“Fakihlerin afeti, (kötülüklerden) sakınmamalarıdır.” Gurer’ul-Hikem, 3963 İmam Ali (a.s)

Gayb İlmi

Gayb İlmi

Soru

Acaba Allah’tan başka bir kimse gayb ilminden haberdar olabilir mi? Eğer haberdar olabilirse, gayb ilminin Lokman Sûresinde sadece Allah’a ait olmasıyla sınırlandırılması ne anlama gelmektedir?

Kısa Cevap

Gayb, bir şeyin duyu organlarına ve idrake gizli olması ve şehadet de aşikâr olması anlamına gelmektedir. Bir şeyin bir kimse için gayb ve bir başka kimse için de aşikâr olması mümkündür. Bu konu o kimsenin varlığının sınırına bağlıdır. Ama Allah’tan başka diğer bütün varlıkların kapsamlarının sınırlı olmasını ve sadece Allah’ın her şeyi tam olarak kuşattığını göz önünde bulundurursak, gayb ilminin sadece Allah’a mahsus olduğu ve O’ndan başka kimsenin gaybı bilemeyeceği anlaşılacaktır. Çünkü sadece Allah-u Teâlâ’nın, varlık âlemine tam bir kuşatıcılığı vardır. Hiçbir şey O’nun varlığının dışında değildir ve hiç kimse kendi sınırları içerisinde kendisini Allah-u Teâlâ’dan gizleyemez.

Yüce Allah, gayba âlim ve şahittir. Aslında her şey O’na göre şehadet âlemindedir ve O’ndan başka hiç kimse bu noktaya ulaşamaz. Ama diğerleri, varlıklarının ve idraklerinin kapasitelerine göre bazı konular, onlara aşikârdır ve diğer bazı konular da onların duyu organlarından gizlidir ve bu konularda ya hiç bilgileri yoktur ya da çok alt seviyede bir bilgileri vardır.

Elbette gayb ilmini Allah’a mahsus kılmak, bazı şahısların ilahî öğretiler ve ruhî özellikleri sayesinde gaybî sırlara ve ilimlere vakıf olmaları, görülmeyenleri görmeleri ve duyulmayanları duymaları imkânını engellemez. Bu, Allah-u Teâlâ’nın peygamberler ve evliyalar gibi seçmiş olduğu kullarına verdiği bir bağıştır.

Yukarıdaki söylediklerimize göre, gayb ilmini Allah’a mahsus kılan âyet ve rivayetlerle; peygamber ve evliyaların da gayb ilmine sahip olduklarını bildiren âyet ve rivayetler arasındaki zâhirî çelişkiyi aşağıda yapacağımız açıklamaları dikkate alarak çözümleyebiliriz:

1. Gayb ilminin Allah’a mahsus olması zati ve bağımsızdır ve bu, Allah’ın bağışlaması ve lütfü ile bağımlı gaybî ilme sahip olmakla çelişmemektedir.

2. Gayb ilmini ayrıntılarıyla sadece Yüce Allah bilmektedir ve diğerleri genel olarak onu bilmektedirler. Onların ayrıntılarından haberdar olmak Allah’a mahsustur.

3. Yüce Allah, her an gaybî sırlardan haberdardır ve diğer kimselerin her an birçok gaybî sırlara vakıf olması mümkün olmayabilir ve Allah’ın irade etmesiyle veya kendilerinin irade etmeleri ve Allah’ın da izni ve rızasıyla gaybî ilimlerden haberdar olabilirler. Bu konuda İmam Sâdık (a.s) şöyle buyurmaktadır:

“İmam bir şeyi bilmeyi irade ettiği zaman, Yüce Allah ona bu ilmi öğretir.”

Yüce Allah Lokman Sûresi’nin 34. âyetinde şöyle buyurmaktadır:

“Kıyamet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah’ın katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.”

