Mel’undur, mel’undur (rahmetten uzaklaşmıştır)yükünü başkalarının boynuna atan kimse ; melun’dur mel’undur kefaleti altında olanı zayı eden kimse. El-Kafi, c.4, s.12 Hz. Muhammed (s.a.a)

Zürare

Soru

İmamlar nezdinde Zürare’nin yeri ve şahsiyeti neydi? Onun tüm rivayetleri kabul edilebilir mi?

Kısa Cevap

Zürare İmamların (a.s) yarenlerinden olup onların nezdinde büyük bir yer ve makama sahipti. Kendisi icma ashabından sayılmaktadır. İmamların yarenleri nezdinde kendisinin güvenilirliği ve doğru sözlülüğü hakkında icma ve görüş birliği vardır. Her ne kadar kendisini yeren bir takım rivayetler nakledilmişse de rivayetlerin bir arada değerlendirilmesiyle son tahlilde onun gerçek anlamda İmamların en büyük sahabelerinden bir olduğu neticesine ulaşılabilir.

Ayrıntılı Cevap

Zürare bin A’yan Şeybanî İmam Bâkır (a.s) ve İmam Sadık’ın (a.s) en büyük sahabelerinden biridir ve bu iki İmam’dan rivayet nakletmiştir.[1] Zürare’nin ailesinin soyu Rum diyarlarına uzanmaktadır. Babası Rum ahalisinden olup Benî Şeyban’da köle olarak yaşamaktaydı ve Kur’ân’ı öğrendiği için onlar tarafından özgür bırakılmıştır.[2] Şeyh Tusî’nin belirttiği üzere A’yan ailesi Şia’nın meşhur ailelerinden sayılıp arkasında birçok rivayet, kitap ve usul bırakmıştır.[3]

Necaşî, Zürare’nin özellikleri hakkında şöyle yazmaktadır: “Kendi zamanında imamların sahabelerinin önde geleni ve büyüğü idi. O büyük bir kari, fakih, mütekellim, şair ve edip idi ve tüm iyi sıfatlar kendisinde toplanmıştı. Zürare’nin söylediği ve naklettiği her şey doğru ve sahihtir.”[4] Kendisi icma ashabından sayılmaktadır ve imamların sahabeleri nezdinde kendisinin güvenilirliği ve doğru sözlülüğü hakkında icma ve görüş birliği vardır.[5]

“Keşşî” kitabında İbn Kuluye’den ve onun da İmam Kazım’dan (a.s) naklettiği bir hadise yer vermektedir: “Kıyamet gününde Muhammed bin Abdullah’ın (s.a.a) ahdine vefa gösteren ve onu çiğnemeyen sahabeleri nerededir diye bir ilanda bulunulacaktır. Selman, Mikdad ve Ebuzer ayağa kalkacaktır. Ardından İmam Bâkır (a.s) ve İmam Sâdık’a (a.s) kadar olan imamların ismini sayar ve İmam Bâkır (a.s) ve İmam Sadık’ın (a.s) ahdine vefa gösteren ve onu çiğnemeyen sahabeleri nerdedir diye buyurur. İşte o zaman bir gurup ayağa kalkar ve Zürare de onların içinde yer alır.” [6] Ama bazı rivayetlerde Zürare hakkında bir takım hususlar zikredilmiş, İmam (a.s) onu yermiş ve kendisinden uzak ve rahatsız olduğunu belirtmiştir. Ebu Basir, İmam Sâdık’a “İnanıp da imanlarına herhangi bir haksızlık bulaştırmayanlar var ya, işte güven onlarındır ve onlar doğru yolu bulanlardır.”[7] âyeti hakkında sorar. İmam “Ey Ebu Basir ben ve sen bu zulümden Allah’a sığınmalıyız, bu âyetin örneği Zürare, Ebu Hanife ve arkadaşlarıdır.”[8] buyurur.

