Şüphesiz Allah-u Teala, fakirlerin yiyeceğini zenginlerin mallarında farz kılmıştır.Nehc-ül Belaga 328. Hikmet İmam Ali (a.s)

Sahabenin Adaleti Görüşünün Ortaya Çıkışının Siyasi ve Fikri Kökleri

Sahabenin Adaleti Görüşünün Ortaya Çıkışının Siyasi ve Fikri Kökleri

Ehli Beyt Öğretisi 4

Sahabenin adaleti görüşü, hadis ehli ekolunun oluştuğu dönemden bu yana kesin bir inanç olarak Ehl-i Sünnet vel Cemaat arasında benimsenerek sabit inançlarından biri olmuştur.

Bu inancın şekillenmesinde, sahabe dönemindeki bir takım siyasi olayların etkisi olmuştur. Peygamber (s.a.a )’in vefatından sonra meydana gelen olaylar, Muaviye’nin tasallutuna ve Ümeyyeoğulları grubunun Müslümanlara hakim olup hakimiyeti ele geçirmelerine neden oldu. Bu dönem süresince bir çok iniş çıkışlar ortaya çıktı. Sayısız cinayetler ve katliamlar gerçekleşti. Osman’ın hilafeti döneminde, Ümeyyeoğulları karşılarında meydanı açık görünce içlerine gömdükleri ihtiras ve arzularını ihya etmeyi ve siyasi inzivadan çıkmayı kararlaştırdılar. Sonunda da, Muaviye İmam Hasan (a.s) ile barış anlaşması imzalayarak resmen kendisini halife ilan etti. Muaviye yapmış olduğu savaşlarda, suçsuz insanları katletti, Müslümanları çeşitli yöntemlerle baskı ve korku altına aldı. Hilekarlık ve propaganda yöntemlerine başvurarak sayısız bid’atlar ortaya çıkardı. Bu dönemde sahabenin büyük ve takvalı şahsiyetleri Muaviye’nin cellatlarınca katledildi. Hz. Peygamber (s.a.a)’in Ehl-i Beyt’inin ve İmam Ali  (a.s)’ın şahsiyetini ortadan kaldırmak için gece gündüz durmadan çalışıldı.

Böyle bir durumda hiç şüphesiz insanlar o günkü durumu ihtilaf ve olayları tahlil etme ihtiyacı duyacaklardı. Bu yüzden Emevilerin sahtekar propaganda teşkilatı siyasi bir hedef olarak hilafet ve saltanatlarının zarar görmemesi için Müslümanların olayları doğru bir şekilde yorumlamalarına ve Muaviye soyunun karanlık ve siyah çehresini ortaya çıkarmalarına mani olmak için çalışıyorlardı.

Muaviye kendi şahsiyetini korumak, herhangi kıyam ve direnişle karşılaşmamak ve meşruiyet elde etmek için uşaklarını seferber ederek geniş çapta yalan  hadisler  uydurmaya başvurmuş ve bu hadisler vasıtasıyla bir yandan değersiz insanları yüceltmeye ve hayali kahramanlar ve yalancı mitler oluşturmaya ve diğer yandan Ali (a.s) ve Peygamber (s.a.a)’in Ehl-i Beyt’inin fazilet ve değerini düşürmeğe çalışmıştır.

Böylece kendi akıllarınca her açıdan Haşimoğulları ve Ümeyyeoğulları arasındaki savaştan galip ve kahraman olarak ayrılacaklarını zannediyorlardı.

Bu iki teşebbüsün psikolojik sebebi, Hz. Ali (a.s)’ın faziletleri karşısında içine düştükleri aşağılık ve geri kalmışlık kompleksinden kurtulmaktı.

İşte bu dönemde Muaviye, sahabenin içtihadı düşüncesini ortaya atarak bu vesileyle kendilerinin tüm kötü davranışlarını tevil etmeye çalıştılar ve halkı baskı altında tutarak sahabenin şahsiyetinin eleştirilemeyeceği fikrini yaygınlaştırdılar. Böylece halkın sahabelerden bazısının uygunsuz, yersiz davranışlarını yargılamasına ve onlardan birini geçmişi sebebiyle suçlamasına engel oldular. Hatta bununla da yetinmeyip her türlü yanlışlığa bir kılıf uydurabilmek için sahabeden her hangi birine uyulmasının din açısından bir engel oluşturmadığı fikri yayılarak herkesin kendine göre bir din anlayışı ortaya koymasına zemin hazırladılar.