Bu âyetin iki tefsiri bulunmaktadır:

1. Yukarıdaki âyette geçen beş husus, gaybî ilimlerdendir ve Yüce Allah ve O’nun gaybî ilimlere bilgili kıldığı kimselerden başkası bu beş hususa bilgi sahibi olamaz. Yağmuru yağdırmaktan maksat, sadece meteoroloji tarafından tahmin edilen yağış değil bununla beraber yağmurun tam olarak ne zaman, nereye ve ne kadar yağacağıdır ve bu ilim sadece Allah’a aittir ve diğerleri tahmin etme yoluyla bir miktar bundan haberdar olabilirler. Aynı şekilde rahimdeki ceninden haberdar olmak sadece cihazlar sayesinde belirlenen ceninin cinsiyeti değil, bununla beraber sağlık, cismi ve ruhî özellikler ve hatta onun kapasitesi ve gelecekte hak yolda olup olmayacağı gibi ceninle ilgili bütün özellikleri içermektedir. Böyle bir bilginin sadece Allah’a ait olduğu açıktır. Rivayetlerde bu bilgilerin bir kısmının İmamlar (a.s) için de söz konusu olduğu ispatlanmaktadır ve bu bilgiler genel olduğu ve ilahî öğretiler sayesinde kazanıldıklarından dolayı Allah’ın ayrıntılı ve zatî olan ilmiyle çelişmemektedirler. İmamlara (a.s) ait olan bu bilgiler zatî ve bağımsız değildir ve Allah-u Teâlâ’nın istediği ölçüde ilahî öğretim sayesinde onlara verilmiştir.

2. Bu âyetin ikinci tefsiri ise; bu âyette sadece kıyamet gününün tarihi gaybî ilimlerden sayılmaktadır ve Yüce Allah da bunu kendisine has bilmektedir. Âyetin diğer kısımlarında söz ve açıklama tarzı değişmekte ve sadece Allah-u Teâlâ’nın yağmur yağdırdığı ve annelerin rahimlerinde olanlardan haberdar olduğu bildirilmektedir ve bu bilgiler Allah’a has kılınmamaktadır. Buna göre şimdi veya gelecekte, bilimin ilerlemesi sonucunda yağmurun tam olarak ne kadar ve ne zaman yağacağı ve ceninin durumu ve özellikleri hakkında bilgi edinilmesi, âyetin maksadıyla çelişmeyecektir. Aynı şekilde âyetin dördüncü ve beşinci kısımlarında insanların ölümlerinin nasıl ve nerede olacaklarını bilmediklerini beyan etmektedir. İnsanların bunu bilmemeleri, tabiat kanunuyla uyuşmaktadır ve hiç kimse zatî olarak gayb ve gelecekte olacak olaylardan haberdar değildir. Ama bunun böyle olması, Allah-u Teâlâ’nın bazı kimselere gelecekte olacak olayları veya ölümlerinin zaman ve mekânını haber vermeyeceği anlamına gelmez.

Ayrıntılı Cevap

Bu sorunun cevabının açıklığa kavuşması için üç noktanın beyan edilmesi gerekir:

1. Gayb İlmi Nedir?

Gayb, bir şeyin duyu organlarına ve idrake gizli olmasıdır. Lügatçilere göre: Sana gizli ve saklı olan her şeye gayb denir.[1] Araplar güneş battığı zaman şöyle demektedirler: Güneş kayboldu ve gözlerden gizlendi.[2]

Kur’ân’da defalarca kullanılmış olan “şahadet” kavramına karşıt olan “gayb” madde ve his âleminin ötesinde olan ve duyu organlarıyla idrak edilmesi ve hissedilmesi mümkün olmayan konulardır ve onları hissetmek ve idrak etmek için başka araçlara ihtiyaç vardır.

Allâme Tabatabaî şöyle söylemektedir: Gayb ve şahadetin manaları görecelidir; yani bir şey bir kimseye göre gayb ve bir başka kimseye göre de şahadet olabilir. Bu, varlıkların bir sınırının olması ve her varlığın da kendi sınırından ayrılmasının mümkün olmamasından kaynaklanmaktadır. Buna göre bir başka şeyin sınırları ve kapsamı içinde olan bir şey, o şey için şahadettir; çünkü onun müşahedesi altındadır. Eğer onun sınırları dışında olursa, ona göre gayb sayılır; çünkü onun müşahedesi altında değildir.[3]

2. Kimler Gayb İlmine Sahiptir?

Gayb ilmi her yönüyle Yüce Allah’ın elindedir. Çünkü sadece O, her yönden bütün âlemi kapsamaktadır, hiçbir şey O’nun varlığının sınırları dışında değildir ve hiçbir şey kendi sınırları içinde kendisini O’ndan gizleyemez. Bu konu Kur’ân-ı Kerim’in değişik birçok âyetinde vurgulanmıştır; örneğin:

“Allah görünmeyeni de bilir, görüneni de. Büyüktür ve yücelerden yücedir.”[4]
“De ki (ey Peygamber): Gayb ancak Allah’a aittir.”[5]
“De ki (ey Peygamber): Allah’tan başka hiç kimse göklerin ve yerin gaybını bilemez.”[6]