İmam Sadık’ın (a.s) Zürare hakkındaki bu görüşü sonraları kendisi tarafından temelden inkâr edildi ve kendisinin Zürare’yi yerdiği rivayetlerin onun canını korumak için olduğunu gösterdi. Abdullah bin Zürare’nin İmam Sadık’tan naklettiği üzere İmam kendisine şöyle buyurur:

“Babana (Zürare) selam söyle ve de ki benim kendisine yönelttiğim eleştiriler gerçekte onu korumak içindir. Zira düşmanlarımız kendisini övdüğümüz ve methettiğimiz her şahsa saldırmakta, eziyet etmekte ve hatta muhtemelen onu öldürmektedir. Kendisinin bize olan mensubiyeti sebebiyle halk ve Ehl-i Beyt düşmanları tarafından rahatsız edilmemesi için ben onu yerdim. Allah’a yemin olsun ki Zürare benim en üstün ashabım ve babamın en üstün ashaplarındandır.”[9]

Zürare hakkında nakledilen övücü ve yerici rivayetlerin arasındaki tezadı gideren bu tür rivayetler nedeniyle, tüm âlim ve fakihler Zürare’yi büyük saymış ve onu imamların en büyük (a.s) ashaplarından saymışlardır. Allâme Hillî bu iki gurup rivayeti bir araya getirerek şöyle demiştir: Keşşî’nin naklettiği yerici rivayetlere rağmen (övücü rivayetlerin onlarla birleştirilmesiyle) bu şahsın rivayetleri benim için makbuldür.”[10]

Allâme Muhsin Emin de her iki gurup rivayete dikkatle Zürare’yi büyük sayan ve şahsiyetini öven birçok âlimin ismini kitabında zikretmektedir.[11] Son olarak her ne kadar Zürare güvenilir şahsiyetlerden ve imamların büyük ashaplarından olsa da bir rivayetin kabulünün değişik hususlara bağlı olduğunu hatırlatırız. Örneğin eğer bir rivayet makbul olacaksa metin ve rivayetin söylenmiş olmasıyla ilgili meselelere ek olarak, senette mevcut olan tüm fertler güvenilir ve mutemet olma derecesinde olmalıdır. Senette salt bir güvenilir şahsın olmasıyla onun doğruluğuna hükmedilemez. Yalancı ve sahtekâr bir şahsın kendi haberini Zürare gibi şahsiyetlere isnat etmesi muhtemeldir. Dolayısıyla senetteki bireylerden biri sıfatıyla Zürare’nin güvenilir olmasını temel alarak söz konusu rivayet veya rivayetleri kabul etmek kesinlikle mümkün değildir.


[1]     Tusî, Muhammed b. Hasan, Rical-i Tusî, s. 337, İntişarat-ı Hayderiye, Necef, h.k. 1381.

[2]     Amili, Muhsin Emin, A’yanu’ş-Şia, c. 7, s. 46, Daru’t-Taaruf, Beyrut, h.k. 1406.

[3]     Tusî, Muhammed b. Hasan, Fihrist-i Tusî, s. 209, el-Mektebetu’l-Mürtezeviye, Necef, Tarihsiz.

[4]     Necaşî, Ahmed b. Ali, Rical-i Necaşî, s. 175, İntişarat-ı İslâmî, Kum, h.k. 1407.

[5]     Keşşî, Muhammed b. Ömer, Rical-i Keşşî, s. 238, Danışgah-ı Meşhed, h.ş. 1348.

[6]     Rical-i Keşşî, s. 9, hadisin özeti.

[7]     Enam, 82.

[8]     Rical-i Keşşî, s. 146.

[9]     Rical-i Keşşî, s. 138.

[10]    Hillî, Hasan b. Mazhar, el-Hulase, s. 76, Daru’z-Zahair, Kum, h.k. 1411.

[11]    A’yanu’ş-Şia, c. 7, s. 51.