Dünya bir andır; o halde onu itaatle geçirin. el-Bihar, 77/164/2 Hz. Muhammed (s.a.a)

Şia’da Üzüntünün Hâkim Olması

Şia’da Üzüntünün Hâkim Olması

Soru

İnsanların bütün hastalılarının ilacı gülmektir. Fakat Şiaların dini törenlerinin hepsinde ağlamak ve üzüntü hâkimdir. Acaba sizlerde gülmeye hiç mi yer yoktur?

Cevap

Bu soru birçok Müslüman’ın zihninde bulunmaktadır. Konunun genişliği ve inceliği, gerçeği arayanlara en güzel şekilde, İslam’ın doğru görüşünü derinlemesine açıklamayı gerektirmektedir. Bu soruya vereceğimiz cevap dört aşamadan oluşmaktadır:

1. Bu şüphenin çıkış yeri ile ilgilidir. Öncelikle, teoride ve pratikte böyle bir sorunu oluşturan sebep veya sebepleri belirlemek.

2. İslam’da mutlulukla üzüntünün konumu.

3. Mutluluk ve üzüntünün psikolojik konumu, bunun bilimsel ve dinsel kaynaklar yardımıyla açıklanması.

4. Mutluluk ve üzüntünün (ağlamak ve gülmek) doğru bir şekilde yerinin belirlenmesi.

1. Bu Düşüncenin Kökeni

Aklınıza böyle bir sorun gelmesinin ve bu şekilde düşünmenizin nedeni, hiç şüphesiz toplumda yapılan dinsel törenlerdeki uygulamalardır. Müslümanlar genelde hep yas merasimleri düzenlemektedirler. Fakat bu İslam’ın her zaman bunu emrettiği anlamına gelmez; sürekli üzüntülü olmak öz İslami öğretilerle kesinlikle uyuşmamaktadır.

Bu tür dini merasimleri düzenleyenler, masumların doğum günlerinde bile ağıtlar yakıp, ağlamak gerektiğini zannediyorlar. Hâlbuki bu tamamen yanlıştır. Bu yanlışlığa düşmelerinin nedeni ise; insanları ağlatmaları gerektiğini düşünmeleridir. Bunu bir sorumluluk olarak algılamaktadırlar. Bunlara göre güzel olan ağlamaktır; insan hüzünlü olup ağladığı zaman Allah’a ulaşmaktadır ve varlık âleminin merkeziyle irtibata geçmektedir. Bu temelsiz ve hiçbir delili olmayan görüşten dolayı da, en ufak bir bahane ile hemen insanları ağlatmaya çalışıyorlar ve bunu çok güzel bir iş telakki ediyorlar. Dini görevlerinin ağlatmak olduğu inancında olan mersiye okuyanlar ve meddahlar, vazifelerini bu şekilde yerine getirdiklerini zannediyorlar.

Bunlar aşırıya gitmişlerdir. Bunların karşında ise diğer bir grup tefrite düşerek ne için olursa olsun ağlamanın kötü olduğu inancındadırlar. Bunlara göre ağlamak insanın psikolojisini bozan ve onu hasta yapan olumsuz bir davranıştır. Bu yüzden de böyle düşünenler her yerde ve her zaman başkalarını güldürmeye çalışmaktadırlar.

Sırf gülmek ve başkalarını güldürmek için akıl almaz onlarca yolu deniyorlar. Her ne kadar yersiz olsa bile maksat gülmek olsun diye ellerinden geleni yapıyorlar.

Birinci grup; mutluluk kaynağı olan her şeyi yaşamlarından çıkarıp atmaktadırlar. Hatta bazen insanı mutlu eder diye renkli elbise bile giymemektedirler. İkinci grup; sınırsız eğlenmeleri, yerli yersiz gülmeleri ve hep eğlence peşinde olmaları nedeniyle hayatın hedefini unutmuşlardır. Öyle ki çoğu zaman günahla gönüllerini hoş tutmaya çalışıyorlar.