Yukarıda zikredilen âyetlere ilk bakıldığında, Allah’tan başka hiç kimsenin gaybı bilmediği anlaşılmaktadır. Ama bu âyetlerin yanı sıra, Allah’ın veli kullarının da genel olarak gayb ilmine vakıf olduklarına işaret eden âyetler de vardır; örneğin:

“Allah, size gaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah, elçilerinden dilediğini ayırt eder.”[7]
“O bütün gaybı bilir, fakat gaybına kimseyi apaçık vakıf kılmaz. Ancak, (bildirmeyi) dilediği peygamber bunun dışındadır. Çünkü O, bunun önünden ve ardından gözcüler salar.”[8]

Hz. İsa’nın (a.s) mucizeleri hakkında Kur’ân-ı Kerim’de şöyle geçmektedir:

“Ayrıca evlerinizde ne yiyip ne biriktirdiğinizi size haber veririm.”[9]

Bu zikrettiğimiz âyetlerden başka, Peygamber (s.a.a) ve İmamların (a.s) genel olarak gayb ilmine sahip olduklarına delalet eden rivayetler de vardır. Onların gayba bilgilerinin olması en az iki şekildedir:

Birinci şekil, Peygamber’in (s.a.a) aldığı vahiydir. Vahiy Peygamber’e (s.a.a) verilen bir çeşit gaybî haberdir.

İkinci şekil, vahiy yolu dışında Peygamber (s.a.a), Masum İmamlar (a.s) ve velilerin gelecekle ilgili şeylerden haberdar olmalarıdır. Örneğin Peygamber’in (s.a.a) Medine’de Müslümanlara, çok uzaklarda cereyan eden Mute savaşı ve Hz. Cafer ve bazı diğer İslâm komutanlarının şahadeti hakkında haber vermesidir.[10] Birçok hadiste Peygamber (s.a.a) ve Ehlibeyt İmamlarının (a.s) gayb ilmine sahip olduklarına işaret edilmektedir[11] ve bu rivayetler hakkında tevatür iddiasında bulunulabilir.[12]

Ama birinci ve ikinci gurup âyetlerin ve bu hadislerin nasıl birleştirilerek yorumlanacağı hakkında aşağıdaki şu noktalara işaret edilebilir:

a) Gayb ilminin Allah-u Teâlâ’ya ait olması, zati ve bağımsızdır. Buna göre O’ndan başkası bağımsız olarak gayb ilmine sahip olamaz ve sadece O’nun lütuf ve inayetiyle diğerleri gayb ilmine sahip olmaktadırlar; yani diğerlerinin gayb ilmi Allah’a bağlıdır.

b) Gayb ilimlerini ayrıntılı olarak sadece Yüce Allah bilmektedir ve Allah’tan başkaları gayb hakkında haberdar olsalar da ancak genel şekilde haberdar olurlar; yani bu konuların ince ayrıntıları sadece Allah’a aittir.

c) Yüce Allah, her an fiili olarak gaybî sırlara sahiptir; ama peygamberler, imamlar (a.s) ve bazı evliyaların gaybî sırların çoğunluğunu bilmemeleri mümkündür. Yüce Allah irade ettiği zaman veya kendileri irade ettikleri zaman ve Allah-u Teâlâ’nın da izin vermesiyle gaybî ilimlerden haberdar olabilirler.

Bu konuyu açıklayan bazı hadisler vardır. Örneğin İmam Sadık’tan (a.s) gelen bir hadiste şöyle geçmektedir:

“İmam (a.s) bir şeyi bilmeyi irade ettiği zaman Yüce Allah bunu ona öğretmektedir.”[13]

Bunlara ilave olarak Kur’ân-ı Kerim’de, nefis tezkiyesi, şeriata amel etme, Allah’a doğru yönelme ve yaklaşma sonucu elde edilen özel bir çeşit marifetten söz edilir; örneğin:

“Ey iman edenler! Eğer Allah’tan korkarsanız O, size iyi ile kötüyü ayırt edecek bir anlayış verir.”[14]

Hz. Ali (a.s) de “Onlar, ne ticaret ne de alışverişin kendilerini Allah’ı anmaktan, namaz kılmaktan ve zekât vermekten alıkoyamadığı insanlardır.”[15] âyetini tilavet ederken şöyle buyurmaktaydı:

