Her kim kardeşinin bir günahını bilir ve onu gizlerse, Allah da kıyamet günü onun günahlarını örter. et-Terğib ve’t-Terhib, 3/239/7 Hz. Muhammed (s.a.a)

Namazda Hz. Ali’nin Ayağından Çıkarılan Ok

Namazda Hz. Ali’nin Ayağından Çıkarılan Ok

Soru

Namaz esnasında Hz. Ali’nin ayağından kırılmış mızrak parçasını çıkarma hikâyesi doğru mudur?

Kısa Cevap

Mubidî’nin Keşfu’l-Esrar tefsirinden alıntılanmış aşağıdaki metin bazı insanların kafasında soru işareti oluşturabilir. Metin şudur: “…Kitaplarda şöyle nakletmektedirler: Ali’ye (a.s) savaşta bir ok isabet etmiş ve ok kemiğe saplanmıştır. Çok çabalamalarına rağmen oku çıkaramazlar. Et ve deriyi yarmayana ve kemiği kırmayana dek bu ok çıkmaz derler. Evlatları, bunun için onun namaza durmasını beklemek gerek; zira namazda onun sanki bu dünyadan hiçbir haberi yokmuş gibi göründüğünü belirtirler. Farzları ve sünnetleri bitirmesini beklerler ve sonra o nafilelere başlar. Tedavi eden şahıs gelir ve deriyi yarar, kemiği kırar ve oku çıkarır. Ali henüz namazda kendi halindedir. Namaz selamını verince sanki benim acım azaldı der. Ona, sana şöyle şöyle yapıldı ve senin haberin bile olmadı derler. O da, ben Allah ile münacat ettiğim zaman eğer dünya alt üst olsa veya bana kılıç ve kalkanla vursalar, Allah ile münacattan aldığım lezzetten dolayı benim acıdan bir haberim olmaz, der. Sonra bu olayı, Yusuf ile Mısır kadınlarının olayı ve onların meyve yerine kendi ellerini kesmesiyle mukayese eder.” Bu olay edebiyat bölümünün ortaokul üçüncü sınıfındaki bir kitapta yer almaktadır. Bu olay insanların kafasında şüphe oluşturabilir. Bu şüphenin giderilmesi için konuya değinmekte fayda vardır.

Bu hikâye birçok hadis kaynaklarında değişik nakiller ile aktarılmıştır. Elbette bu hikâyeyi aktaran kaynak ve kitaplar birinci el kaynaklar değildir. Lakin birincisi, bu hikâye Şia ve Ehli Sünnet’in değişik kaynaklarında yer almaktadır. İkincisi, bu kitapların müellifleri ve hikâyenin aktarıcıları tanınmış ve meşhur âlimlerdendir. Üçüncüsü, bu hikâyenin muhtevası akıl ve nakle aykırı değildir; bilakis akıl ve nakil böyle bir hadisenin vaki olabileceğini onaylamaktadır. Bu nedenle ilmî ölçüler esasınca bu hikâyenin aslını nakil ve beyan etmenin bir sakıncası bulunmamaktadır.

Ayrıntılı Cevap

Bu hikâye birçok hadis kaynaklarında değişik nakiller ile aktarılmıştır. Elbette bu hikâyeyi nakleden kaynak ve kitaplar birinci el kaynaklar değildir. Ama birincisi, bu hikâye Deylemî’nin İrşadu’l-Kulub’ünde ve Envaru’n-Numaniye, el-Menakibu’l-Murtezeviye, Hilyetü’l-Ebrar, Muntaha’l-Âmal, Mehcetu’l-Beyza gibi Şia ve Ehli Sünnet’in değişik kaynakları ve aynı şekilde Urvetu’l-Vuska gibi fıkıh kitaplarında yer almaktadır.[1] İkincisi, bu kitapların müellifleri ve hikâyenin aktarıcıları tanınmış ve meşhur âlimlerdendir. Üçüncüsü, bu hikâyenin muhtevası akıl ve nakle aykırı değildir, bilakis akıl ve nakil böyle bir hadisenin vaki olabileceğini onaylamaktadır. Bu nedenle ilmî ölçüler esasınca bu hikâyenin aslını nakil ve beyan etmenin bir sakıncası bulunmamaktadır. Bu meselenin aklî açıklaması bağlamında iki delil öne sürülebilir:

1. İmam Ali’nin (a.s) önemli özelliklerinden birisi ibadete aşk duymaktır. Öyle ki Mutezile’ye mensup İbn Ebi’l-Hadid Nehcü’l-Belağa şerhinde şöyle yazmaktadır: “Hz. Ali (a.s) insanlar arasında en çok ibadet edendi. Namazı ve orucu herkesten fazlaydı ve halk gece namazına ve de zikir ve müstehaplara özen göstermeyi ondan öğrendi.”[2]

