Oruç, insanın yemekten ve içmekten sakındığı gibi haramlardan sakınmasıdır.Bihar, 96/294/21 İmam Ali (a.s)

Yetmiş Üç Fırka Hadisi

Yetmiş Üç Fırka Hadisi

Soru

Lütfen İslâm’da kaç tane kelami ve itikadi ekolünün olduğunu açıklar mısınız? Bu bağlamda şöyle bir hadisle karşılaştım: “Bir gün gelecek, Müslümanlar yetmiş üç fırkaya ayrılacaklardır.” Acaba bu hadis sahih midir? Lütfen zikredilen konular hakkında yeterli bilgi verir misiniz?

Kısa Cevap

“İftirak-ı ümmet” (Peygamber’in vefatından sonra ümmetin farklı farklı fırkalara ayrılması) hakkında var olan rivayetleri, hem Şia ve hem de Ehl-i Sünnet muhaddisleri farklı senetlerle nakletmiştir.

Bütün rivayetlerin metni Müslümanların, Peygamber Efendimizin (s.a.a) vefatından sonra fırkalara ayrılmalarına ve bölünmelerine işaret etmektedir. Bu rivayetler mana bakımından bir nevi tevatür haddine ulaşmış durumdadırlar. En azından bu hadislerden bir tanesi senet olarak sahihtir ve bu bağlamda muttasıl, yani raviler zincirinde bir aksaklık gerçekleşmeden Peygamber’e ulaştırılmıştır.

Ayrıntılı Cevap

Hadis kitaplarında Şia ve Ehl-i Sünnet yoluyla Hz. Peygamber’den (s.a.a.) şu şekilde rivayet edilmiştir: Hz. Musa’nın (a.s.) ümmeti kendisinden sonra yetmiş bir fırkaya ve Hz. İsa’nın (a.s.) ümmeti de kendisinden sonra yetmiş iki fırkaya bölündüler. Benden sonra da ümmetim yetmiş üç fırkaya bölünecektir ve sadece bir fırka Nâciyye (kurtuluş ehli) olacaktır. Nitekim Musa ve İsa’nın ümmetleri arasındaki fırkalardan sadece bir fırka nâciyye (kurtuluş ehli) olmuştur.[1]

1- Hadisin Senedi

İbn Hazm’ın içinde bulunduğu bazı İslâm araştırmacıları, yukarıdaki hadisin senet yönünden muteber olmadığını öne sürerek, onu kabul etmemişlerdir. Bir diğer araştırmacı topluluğu ise, bu konu hakkında sessizliği seçerek, onu isbatlama veya reddetme hususunda görüş belirtmemişlerdir. Ebu’l-Hasan Eş’arî ve Fahruddîn-i Râzî bunlardan bazılarıdır. Üçüncü topluluk, onu kabul eden araştırmacılardır ve onlar, bu yetmiş üç fırkayı saymaya çalışarak, kurtuluş ehli fırkayı belirleme çabasına girmişlerdir.[2]

Bu durumda Şia ve Ehl-i Sünnet hadis kitaplarında defalarca rivayet edilmesi ve bundan yararlanılmasını, senet yönünden hadisin doğruluğuna kanıt olarak görmek mümkündür.[3] Bu nedenle, onun içerik ve delillerini incelemek gerekmektedir ve zaten sonraki iki konuda da bu husus açıklığa kavuşturulacaktır.

2- Hangi Fırkalar ve Ne Zamanda?

Yukarıdaki hadisin delili hususunda ortaya çıkan ilk soru şudur: İslâmî fırkalar arasında yetmiş üç fırkadan maksat hangileridir? Eğer maksat asıl ve temel fırkalar olursa, onların sayısı yetmiş üç fırkadan daha azdır. Ama eğer maksat her bir temel fırka arasındaki bölünme ve dallar olursa, onların sayısı yetmiş üçten daha fazladır.

Bu soruya çeşitli cevaplar verilmiş ve bunlardan ikisi aşağıda şu şekilde örneklendirilmiştir:

a) İslâmî fırkalar hususundaki yetmiş üç rakamı gerçek rakam değildir. Bilakis bu rakam, Hz. Peygamber’den (s.a.a.) sonra İslâm dünyasında ortaya çıkacak fırkaların çokluğuna kinaye şeklinde değinmektedir. Nitekim Tevbe suresinin 80. ayet-i kerimesinde [4] geçen yetmiş rakamından maksat şudur ki; münafıklar asla İlâhî mağfirete ulaşamayacaklardır ve bu rakamın hakiki anlamı kastedilmemiştir.