“Yüce Allah, duymayan kulakların duyması, görmeyen gözlerin görmesi ve ıstıraplı kalplerin de sakinleşmesi için kendi yâdını kalplerin nuru karar kıldı. Sürekli hiçbir peygamberin olmadığı bir zaman diliminde Allah’ın bazı kulları vardı ki fikirleri yoluyla onlara sırları bildirmekte ve akılları yoluyla da onlarla konuşmaktaydı.” [16]

3. Lokman Sûresindeki Açıklama

Şimdi Lokman Sûresinin 34. âyetini inceleyelim. Yüce Allah bu âyette şöyle buyurmaktadır:

“Kıyamet vakti hakkındaki bilgi, ancak Allah’ın katındadır. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını bilemez. Yine hiç kimse nerede öleceğini bilemez. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir, her şeyden haberdardır.”[17]

Bu âyet-i kerime için iki çeşit tefsir vardır:

a) Bu âyette, bir önceki âyette zikredilen kıyamet günü konusu ile uyumlu olan, terim olarak “gaybî ilimler” denilen Allah’a has ilimlerden bahsedilmektedir ve bu âyette beş konuya değinilmektedir:

1-Kıyamet gününden haberdar olmak: Müşrikler bu konuyu defalarca Peygamber’e (s.a.a) sormuşlardır: “Ne zamanmış o (kıyamet günü)? diyecekler.”[18] Kur’ân-ı Kerim ise şöyle cevap vermektedir:

“…Kıyamet mutlaka gelecektir; Ben hemen onu gizliyorum ki, herkes yaptığının karşılığını görsün.”[19]

2-Yağmurun yağma zamanı: Yağmurun ne zaman nereye ne kadar yağacağının tam ilmi Allah-u Teâlâ’ya aittir ve diğerleri sadece tahmin etme yoluyla bunlardan haberdar olabilirler.

3-Annelerin rahimlerinde olanlardan haberdar olma: Yani ceninin cinsiyeti, zahirî ve batinî özellikleri ve kişiliği hakkında bilgi sahibi olmaktır. Buna göre, insanların elinde ceninin cinsiyetinden haberdar olmalarını sağlayacak cihazlar olabilir ama cismî ve ruhî özellikleri, iç kapasiteleri, ilmî, felsefi ve edebi zevkleri ve bunlar gibi binlerce özellikleri hakkında bilgi sahibi olunması Allah-u Teâlâ’dan başka hiç kimse için mümkün değildir.[20] Aynı şekilde ceninin geleceğinden, akıbetinden, onun hak yola mı yoksa batıl yola mı uyacağından ve bunun gibi daha başka birçok konudan Allah-u Teâlâ’dan başka hiç kimsenin haberdar olması mümkün değildir.

4-Gelecekteki olaylar, onların özellik ve ayrıntıları ve her şahsın gelecekte kazanacağı ve yapacağı işler.

5-Her şahıs sonunda nerede dünyadan gidecektir.

Bu birinci tefsire göre, zikredilen konular gaybî ilimlerden sayılmakta ve Allah-u Teâlâ’ya özel kılınmaktadır. Eğer bazı rivayetlerde bu ilimlerin bir kısmından İmamların (a.s) da haberdar olduklarının ispatlandığı sorulursa, bu soruya şöyle cevap verilebilir: Bu bilgiler genel olduğu ve İlahî öğretiler sayesinde kazanıldıklarından dolayı Allah’ın ayrıntılı ve zatî olan ilmiyle çelişmemektedirler. İmamlara (a.s) ait olan bu bilgiler zatî ve bağımsız değildir ve Allah-u Teâlâ’nın istediği ölçüde ilahî özel irade sayesinde onlara verilmiştir.[21]

b) Bu âyetin ilk cümlesinden, kıyamet gününün vaktinden sadece Allah-u Teâlâ’nın haberdar olduğu ve O’ndan başka hiç kimsenin de haberdar olmadığı anlaşılmaktadır. Bu konu, Arap edebiyatında sınırlılığı ve has olmayı ifade eden “İndehu (yanında)” kelimesinin “İlmu’s-Saat (kıyametin vakti)” kelimesinden önce getirilmesinden anlaşılmaktadır. Diğer başka âyetler de bu sınırlılığı ve has olmayı desteklemektedir.