Hz. Ali (a.s) huşuyla ibadet eder ve tüm varlığıyla Allah’a yönelirdi; öyle ki Sıffîn savaşında kendisinin ayağına bir ok isabet eder ve onu çıkaramazlar. Sonra kendisi namaz kılarken secde halindeyken onu çıkarırlar. Ali (a.s) namazı bitirince okun çıktığını fark eder ve okun çıktığını asla hissetmediğine yemin eder.[3] Çünkü dinin direği olan namaz miraç ve münacat çadırının sütunudur ve namaz kılan insan mabuda yükselmekte ve O’nun ile münacat etmektedir. Bu nedenle onun göz, kulak, el ve ayağı kendi elinde değil, mabudun elindedir. Ali b. Ebi Talib’in (a.s) imanı gerçek bilgi esasıncaydı. Ali (a.s), Allah’a ibadet etmeyi O’nu ziyaret etmek olarak değerlendirdiğinden, namazı ilahî şûhud addettiğinden ve Allah’ı mutlak güzellik bildiğinden, asla kendisini görmez, özgürce Allah’a tapar ve renge bürünen her şeyden bağımsız kalırdı.[4]

2. Peygamberlerin, imamların ve Allah’ın velilerinin namazda girdikleri hal, her zaman bir hal ve minval üzere değildir. Bazen kalp huzurunu korumakla birlikte, kesret âlemi ve maddî mazharlara da dikkat etmekte, onlardan gafil kalmamakta ve bir mesele meydana geldiğinde gerekirse reaksiyon göstermektedirler. Bazen de melekût âlemine odaklanır ve Kibriya’nın temiz zatından başka bir şey görmez ve kendi çevrelerinde olup bitene hiç dikkat etmezler. Hatta bedenlerinden gafil olurlar. Zahirî duyu sistemleri aşk cezbesi ve rabbani irfan esnasında adeta faaliyetini durdurur ve bedenlerine bağlı olan şeyleri duyumsamaz hale gelirler. Namaz esnasında secdedeyken İmam Ali’nin (a.s) ayağından okun çekilmesi bu kabildendir.[5]

Bu vakıayla ilgili değişik ve farklı nakiller yapılmıştır ve göründüğü kadarıyla bazılarında aşırılık ve mübalağa hissedilmektedir. Ama bu, hikâyenin aslına bir halel getirmez. Bize göre hikâye, Nehcü’l-Belağa Şerhi ve İmam Ali’nin Arifane Hayatı adlı kitaplarından alıntılayarak birinci açıklama bölümünde belirttiğimiz şekliyledir. Bu vakıa İmam Ali’nin (a.s) makam ve şanına bir zarar gelmesine neden teşkil etmez, bilakis onun yüceltilmesi ve övülmesine vurgu yapar; zira Mısır kadınları Hz. Yusuf’un cemalini görünce nasıl kendilerini kaybetmiş, kontrollerini yitirmiş ve meyve yerine ellerini kesmişlerse, Hz. Ali de sadece mutlak güzelliği görmesi ve tüm beden azaları Yüce Allah’ın ve gerçek mabut ve maşukun kontrolünde olması nedeniyle, artık kendini görmemiş ve maddî olgulara dikkat etmemiştir. Bu hal üzere, secde esnasında onun ayağından oku çekmişlerdir ve kendisi bunu hissetmemiştir.

–—


[1]     Deylemî, İrşadu’l-Kulub, c. 2, s. 26, İntişarat-ı Nasır, Kum, 1. baskı, 1376; Cezayirî, Seyyid Nimetullah, el-Envaru’l-Numaniye, c. 2, s. 371, Tebriz baskısı, Keşfî Hanefî, Muhammed Salih, el-Menakıbu’l-Murtezeviye, s. 364; Behranî, Hilyetu’l-Ebrar, c. 2, s. 180; Kummî, Şeyh Abbas, Munteha’l-Amal, s. 181, Ahmedî baskıevi, 9. baskı, 1377; Feyz-i Kaşanî, Mehcetu’l-Beyza, c. 1, s. 397 ve 398, Beyrut; Envaru’l-Numaniye, s. 342; aynı şekilde Urvetu’l-Vuska, Muhammed Kazım Yezdî, İbadet konusu, Babu’s-Salât gibi fıkhî kitaplar.

[2]     Abdülhamid, İbn Ebi’l-Hadid, Şerh-i Nehcü’l-Belağa, c. 1, s. 27, Daru İhyai’l-Kutubi’l-Arabiye.

[3]     Habibullah, Hoî, Şerh-i Nehcü’l-Belağa, c. 8, s. 152; Cevad Âmulî, Abdullah, Hayat-ı Arifane-i İmam Ali (a.s), s. 63 ve 64. Merkez-i Neşri İsra, 4. baskı, 1385.

[4]     Cevad Âmulî, Abdullah, Hayat-ı Arifane-i İmam Ali (a.s),s. 62-64.

[5]     Hayat-ı Arifane-i İmam Ali (a.s), s. 62 ve 63; Mutahharî, Murtaza, İmamet ve Rehberiyet, 180 ve 181, Kum, Sadra, 4. baskı, 1365.