraldır. Kur’an bir yandan nedensellik kanununu kabul ederken diğer yandan harikulade işleri de kabul etmektedir.[2] Kur’an-ı Kerim bütün sebeplerin Allah’ın gücü dahilinde olduğunu, maddî sebeplerin bağımsız olmadıklarını ve gerçek sebebin Yüce Allah olduğunu vurgulamaktadır.[3] Mucizelerde etkili olan sebeplerden biri de peygamberlerin ruhlarıdır.[4] Peygamberlerin ve evliyanın nefislerinde var olan özellik bütün zâhirî sebeplerden üstün ve onlara egemendir.[5]

Sonuç şu ki mucizeler ve diğer harikulade işler de normal olaylar gibi sebeplere bağlı olarak meydana gelirler. Hem mucize hem de normal olaylar bilinen sebeplerin yanında bâtınî sebeplere bağlıdırlar. Bâtınî sebepler bizim genelde bildiğimiz normal sebeplerle farklıdır. Normal olayların meydana gelişinde zâhirî sebeplerle bâtınî sebepler arasında uyum vardır ve ilahi emir de buna mutabıktır. Bâtınî ve hakiki sebeplerin zâhirî sebeplerle uyum içinde olmadığı durumlarda zâhirî sebepler işlevini yitirir ve o normal vakıa meydana gelmez. Çünkü Allah’ın iradesi ona taalluk etmemiştir. Oysa normal ötesi (harikulade) işler tabii olan normal sebeplere dayanmamakta, tabii olan normal ötesi sebeplere dayanmaktadırlar ve aynı zamanda bâtınî ve gerçek sebeplere dayanmaktadırlar ve sonuçta Allah’ın irade ve izni çerçevesi dahilindedirler.

Mucizenin diğer bir özelliği de onun meydan okumakla birlikte oluşudur. Yani mucize gösteren peygamber herkesten özellikle inkârcılardan mucizeyi peygamberliğine bir delil kabul etmeyip onu normal bir iş olarak gördükleri takdirde benzerini yapmalarını istemektedir.[6]

Başka bir ifade ile mucize Allah’ın açık delil ve âyetidir. Mucizeden maksat ilahi bir görevi ispatlamaktır. Buna göre bu iş inkârcılara karşı meydan okumayla birlikte olur.[7]

Mucizenin diğer bir özelliği de iddia eden kimsenin iddiasına mutabık çıkmasıdır. Yani eğer bir kimse peygamberliğini ispatlamak için anadan olma körlere bir araç kullanmadan şifa verdiğini iddia ediyorsa bu iddiasını gerçekleştirmesi gerekir.[8]

Buna göre mucize normal şartların dışına çıkmaktır. Normal dışı işler gerçi sihir, kehanet ve duanın kabul oluşu gibi durumları da içine alsa da sihir ve kehanetin mucizeye karşı duracak durumu yoktur. Çünkü sihri oluşturan sebepler mutlak anlamda mucize karşısında yenik duruma düşmektedir. Ancak mucize normal olmayan tabii sebeplere asla yenilmez, sürekli galip gelir.[9] Sihir ise genelde tabii ve ilahi menşei olmayan ve hayali etki altına almak veya göz boyamak gibi yollara dayanır ve kötü hedeflere hizmet eder.

Buna göre beşeri olan normal dışı işler hedef yönünden de mucizelerden farklıdır. Peygamberler mucizelerini insanları hidayet etmek için gösterirler, eğlence veya başka hedefler için değil…

Diğer yandan mucize özel şartlar gerektirmez. Şöyle ki onu gerçekleştirmek için öğrenim görmeye veya alıştırma yapmaya gerek yoktur. Oysa mürtazlar normal dışı bir iş yapmak için öğrenim görmeye ve alıştırma yapmaya ihtiyaç duymaktadırlar ve her işi de yapamazlar.