İşte böyle bir süreçte bütün sahabelerin adaletinin kelami ve fıkhi görüşü şekillenmeye başladı.

Bu inancın şekillenmesine sebep olan önkoşulları gözardı ederek, bu görüş sahiplerinin maksat ve hedeflerine iyimserlikle bakanlar ve onların hayırsever niyetler taşıdığını tasavvur edenler ise şöyle bir yorum ortaya koymaktadırlar:

Tabiiler döneminde ve daha sonraki yıllarda halktan bir çoğu sahabe ve halifeler dönemindeki tarihi olayları incelemeye başladılar. Halkın büyük sahabilerin şahsiyet ve yaşantı tarzı hakkındaki fikirleri artmaya başladı. Sahabenin fazilet veya kötülükleri meclisten meclise aktarıldı. Bu dönemde tarih boyunca en çok zulme ve baskılara maruz kalanlar kendi haklarını dile getirmeye, zulme uğramış ve hakkı çiğnenmiş biri olarak eleştirilerini ortaya koymaya başladılar. Böylece muvafık ve muhalif olanlar karşı karşıya geldiler. Bir grup alimler ise bu gidişin hiç kimsenin menfaatine olmadığını görünce, tarihi olayları kapatmak, sahabe dönemindeki kanlı ve acı olayların hükmünü Allah’a havale etmek, her iki tarafa da saygıyla bakılmasını ve sahabenin yaptığı her şeyin mazur görülmesini sağlamaya çalıştılar.

Onlar sahabeye itiraz ve eleştiri kapısının açık tutulmasının ve halk arasında onların sürekli tartışılmasının asr-i saadetteki tarihi azameti tehlikeye düşüreceğini, ilk Müslümanların tüm haysiyet ve hürmetlerinin yok olacağını düşündüler. Böylece bir süre sonra eleştirilmeyen hiçbir sahabi kalmayacak, bu olaylar İslam tarihinin muhteşem kazanımlarını ortadan kaldıracak ve sürekli ilk mensuplarının uygunsuz davranışları, zulümleri ve ihanetleri dile getirilen bir dine güven yok olacaktı. Onlar sahabenin şahsiyetinin lekelenmesiyle kitap ve sünnetin de yara alacağını düşünüyorlardı. Çünkü başkalarına şeriat hükümlerini, Peygamber’in hadis ve siretini nakledenler bu sahabilerdi. Gelecek kuşakların dini hüküm ve marifetleri elde etmek için başvuracakları sahabe dışında bir yolu yoktu. Dolayısıyla bu kitap şahitlerinin yara alması durumunda dinin temelleri sarsılacak kitap ve sünnetin etkileri yok olacaktı.[1] 

Sahabenin adil olduğu görüşüne iyimser bakanların yorumları işte böyledir. bize göre bu görüş çeşitli boyutlardan kabul edilemez bir görüştür.