Ama âyetin ikinci kısmında, anlatım tarzının değiştiği ve sınırlama ve has kılma tarzında olmadığı görülmektedir. Âyetin bu kısmından, Allah-u Teâlâ’nın, yağmurun yağma vaktini ve annelerin rahimlerinde olanları bildiği anlaşılmaktadır ama O’ndan başkasının bu ilimlerden haberdar olmadığı veya olunamayacağını ifade edecek şekilde bir sınırlama söz konusu değildir.

Buna göre Allah-u Teâlâ’nın, yağmurun yağmasına ve annelerin rahimlerinde olan ceninlere ilminin olması, kulların da ilahî vahiy, ilham veya başka herhangi bir yolla bu konulara ilim sahibi olmalarını engellemez. Ama Allah’ın ilmi zati ve bağımsız ve diğerlerinin ilmi ise bağımlı ve sonradan kazanılmıştır.

Bu âyetin dördüncü ve beşinci kısımlarında ise anlatım tarzı daha fazla değişmektedir. Bu iki kısımda Yüce Allah’ın, insanların gelecekleri ve ölümlerinden haberdar olmasından bahsedilmektedir. İnsanların bu hususlardan haberdar olmamaları tabiat kanunuyla uyuşmaktadır ve hiç kimse zatî olarak gelecekte olacak olaylardan haberdar değildir. Ama bunun böyle olması, Allah-u Teâlâ’nın bazı evliya kullarına gelecekte olacak olayları veya ölümlerinin zaman ve mekânını haber vermeyeceği anlamına gelmez.[22]

Âyetin ilk kısmından, diğer âyetlerin de yardımıyla, kıyamet günü vaktinin ne zaman olduğunun sadece Allah-u Teâlâ’ya has olduğu ve O’ndan başka hiç kimsenin de bu vakitten haberdar olmadığı ve olmayacağı anlaşılmaktadır.

Ama bu âyetin diğer dört kısmında, Yüce Allah’ın yağmurun yağma vaktinden, annelerin rahimlerinde olanlardan haberdar olduğu ve hiç kimsenin kendi geleceğinden ve ölüm yerinden haberdar olmadığı ama bu bilgilerin de sadece Allah-u Teâlâ’ya has olmadığı anlaşılmaktadır. Diğerleri de ilahî öğretim, vahiy, ilham veya bilinmeyen daha başka bir yolla bu konulara vakıf olabilir.

–—


[1]      Kureyşî, Seyyid Ali Ekber, Kur’ân Sözlüğü, c. 5, s. 133.

[2]      İbn Faris, Mu’cem-u Megayisi’l-Lügat, “gayb” maddesi.

[3]      el-Mizan, c. 11, s. 418.

[4]      Rad, 9.

[5]      Yunus, 20.

[6]      Nahl, 65.

[7]      Âl-i İmrân, 179.

[8]      Cin, 26-27.

[9]      Âl-i İmran, 49.

[10]    İbn Esir, el-Kemal fi’t-Tarih, c. 2, s. 237.

[11]    Kuleynî, Usul-u Kâfi, c. 1.Bu konu hakkında birçok bölüm vardır. Meclisî, Muhammed Bâkır, Biharu’l-Envar, c. 26.

[12]    Tevatür; hadis ilmi terimlerinde, bir konunun yalan ihtimali ortadan kalkacak derecede çok fazla nakledilmesi anlamına gelmektedir.

[13]    Kuleynî, Usul-u Kâfi, c. 1, “İmamlar Bir Şeyi Bilmek İstedikleri Zaman Onu Bilirler” bölümü, h: 3.

[14]    Enfal, 29.

[15]    Nur, 37.

[16]    Nehcü’l-Belağa, Fuladvend’in tercümesi, Mehdi, 213. Hutbe.

[17]    Âyetin Arapça metni şöyledir:

إِنَّ اللّٰهَ عِندَهُ عِلْمُ السَّاعَةِ وَیُنَزِّلُ الْغَیْثَ وَیَعْلَمُ مَا فِی الْأَرْحَامِ وَمَا تَدْرِی نَفْسٌ مَّاذَا تَکْسِبُ غَدًا وَمَا تَدْرِی نَفْسٌ بِأَیِّ أَرْضٍ تَمُوتُ إِنَّ اللّٰهَ عَلِیمٌ خَبِیرٌ

[18]    İsra, 51.

[19]    Taha, 15.

[20]    Mekarim Şirazî, Nasır, Numûne Tefsiri, c. 17, s. 99.

[21]    a.g.e, s. 100.

[22]    Subhanî, Cafer, Mürebbi-i Numune (Lokman Sûresinin tefsiri), s. 211-212.