Aç kalmak alçalmaktan hayırlıdır. Ğurer-ul Hikem, s. 125 İmam Ali (a.s)

İslam Dininin Zamanın Şartlarına Göre Sunulması

İslam Dininin Zamanın Şartlarına Göre Sunulması

Soru

“İslam dinini zamanın şartlarına göre sunmalıyız” cümlesiyle kastedilen nedir? Lütfen bir örnekle açıklar mısınız?

Kısa Cevap

İslam âlimleri geçmişte kendi zaman ve mekânlarının gereksinimlerine göre konuları ele almaktaydılar ve onların zamanında İslam dininin yeni sistemleri içeren bir düzen şeklinde konu edilmesine bir ihtiyaç yoktu. Ama bugün bu konuya ihtiyaç vardır. Üstad Mutahharî, Şehit Sadr ve bunun gibi âlimler bu önemli konuyu ele almışlardır. Bize göre Hadevi Tahranî’nin “Tedvin Edilmiş Düşünce” teorisi en iyi ve en kâmil görüştür ve Kur’an’ın, hadislerin ve değerli İslam mirasının çeşitli boyutlarına dikkatli ve ince bakışıyla dini bütün boyutlarıyla kapsamlı bir şekilde açıklamıştır.

Şöyle bir soru ortaya atılmaktadır: İslam dini, son din ve hüküm ve kurallarının da kıyamete kadar kalıcı olduğunu söylemektedir ama diğer taraftan zaman ve şartlar sürekli değişmekte ve öncesiyle tamamen farklı olan yeni konular ortaya çıkmaktadır. Böyle bir durumda zatı ve özü değişmez ve sabit olan bir şeyle, zatı ve özü değişken olan bir şey nasıl uyum içinde olabilir?

Bu sorunun cevabında şöyle söylenebilir: Bu konuyu ilmi olarak bütün boyutlarıyla ele alan en kapsamlı görüş “Tedvin edilmiş düşünce” teorisidir. Bu görüşe göre dinin açıklamış olduğu esas ve hedeflere göre ve zamanı ve mekânı iyi tanımayla toplumların ihtiyaçlarına uygun bilgiler bütün boyutlarıyla insanlara sunulabilir. Yani her zaman geçerli olabilecek kaideler ortaya konulabilir ve bu görevi müçtehitler yerine getirmektedirler. Tabii ki araç ve tekniklerin güncellenmesi gerekmektedir ve ilim onları projelendirmektedir. Ama işin bu yanı müçtehit ve bilim adamlarının ortak görevleridir.

Ayrıntılı Cevap

Bu konuda “Tedvin edilmiş düşünce” teorisi en iyi, en kâmil ve en kapsamlı görüştür. Bu teoriye göre, dinin açıklamış olduğu esas ve hedeflere göre ve zamanı ve mekânı iyi tanımayla toplumların ihtiyaçlarına uygun bilgiler bütün boyutlarıyla insanlara sunulabilir. Bu teoriye göre bütün İslami öğretiler, toplumun çeşitli boyutlarıyla uyumludur.

Buna göre İslam dininin dünya görüşü ve toplumun her kesimi için açıkladığı hedefler esası üzerine daha iyi araçlar ve teknikler sunulabilir.[1]

Örnek olarak; Peygamber’in (s.a.a) Medine’de uyguladığı ekonomik sistemle İran’da h.k. 1420’de uygulanan ekonomik sistem (eğer doğru bir şekilde belirlenirse) felsefe, ekol ve düzen açısından bir olmalıdır. Ama dış dünyada oluşumları farklılık arz edebilir; çünkü o zamanın şartları bu günün şartlarıyla farklıdır.

Günümüzde bazı konularda ortaya çıkan birçok hata, bu kavramların ayrışmamasından kaynaklanmaktadır. Örneğin bir ara mahkemelerdeki savcılığı görevden kaldırdılar; çünkü İslam’ın ilk başlarında olmayan savcılığı kaldırmakla mahkemelerin İslamî olacağı zannediliyordu. Acaba savcılık gerçekten İslam dininin mahkeme düzeninin aslıyla mı ilgilidir, yoksa sadece bir araç mıdır? Belki o zamanda böyle bir araca ihtiyaç yoktu ama günümüz şartlarında savcılığın olması gerekmektedir. Böyle konuların doğruluğunu anlamak, bütün zeminlerde İslam dininin doğru hedef ve düzeninin ortaya çıkartılmasına bağlıdır. Bu araştırmanın sonucunda, neyin sabit kalması ve neyin de şartlara göre değişmesi gerektiğini bulabiliriz.