Öncelikle böyle bir düşünce, şer-i delil akli burhan ve tarihi gerçeklere uymamaktadır. İkinci olarak, masum olmayan insanların şahsiyetine dokunulmazlık vermenin zararı onların şahsiyetlerini yok etmenin zararından daha büyüktür. Üçüncü olarak, böyle bir dokunulmazlık sonucunda sahabilerden her birinin kişisel düşünce ve heva heveslere dayalı olarak ortaya koydukları hata, bid’at ve tahrıflerini ölçü ve örnek kabul edecek olursak bu, dinin çöküşü sayılır  ve bunun tehlikesi kitap ve sünnetin şahitlerini eleştirmenin tehlikesinden daha küçük değildir. Dördüncü olarak, bir grup sahabiye itirazda bulunmak ve onların kötü davranışlarını kınamak bütün sahabeye saldırmak ve onlarla savaşmak anlamını taşımaz. Sahabenin adaletine inanmayanlar da dengeli bir metottan yanadırlar. Onlar da bir çok sahabeye karşı ihlas ve muhabbet dolu kalplere sahiptirler. Beşinci olarak, tarihi acı olayları dile getirmeyi önlemek için bütün sahabeye dokunulmazlık elbisesinin giydirmek yerine aşırılıklardan uzak, gerçekçi bir tavırla bu konunun ele alınarak incelenmesi dinin korunması için daha sağlam ve doğru bir yoldur. Çünkü din bizzat hak üzere kuruludur ve herkesi hakka uymaya çağırmaktadır. Böyle bir dinin temelinin belirsizlik üzere kurulu olması açık bir çelişki sayılır. Altıncısı, bu örtbas etme yöntemi temelde dinin taşıdığı misyon ve hedeflerle tam bir tezat içerisindedir çünkü din zahiri bir zafer ve hakimiyet kurmak yerine insanların az da olsalar hak üzere doğru olarak hareket etmesine taraftardır. Yanlışların üstüne perde çekilerek bir zahiri mevki ve ihtişam kazanma hedefini taşımamaktadır. Kur’an-ı Kerim’de açıklandığı üzere bir çok Peygamber’in kavminin büyükleri şartlı olarak o Peygamber’e iman getireceklerini ileri sürerek Peygamber’den bazı tavizler örneğin yanındaki fakirlerle ilişkisini kesmesini istemişler ama peygamberler Allah’ın emriyle hak üzerinde direniş göstermeği ve sonuçta zayıf durumda kalmayı onların tekliflerine uyarak haktan taviz vermeye tercih etmişlerdir. Hz. Musa’nin sahabilerinin Hz. Musa aralarından bir süre ayrılması üzere sapmaları ve Hz. Musa (a.s)’ın onların bu sapmalarına göz yummayarak sapıklığa düşen çoğunluğa karşı şiddetle tavır aldığı olayı Kur’an-ı Kerim’de defalarca zikredilmiştir. Bu kıssa bile, bir dinin mensuplarının sapması ve hataları karşısında o toplumun salih ve alim kimseleri tarafından nasıl bir tavır alınması gerektiğini açıkça göstermektedir.

Bizim inancımıza göre, sahabenin adaleti görüşünün şekillenme köklerini incelerken, Ümeyyeoğulları dönemindeki siyaset erbabının hedeflerini de göz ardı etmemek gerekir.

Sahabenin Adaleti Görüşünün Siyasi Sonuçları

Bu görüşün, fikri ve siyasi alanda meydana getirdiği farklı etki ve  siyasi sonuçlarından bazıları şunlardır:

1- Sahabeyi asla eleştirmemek, onları emin ve mukaddes saymak, böylece de sahabe dönemindeki karanlık olayları değerlendirmekten ve onların uygun olmayan amellerini incelemekten Müslümanları alıkoymak.

2- Muaviye’nin saltanatına meşruiyet kazandırmak, Muaviye’nin kendi saltanatını genişletmek, güçlendirmek ve Yezid’i veliaht olarak seçerek  bu makamı Umeyyeoğullarında kalıcı kılmak için yaptığı bütün sahtekarca işleri ve canice savaşları, isyanları, günahsız insanlara uyguladığı katliamları, bozduğu anlaşmaları, sahabenin iyilerini şehit edişini ve benzeri tüm kötülüklerini Muaviye’nin ve uşaklarının bir içtihadı olarak görmek ve bütün bu olayları onların yalan ve hayali adaleti gölgesinde yorumlamak.

3- Umeyye oğullarının düşünce özgürlüğünü yok ederek Müslümanlara yaptıkları baskıyı, Allah’tan gelen bir kaçınılmaz takdir hatta O’nun insanlara verdiği bir nimet olarak değerlendirmek; itiraz edenlere işkence ve baskı uygulamak ve neticede de büyük bir diktatörlük kurmak.

4- Bu görüşü onaylayanlar ve muhalif olanlar arasında ayrıcalık yaratmak muhalifleri fısk, küfür ve irtidatla suçlamak ve neticede Müslüman fırkalar arasında bir düşmanlık atmosferi yaratmak.

Sahabenin adaleti görüşünün akidevi ve fikri neticeleri

Gerçi sahabenin adaleti, bu görüşün taraftarlarına göre Peygamber (s.a.a)’e ve ashabına aşk ve muhabbetin bir sembolüdür. Ama, bu coşkun duygular, şer-i kaidelere ve akli bir burhana dayanmadığı için inanç ve düşünce sahasında istenmeyen bir takım sonuçlar yaratmıştır:

1- Bu görüşün direkt ürünü masum olmayan insanların şahsiyetinin masum ve dokunulmaz hale gelişidir. Bu mantıksız aşk akıllara zincir vurmakta, yapıcı ve hedefli tartışma ortamını yok etmektedir.