Bunun sebebi mucizelerin Allah’ın sonsuz gücüne dayanması ve beşeri olan normal dışı işlerin ise insanın sınırlı gücüne dayanmasıdır. Bu yüzden beşeri olan normal dışı işlerin benzerini yapmak mümkündür ve kimse bu gibi konularda meydan okuyamaz.[10]

Mucizenin, duanın kabul olması vb. şeylerden farkı da şudur ki, mucizede meydan okuma ve insanların hidayeti meselesi söz konusudur. Mucizeyle peygamberin peygamberliği ve halka yönelik daveti ispatlanır. Bu yüzden mucize sahibi kişi mucize konusunda yetki sahibidir; yani kendisinden mucize istendiği zaman gerçekleştirebilir. Duanın kabul olması ve velilerin kerameti ise meydan okuma ve insanların hidayeti kendisine bağlı olmadığı için gerçekleşmeyebilir ve sonuç vermediği için de kimsenin sapmasına sebep olmaz.[11]

Başka bir ifade ile keramet harikulade bir iştir ve kâmil veya yarı kâmil bir insanın ruhsal gücünü gösterir ama bu özel bir ilahi hedefi ispatlamak için değildir. Mucize bir kimsenin iddiasını teyit etmek için meydana gelir ama keramette böyle bir özellik yoktur.[12]

Kısacası peygamberlik iddiasıyla birlikte olan mucize peygamberlere mahsustur. Bir kimse mucize gerçekleştirirse ve peygamberlik iddia ederse bu, onun iddiasının doğruluğunu ispat eder. Çünkü mucize ilk etapta mucizeyi yapanın iddiasını doğrulamak içindir.

Elbette peygamberler peygamberliklerinden önce de mucize gösterebilirler ama buna mucize değil irhas yani gönülleri ileride açıklayacağı çağrıya hazırlama denir.[13]

Evet, mucize peygamberlik iddiasıyla olur. Eğer bunun dışında peygamberden bir harikulade iş görülse peygamberliğinden sonra olsa buna keramet denir. Gerçi bazen halk dilinde peygamberler ve imamların tüm kerametlerine mucize denmektedir.[14]

Mucizelerin Kısımları:

Mucizeler iki kısımdır: 1- Amelî mucize. 2- Sözlü mucize.

Amelî mucizeler tekvinî velayet sonucu Allah’ın izni ile kainatta tasarruf etmeye denir.[15] Hz. Resulullah vasıtasıyla ayın yarılması,[16] ağacın yarılması,[17] Karun ve Firavun kıssalarında olduğu gibi Hz. Musa (a.s) tarafından yerin[18] ve denizin[19] yarılması, Hz. Salih Peygamber tarafından dağın yarılması[20] ve Hz. İsa aleyhisselam tarafından anadan olma körlerin şifa bulmaları, alacaların iyileşmesi ve ölülerin diriltilmesi,[21] yine Hz. Ali (a.s) tarafından Hayber kalesinin kapısının sökülmesi gibi. (Elbette bu sonuncu peygamberlik mucizesi değildir, Hz. Ali’nin (a.s) imamlığına delildir.)[22]

Amelî ve sözlü mucizenin farkı hakkında şu noktaya da işaret etmek gerekir ki amelî mucize belli bir zaman ve mekanla sınırlıdır muhatabı da genelde avam halktır.[23] Ancak sözlü mucize belli bir zamanla sınırlı değildir ve bütün asırlar için geçerlidir ve halkın geneline hitap ettiği gibi elit kimselere de hitap etmektedir.

Peygamber’in (s.a.a) amelî mucizelerine örnek olarak günümüze dek ulaşmış olan Medine’nin kıblesinin tayin edilmesini zikredebiliriz. Peygamber (s.a.a) herhangi bir astronomik araç veya bilgi araçlarından yararlanmaksızın Medine şehrinde Ka’be’ye doğru yönelmiş ve “Mihrabım Ka’be’nin oluğunun karşısındadır” diye buyurmuştur.[24]

Amelî mucizelerin ispatı bu mucizeleri nakleden rivayetlerin senedini incelemeye bağlıdır. Eğer bu rivayetlerin senedi doğru olur veya onların doğruluğu konusunda bir takım karineler olursa o zaman o mucize ispatlanır. Aksi takdirde onları ispatlamamız mümkün olmaz, sadece bir ihtimal olarak söz konusu edilebilir. Ancak Kur’an’ın Peygamber’den naklettiği amelî mucizeleri kesin olarak kabul etmek gerekir. Yine şimdiye kadar baki kalan amelî mucizeleri de kabul edilmelidir.