Son din olan İslam dini, özel bir zaman ve mekân için gelmemiştir, unsurları sabit ve evrenseldir ama belli bir zaman diliminde gerçekleştiği için onda bazı geçici unsurlar bulunabilir. Ancak bu, hiçbir zaman o özel dönemde sabit ve evrensel unsurların olmayacağı anlamına gelmez.

Başka bir deyişle, her zamanda değişken ve sabit unsurlar bulunmaktadır. Bazı unsurlar, özel durumların hiçbir etkisi olmaksızın bütün şartlar altında uygulanabilirler ve bazı unsurlar ise bu şekilde uygulanamazlar. Örneğin bir masum veya fakihin (masumun temsilcisi olarak) İslam hükümetinin başında olması sabit bir unsurdur ama masum veya masumun temsilcisi olan fakihin hükümeti nasıl yürüteceği zamanın özel şartlarına bağlıdır.

Örnek olarak, Hz. Ali’nin (a.s) hükümetinde kuvvetler ayrılığı görülmemektedir; yasama, yürütme ve yargı güçleri birbirinin içindedir. Bir yerin yönetimi için gönderilen bir kimsenin, yasama, yürütme ve yargı işlerinin hepsini birlikte yapması mümkündü. Tabii ki Hz. Ali’nin (a.s) sadece hüküm vermekle uğraşan hâkimleri de vardı ama Hz. Ali’nin (a.s) hükümetinin yapısında, İran anayasasında olduğu gibi kuvvetler ayrılığı yoktu.

İran İslam Cumhuriyeti’nin anayasasında da kültürel, siyasi ve sosyal şartlarla ilgisi olmayan dini sabit unsurların olduğu bölümler vardır ve İran İslam Cumhuriyeti’nin zaman ve mekân gibi özel şartlarıyla bağlantılı olan bölümleri de vardır. Bütün işlerin başında bir fakihin bulunması, sabit unsurlardandır. Ancak şimdiki şartlarda veliyyi fakih için göz önünde bulundurulan hükümet yapısı, değişken unsurlardandır. Anayasada, cumhurbaşkanı halkın oyuyla seçilmektedir ve hükümeti rehber tarafından onaylanmaktadır. Ama yargı başkanı direk olarak rehber tarafından atanmaktadır. Bu iki yetkilinin seçimi dinin sabit unsurlarından değildir. Eğer bunun tam aksi öngörülse yani cumhurbaşkanının direk rehber tarafından ve adalet bakanının da halkın oyuyla seçilmesi kanunda yer alsa, bunun şer’i açıdan hiçbir sakıncası olmaz ama maslahat açısından fark edebilir. Maslahat gereği yürütme gücünün başkanının, yani cumhurbaşkanının halk tarafından ve yargı başkanının da rehber tarafından seçilmesi gerekmektedir. Uygulamaya geçirme işinde halkın desteğinin çok önemli rolü vardır. Onların cumhurbaşkanına direk verdikleri oy maslahat açısından gerekmektedir. Aynı şekilde yargı gücünün özgürlüğünün korunması da rehber tarafından seçilmesine bağlıdır. Milletvekillerinin halk tarafından ve meclis başkanının da milletvekilleri tarafından seçilmesi aynı şekilde maslahat gereğidir. Bütün bunlar içinde yaşadığımız özel şartlardan kaynaklanmaktadır. Başka şartları taşıyan bir ortamda, bizi hedefimize ulaştıracak daha etkili ve başarılı bir sistem olması mümkündür.