Ancak öncelikle Yahudi ve Hıristiyan fırkalarını 71 ve 72 rakamlarıyla adlandıran hadisin içeriğinin ardından, İslâm ümmetinin fırkaları hakkında 73 rakamı getirilmiştir. Dolayısıyla hadisin akışı ile yukarıdaki açıklama birbirine uymamaktadır.[5]

b) Dinler ve mezhepler hakkında tarih yazarlarını bu hadisin İslâmî fırkalara yorumlanması hususunda sıkıntıya düşüren sorun şöyledir: Onlar, hadisi, kendilerinden önce olan fırkalara, yani yaklaşık İslâm tarihinin ilk üç asrında ortaya çıkmış fırkalarla eşleştirmek istemişlerdir. Oysaki hadiste İslâm ümmeti arasında meydana gelecek ayrılıklardan söz edilmektedir; ancak zamanı henüz belirlenmemiştir. Dolayısıyla, hadiste adı geçen rakamın İslâm ümmetinin hayatı boyunca gerçekleşmesi mümkündür. Yani her dönem ve asırda bir fırka ortaya çıkmış ve ardından aynı fırka içerisinde çeşitli dallar ve şubeler vuku bulmuştur. Sonuçta asıl ve temel olan 73 fırka meydana gelir ve her birinin kendine ait alt kolları olabilir. Zira hadis senet bakımından kabul edilecek olursa ve Hz. Peygamber’in (s.a.a.) buyurduğu varsayılırsa, kesinlikle bu durum gerçekleşecektir. Bu durumda da yukarıdaki varsayım onun için mantıklı ve kabul edilebilir bir gerekçe olmaktadır. Her ne kadar mısdakların belirlenmesi ve asıl fırkaların cüzleri ve onun dallarından ayırt edilmesi kesin bir şekilde mümkün olmasa da bizim yukarıda dillendirdiğimiz faraziye bunun en mantıklı açıklamasıdır.[6]

3- Kurtuluş Fırkası Hangisidir?

Yetmiş üç fırka hadisini nakleden rivayetlerin çoğunda, bir fırkanın kurtuluş ehli olacağı ve diğerlerinin ateş ehli olduğu açıklanmıştır. Bu konu, hadisin içeriği hakkında bir başka hususun ortaya çıkmasını sebep olmaktadır. Şöyle ki, kurtuluş ehli fırka hangisidir? Rivayetlerin bazılarında kurtuluş ehli fırkası için iki özellik beyan edilmiştir:

a) الجماعه / el-Cemaat (Topluluk):

Cemaat kelimesinden kasıt, Yahudi, Hıristiyan ve İslâmî olmayan diğer gruplar karşısında yer alan bütün Müslümanlar veya azınlık karşısındaki Müslüman çoğunluktur.[7] Fakat bunlardan hiçbiri kabul edilebilir değildir. Çünkü birinci nazariyenin gerekçesi, bütün Müslümanların kurtuluş ehli olmasıdır; bu ise hadisin metniyle çelişmektedir. İkinci nazariye de doğru değildir. Zira çoğunluk, kendi kendine hakkaniyet delili sayılamaz. Bilakis, tarih boyunca olaylar sürekli tam tersine süre gelmiştir. Yani peygamberlerin karşısında yer alanlar çoğunluğu oluşturmuşlardır. Nitekim yine Kur’ân-ı Kerim’de toplumların çoğunluğunun sapkınlığa düşenler olduğu buyrularak, Hz. Peygamber’e (s.a.a.) hitaben şöyle buyrulmaktadır:

 وَ مَا أَكْثَرُ النَّاسِ و لَوْ حَرَصْت بِمُؤْمِنِينَ 
“Sen çok arzulasan da insanların çoğu iman etmezler.”[8]

Yine şöyle buyrulmaktadır:

 وَ مَا يُؤْمِنُ أَكْثَرُهُمْ بِاللّٰهِ إِلا وَهُمْ مُشْرِكُونَ 
“Onların çoğu ortak koşmadan iman etmezler.”[9]

Ve diğer ayetlerde:

 وَلَكِنَّ أَكْثَر َالنَّاسِ لا يَعْلَمُونَ 
“Ancak insanların çoğu bilmez.”[10]
 وَ قَلِيلٌ مِنْ عِبَادِي الشَّكُورُ 
“Kullarımdan pek azı şükreder.”[11]

Buna benzer tabirler de bu görüşün açık kanıtlarıdır. Bunun dışında, çoğunluğun ölçüt olması pratikte de sorunlara neden olur. Çünkü dinler ve mezhepler tarihi boyunca, çoğunluk ve azınlık değişkenlik göstermiştir.

b) ما انا عليه و اصحابي (Benim ve Ashabımın Metodu):

Bu tabir İslâm dini ve şeriatından başka bir şeye yöneltmemektedir. Dolayısıyla kurtuluş ehli fırkanın tanınma ölçüsü olamaz. Zira her bir fırka kendi yöntem ve gidişatının İslâm şeriatı ve Hz. Peygamber’in (s.a.a.) sünnetine mutabık olduğuna inanmaktadır. Nitekim el-Menar kitabının yazarı şöyle demektedir:

“Şimdiye kadar kurtuluş fırkası yani; Peygamber ve onun ashabının yöntemi üzere amel eden fırka belli olmamıştır. Çünkü İslâmî fırkalardan her biri, kendisini Peygamber ve ashabının yöntemi üzere bilmektedir.”