Kur’an’ın Mucize Oluşu: Sözlü mucizelerin başında Kur’an-ı Kerim gelir. Kur’an’ın tahrif olmadığına ve sağlam ilahi kaynağa dayandığına dair şüphe edilemez. Sadece soru şudur: Kur’an ne yönden mucize sayılır?

Bu soruya cevap verebilmek için Kur’an’ın mucize oluş yönlerini incelemek gerekir.

Kur’an’ın mucize oluş yönleri:[25]

Kur’an çeşitli yönlerden inkârcılara meydan okumuştur. Aşağıda bu yönlerden bazılarına işaret edelim:

1- Fesahat ve belağat yönünden.[26]

2- İçinde bulunan bilgilerde çelişkinin olmayışı yönünden.[27]

3- Gaybî haberler yönünden.[28]

4- Kendisine Kur’an inen kişi yönünden.[29]

5- Sunduğu ilimler yönünden.[30]

Kur’an-ı Kerim, örneğin kimseden ders almamış, uygarlık ve bilimden yoksun bir yerde büyümüş olan bir kimsenin kendisinin, mütefekkirleri hayrete düşürecek ve onları aciz kılacak şekilde ibadet, sosyal ilişkiler, toplum yönetimi ve alışveriş konularında mükemmel düzenler sunabilmesi yönünden mucize olduğunu açıklamıştır. Kur’an genel düzenleri açıklamanın yanı sıra bazen konuların inceliklerine bile inmiş ve ayrıntılarına kadar tevhid ilkesi ekseninde şekillenmiş bilgiler ve öğretiler sunmuştur. Şöyle ki hükümlerinin ayrıntıları tahlil edilecek olursa tevhid ilkesine dayandığı ortaya çıkar. Tevhid ilkesi doğru şekilde açıklanacak olursa bu ayrıntılar anlaşılacaktır.

Kur’an hem sözleri hem manaları yönünden mucizedir. Yani hem en güzel anlatıma sahiptir, hem de söylediği sözler güzeldir. Şimdiye kadar kimse Kur’an’a karşı koyamamış hatta Kevser Sûresi gibi küçük bir sûre bile getirememiştir.

Unutulmamalıdır ki Kur’an’ın meydan okuması onun belli bir yönü yani örneğin fasih ve beliğ oluşu veya belli bilgileri içermesi gibi özellikleri ile sınırlanmamıştır.[31] Bu da gösteriyor ki Kur’an’ın hangi yönü üstünlük açısından dikkate alınırsa alınsın, Kur’an yine o yönden üstündür ve ona üstünlük sağlanamaz. Bu meydan okuyuş bütün çağlardaki bütün insanları muhatap alır.

Eğer bir kimsenin Kur’an’ın mucize yönlerini anlamaya gücü yetmiyorsa, Kur’an’ın mucizesini anlamak için derin düşünce sahibi kimselere müracaat etmelidir. Öyle kimseler ki bir ömür Kur’an’ın bilgilerini anlama yönünde çalışmış olmalarına rağmen yine de Kur’an’ın bir okyanus olduğunu ve kendilerinin ise sadece ondan birkaç damla tadabildiklerini itiraf ederler.

–—


[1]     Bkz. Allâme Hillî, Keşfu’l-Murat, Tashih Ayetullah Hasanzade Âmulî, s. 350- 353 ve Ayetullah Hasanzade’nin Keşfu’l-Murad’a notları, Rehberan-i Buzurg, s. 119-153; Şehid Mutahharî, Mukaddime-i ber Cihanbiniyi İslami, Camiatu’l-Muderrisin baskısı, s. 179-207; el-Mizan, c. 1, s. 58-90; İnsan-ı Kâmil ez Didgah-ı Nehcu’l-Belağa, s. 8-21; Dr. Melikşahi, Tercüme ve Şerh-i İşarat-i İbn Sina, s. 466-491; Molla Sadra, eş-Şevahidu’r-Rububiye, tashih: Seyyid Celaluddin Aştiyanî, 2. Baskı, s.340-349; Molla Sadra, Mebda ve Mead,, tercüme: Ahmed b. Muhammed b. el-Huseyni Erdekanî, s. 538-549.