2- Bu görüşün taraftarları ashaba isnat edilen bütün rivayet ve hadisleri almakta ve ashabı adil bildiği için de sahabe döneminde ve bizzat sahabiler vasıtasıyla uydurulan hadisleri sahih hadisler gibi kabul etmek ve bunları birbirinden ayırma görevini iptal etmektedir.[2]

Oysa adil sahabilerce nakledilen sahih rivayetlerle hadis uydurma döneminde fasık, bağımlı ve uşak kimselerce uydurulup Peygamber’e isnat edilen rivayetler iç içedir. Daha sonraları Ehl-i Sünnetin inançlarının bir parçası haline gelen nice hurafe ve israiliyat da kendi alimleri nezdinde kabul gören bu tür uydurma hadislerden kaynaklanmıştır.

3- Sahabeyi adil bilmenin sonuçlarından bir diğeri de, sahabenin Kur’an ve sünneti anlayışta merci haline gelişi, görüş ve düşüncelerinin şer-i bir hüccet sayılmasıdır.

Tabiiler ve tabe-i tabiinler döneminde Ehl-i Beyt’ten ayrı bir yol izlemeye çalışan bazı kimseler sahabeye muhalefet etmekten çekinerek, onlarla uyum içinde olmaya ve kendi görüşlerini onların uygun görüşleriyle güçlendirmeye büyük özen göstermişlerdir. Öyle ki artık sahabeyi taklit ve takip etmeyi bir farz biliyorlardı. Bu sebeple de bazı mezheplerde sahabenin tavır ve sünneti şer-i delillerden biri olarak kabul görmüştür.[3]

Ehl-i Sünnet fıkıh mezheplerinin imamları da sürekli olarak sahabenin söz ve görüşlerini önemsemiş ve şer-i hükümlere ulaşma hususunda bir kaynak olarak kabul etmişlerdir.[4] Böylece kesin delillerle ispat edilmiş olan Peygamber’in Ehl-i Beytinin hak ve üstünlükleri, özellikle de ilmi önderlikleri görmezlikten gelinmiş, siyasi baskılar sonucu ashap ve ümmetin diğer alimlerinden bile aşağı bir düzeyde tutulmalarına neden olmuştur.

 

 


[1] – Büyük muhaddis Ebu Zer’a şöyle diyor: “Sahabeden birini eleştiren kimseyi görürsen bil ki o zındıktır. Zira; Peygamber Kur’an ve hükümleri haktır. Bütün hükümleri sahabiler bizlere ulaştırmıştır. Bunlar bizim şahitlerimizi yaralayarak kitap ve sünnetimizi iptal etmek istiyorlar. Oysa buna kendileri daha layıktır ve onlar zındıktır. (el’İsabe, 1/18.)

[2] – İbn-i Esir, Usd’ul-Gabe’nin önsözünde şöyle diyor: Sahabe de bütün ilm-i rical kaidelerinde diğer ravilerle ortak kaidelere sahiptir. Şu farkla ki; ashabın adil olup olmadığı tartışılamaz. Çünkü onların hepsi adildir ve adaletsizlikle nitelendirilemezler.

[3] – Şatıbi, el-Muvafakat adlı kitabında şöyle diyor: “Sahabenin sünneti kendisiyle amel edilen ve kendisine müraacaat edilen bir sünnettir.” (4/54) sünnet hakkındaki  bu görüş daha çok ve özellikle de raşit halifeler için taraftar toplayabilmiştir. Bu görüşün kaynağı da sözde şu hadistir: “Benim ve raşit halifelerimin sünnetine uyunuz”

[4] – Ebu Hanife kıyas ile ashabın görüşünün çatıştığı noktalarda ashabın görüşünü kabul ediyordu. (Ebu Zehra, Ebu Hanife / 304) İbn-i Kayyim’in de dediği gibi İmam Ahmet bin Hanbel’e göre hükümlerin temel öğelerinden biri de sahabenin fetvalarıydı. Hatta Hanefiler ve Hanbeliler sahabenin fiillerini Kur’an’ı tahsis eden (Kur’an’daki genel hükmü geçersiz kılan yani özele indirgeyen) bir öğe olarak kabul etmişlerdir. (El-Medhal-u Devalibi/217