c) Sefine (Gemi) ve Kurtuluş Yolu Hadisi

Şia ve Ehl-i Sünnet yoluyla Hz. Peygamber’den (s.a.a.), onun Ehlibeyti’nin (a.s.) Sefînetu’n-Necât (kurtuluş gemisi) olarak tanıtıldığı, rivayet edilmiştir. Nitekim Hâkim, Müstedrek kitabında, Ebuzer’den şöyle rivayet eder:

Ebuzer’den rivayette; Peygamber (s.a.a.) Kâbe’nin kapısını tutarak şöyle buyurduğunu duydum:

ان مثل اهل بيتي فيكم مثل سفينة نوح من قومه ، من ركبها نجا و من تخلّف عنها غرق

“Benim Ehlibeytim’in konumu, sizin aranızda, Nuh’un kendi kavmi arasındaki gemisi gibidir. Her kim ona binerse, kurtulur ve her kim ondan yüz çevirirse, boğulur.” [12]

İbn Hacer hadisin anlamı hakkında şöyle diyor:

“PeygamberEhlibeyti’nin Nuh’un gemisine benzetilmesindeki sebep şudur: Her kim onları sever, onları yüceltir ve Ehlibeyt’in âlimlerinin hidayetinden faydalanırsa, Hakk’a muhalefet etme karanlığından kurtulur ve her kim onlardan yüz çevirirse, İlâhî nimetlere nankörlük deryasında boğulur ve tuğyan zümresinde helak olur.” [13]

d) Sakaleyn (İki Ağırlıklı Değer) ve Kurtuluş Yolu Hadisi

Gemi hadisinin dışında, İslâm’ın mütevatir hadislerinden olan Sakaleyn hadisi de kurtuluş yolunu beyan etmektedir. Bu da Hz. Peygamber’in (s.a.a.) itret ve Ehlibeyti’ni takip etmektir. İlginç olan şu ki, Ehl-i Sünnet âlimlerinden el-Hâfız Hasan b. Muhammed Samğânî (650 h.k.), “eş-Şemsu’l-Munîre” adlı kitabında ümmetin ayrılması hususundaki hadisi naklettikten sonra, Müslümanların Hz. Peygamber’den (s.a.a.), kurtuluşa eren fırkayı kendilerine açıklamasını ve böylece onlara tâbî olmalarını rivayet etmiştir. Hz. Peygamber (s.a.a.) şöyle buyurdu:

“اني تارك فيكم الثقلين ما انتم تمسّكتم به لن تضلّوا من بعدى ابدا، كتاب اللّٰه و عترتى اهل بيتى انّ اللطيف الخبير نبّأني أنهما لن يفترقا حتّى يردا علىّ الحوض.” [14]

“Ben size iki değerli emanet bırakıyorum. Onlara sarıldığınız müddetçe benden sonra asla sapmazsınız. Biri Allah’ın kitabı, diğeri de Ehlibeytim’dir. Her şeyden haberdar olan Latif, ve Habîr Allah, bana bu ikisinin havuzun başında benimle buluşuncaya kadar birbirinden kesinlikle ayrılmayacağını bildirdi.”

–—


[1]     Hadisin kaynağı hakkında daha fazla bilgi için;Buhûsün fî’l-Milel ve’n-Nihalkitabının c. 1, s. 21-24 ve 38-39 müracaat ediniz.

[2]     El-FırakBeyne’l-Fırak, s. 6. Kitabın muhakkiki Muhammed Muhyiddin’in önsözünde.

[3]     Buhûsün fî’l-Milel ve’n-Nihal, Cafer Subhanî, c.1 s. 23.

[4]              اِسْتَغْفِرْ لَهُمْ اَوْ لَا تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ اِنْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ سَبْعينَ مَرَّةً فَلَنْ يَغْفِرَ اللّٰهُ لَهُمْ ذٰلِكَ بِاَنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللّٰهِ وَرَسُولِهٖ وَاللّٰهُ لَا يَهْدِى الْقَوْمَ الْفَاسِقينَ

“Onlar için ister bağışlanma dile ister dileme. Sen onlar için yetmiş defa bağışlanma dilesen de Allah onları asla bağışlamayacaktır.”

[5]     Buhûsün fî’l-Milel ve’n-Nihal, c.1 s. 35.

[6]     El-Fırak Beyne’l-Fırak’ın Mukaddemesi, s.7

[7]     Nitekim Şehristanî cemaat kelimesini, insanların şeriat ve sünnette ittifak etmeleri olarak tefsir etmiştir. (Milel ve’n-Nihal, c.1, s.38-39

[8]     Yusuf, 103

[9]     Yusuf, 106. ayet

[10]    Yusuf, 21. ayet

[11]    Sebe, 13

[12]    El-Müstedrek a’la’s-Sahiheyn, c.3, s.151

[13]    Buhûsün fî’l-Milel ve’n-Nihal, c.1, s.32

[14]    Buhûsün fî’l-Milel ve’n-Nihal, c.1, s.32-33