[2]     Talak/3, Hicr/21, Kamer/49.

[3]     A’raf/54, Bakara/284, Hadid/5, Nisa/80, Âl-i İmran/26, Taha/50, Bakara/255, Yunus/3.

[4]     Mumin, 78.

[5]     Saffat/173, Mücadele/21, Mumin/53.

[6]     Bahauddin Hurremşahî, Cihan-ı Gayb ve Gayb-ı Cihan, s. 45-83.

[7]     Bkz. Şehid Mutahharî, Mukaddime-i ber Cihanbiniyi İslami, s. 189.

[8]     Keşfu’l-Murad, s. 350.

[9]     Firavun’un topladığı sihirbazlar, Hz. Musa’nın (a.s) yaptığını görünce bunun mucize olduğunu anlamışlardı. Çünkü onların sihirlerini yutmuş ve yok etmişti. (A’raf/105-125)

[10]    Bkz. Ayetullah Mekarim Şirazî, Rehberan-i Buzurg s. 119-153.

[11]    el-Mizan, c. 1, s. 83.

[12]    Şehid Mutahharî, Mukaddime-i ber Cihanbiniyi İslami, s. 189; Şehid Mutahharî, Aşinayi ba Kur’an, c. 2, s. 235.

[13]    Allâme Hillî, Keşfu’l-Murat, s. 352.

[14]    A.g.e., s. 353; Bahauddin Hürremşahî, Cihan-ı Gayb ve Gayb-ı Cihan, s. 46-47.

[15]    İnsan Allah’a itaat edip günahlardan uzak durmasının sonucunda O’na yaklaşır ve velayet makamına sahip olur. Bu makama erişince kainatta tasarruf gücüne sahip olur.

[16]    Peygamber’in (s.a.a) mucizelerinden biri de ayı ikiye bölmektir.

[17]    Hz. Ali (a.s) Kasia hutbesinde Peygamber’in (s.a.a) bu mucizesini beyan etmiştir.

[18]    Kasas, 76-81.

[19]    Bakara, 50.

[20]    Şems, 11-15.

[21]    Âl-i İmran, 49.

[22]    Beşaretu’l-Mustafa, Necef baskısı, s. 235; Emaliyi Saduk, 77. Meclis.

[23]    Bu söz, seçkin kimselerin bu tür mucizelerden istifade etmediği anlamında değildir. Çünkü bazen Hz. Musa’nın (a.s) mucizevî kıssasında olduğu gibi seçkin bir gurup olan sihirbazlar ilk istifade eden kimseler arasında yer alırlar.

[24]    Mirdamad, Kebesat, s. 321; İnsan-ı Kamil ez Didgah-ı Nehcu’l-Belağa, s. 7-21.

[25]    Dairetu’l-Mearif-i Teşeyyu, c. 2, s. 265; Dairetu’l-Mearif-i İslami, c. 9, s. 362 – 369; el-Mizan, c. 1, s. 58; Ta’likat-ı Ayetullah Hasanzade ber Keşfu’l-Murat, s. 597-600.

[26]    Hud/14, Yunus/39.

[27]    Nisa/82, Zumer/23.

[28]    Hud/49, Yusuf/102, Âl-i İmran/44, Meryem/34, Rum/1-4, Fetih/15, Enbiya/97, Kasas/85, Maide/67, Nur/55, Fetih/27, Hicr/329, Enam/65, Yunus/47 vb.

[29]    Yunus, 16.

[30]    Nahl/89, Enam/59, Nisa/106, Fussilet/43, Haşr/7, Hicr/9.

[31]    Bakara/23, İsra/88.