Bir zaman diliminde sabit ve değişken unsurların varlığı düşüncesinin aslı, fıkıhta ilahi kanunlar ve velayet kanunları unvanı altında açıklanmıştır. Fakihlerin ilahi hüküm ve kanunlardan maksatları sabit hükümler ve velayet hükümleri ve kararlarından maksatları ise değişken hüküm ve unsurlardır. Dinde olan sabit ve değişken olma konusu, insanın tanınmasıyla ilgili bir esasa da dayanmaktadır ve Şehit Mutahharî bu konuya değinmiştir. İnsanın bir sabit boyutu ve bir de değişken boyutu vardır. Sabit hükümler insanın sabit boyutuyla ve değişken hükümler de insanın değişken boyutuyla ilgilidir. Başka bir deyişle İslam dinindeki tedvin edilmiş düşünce teorisi insanın tanınması esasına dayalıdır.

Şer’i Hüküm ve Kanunlar

Yukarıda işaret edilen teoriye göre İslam dininde, aynı hedef ve ilkeler çerçevesinde oluşturulan bir gurup hüküm ve kanunlar vardır. Yani araç-teknikler kanun çerçevesinde şekillenmektedirler. Toplumda gerçekleştirilmek ve pratiğe dökülmek istenen her şeyin kanunlaşması gerekmektedir. İslam kanunları, İslam felsefesi yani dünya görüşü, ekol ve sistemi üzerine şekillenmiştir. Örneğin İslam dini özel mülkiyeti kabul ettiği zaman ona göre kanun ve kurallar da oluşturulabilir. Eğer İslam dini fakir ile zengin arasında mesafenin fazla olmamasını istiyorsa hükümlerde de bunun etkisi görülür. Bu hedef doğrultusunda zekât, humus ve çeşitli vergilerin verilmesi kanun ve hüküm şeklinde ortaya çıkmaktadır. Eğer İslam dini serbest ekonomiyi kabul etse, bunun mutlaka bir gurup hükümleri olacaktır. Fıkıh kitaplarında ortaya konulan anlaşmaların hepsi hukukta özgürlük ve irade esasına göredir. Bu anlaşmalar ile İslam ekonomisi şekillenmiştir.

Bu kanunların hepsi tek başına kısmi olsa da birbirlerine bağlıdırlar. Bunlara ilk bakıldığında birbirleriyle irtibatları yokmuş gibi gözükebilir. Ama bu kanunları koyan kimse, onların arasındaki irtibatları göz önünde bulundurmuştur. Eğer bu düşünceyle hüküm ve kanunlara bakacak olursak, yani onları birbirlerine bağlı bir gurup olarak bilirsek, o zaman uyumsuz kararlardan kaçınırız.

Ekol ve sistem sabit olduğu için onlardan kaynaklanan kanunlar da sabit olmaktadır. Ama araçlar değişken oldukları için onlardan kaynaklanan kanunlar da değişken olmaktadır. Başka bir deyişle sistem ve tekniklerin her birisi kendisine göre hüküm ve kural oluşturmaktadır. Nizamın hüküm ve kanunları özel şartlara bağlı değildir ve bu yüzden sabit ve evrenseldir. Ama araç ve tekniklerin hüküm ve kuralları özel şartlara bağlı olduğu için değişkendirler.

İslam dini sabit (evrensel) ve değişken (geçici) iki unsura sahiptir.

Evrensel unsurların ortaya çıkartılması ve İslam’ın felsefesine kelam ilmiyle ve İslam düzenine de fıkıh ilmiyle ulaşmak gerekmektedir[2] ve bu görevi müçtehitler yerine getirmektedirler. Tabii ki araç ve tekniklerin güncellenmesi gerekmektedir ve ilim onları projelendirmektedir. Mutlaka buluş ve ilerlemeler, bu araç ve tekniklerin daha iyi projelendirilmesinde etkilidir. Ama bu alandaki çaba, sadece müçtehitlerin görevi değildir, müçtehit ve bilim adamlarının ortak görevleridir.

–—


[1]     Daha fazla bilgi edinmek için bkz. Mutahharî, Murtaza, İslam ve Muktezeyat-i Zaman.

[2]     Mebani-i Kelami-i İçtihad, s. 383-405; Mekteb ve Nizam-ı İktisadiyi İslam, Üstad Hadevî, s. 21-44.