Bu iki olumsuz davranış dolayısıyla, dışarıdan bakanlar bunların mensup oldukları ideolojileri sırf ağlama dini veya sırf eğlence dini olarak görmüşlerdir. Bu yüzden de İslam’da her ikisinin olabileceği akıllarına gelmemektedir.

Orta yoldan çıkarak, aşırıya gitme veya geri kalma (hep ağlamak, hep gülmek) düşüncesi günümüzde İslam âlemini kaplamış bulunmaktadır, çoğu Müslüman bu yanlışlığa saplanmış bulunmaktadır. Orta yolu tutmak yerine bazıları hep suratlarını asarak hiç gülmemekte, bazıları da İslam âlemindeki bunca derde rağmen dertlenmeden hep eğlence peşindedirler. Bunlar orta yol olan, her ikisini içine alan ve her birinin yerli yerinde yapılmasını savunan üçüncü bir yolu düşünemiyorlar. Bu iki düşünce tarzı yenilmeye ve kaybetmeye mecburdurlar. Çünkü bunlar İslam’ın görüşü değildir; İslam çok daha farklı emretmektedir.

2. Mutluluk ve Hüznün İslam’daki Yeri

İslam açısından sırf ağlamak ve gülmek, üzülmek ve sevinmek tek başına hiçbir önem arz etmez. Bunların hiçbiri başlı başına diğerinden üstün kabul edilmemektedir.

İslam sırf ağlansın yahut sırf gülünsün diye kimseyi yönlendirmemiştir. Bu işte önemli olan, neden ve niçin yapıldığıdır. İslam mukaddime ve getirisine önem vermektedir.

Sevinç ve hüzün, insanın insanlık boyutuna hâkim olan onun ruhuyla alakalı bir durumudur ve bunu ağlayarak ve gülerek göstermektedir. Her insan, insan olması hasebiyle bu iki duyguya sahiptir. İslam’a göre, eğer bu duygular insanın Allah’a kulluğunda kötü etki bırakmıyorsa iyidir, aksi takdirde kabul edilmemektedir.

Ağlamak ve gülmek, eğer insanı ulaşması gereken hedefinden alıkoyuyorsa, insanlara hizmet etmenin önünü alıyorsa ve Allah’a kulluk etmesini engelliyorsa o zaman kötüdür. Aynı şey sevinmek ve gülmek içinde geçerlidir. Gülme ve ağlamaya değer veren yahut yeren iki neden bulunmaktadır; birincisi bu duyguların oluşum nedeni ve ikincisi bu duyguları gösterme tarzı.

Rivayetlerde “sebepsiz gülme” olarak tabir edilen, bilinçsizce gülüş beğenilmemiştir. Bunun aksine bilinçli olan eğlenme beğenilmiştir.

İmam Hasan Askeri (a.s) bir hadiste şöyle buyurmaktadır:

“Sebepsiz yere gülmek cahilliğin belirtisidir.”

Diğer bir hadiste de İmam Kazım şöyle (a.s) buyuruyor:

“Allah sebepsiz yere güleni sevmez.”[1]

Demek ki her çeşit gülme, kötü veya iyi değildir. Önemli olan niçin yapıldığıdır. Ağlamak da aynı şekildedir, örneğin Allah korkusundan veya Allah sevgisinden dolayı ağlamak İslam’da beğenilen bir davranıştır. İmam Bâkır (a.s) şöyle buyurmaktadır:

“Allah katında gece yarısı sadece onun korkusundan dolayı ağlayan kulun gözyaşından daha kıymetli ve sevimli bir damla yoktur.”

İmam Ali (a.s) buyuruyor:

“Allah korkusundan ağlamak ilahi rahmetin anahtarıdır.”

Diğer bir hadiste şöyle buyurmaktadır:

“Allah korkusundan ağlamak kalbi nurlandırır ve insanın günaha dönmesini engeller.”[2]

Gülmek insanın ruhuyla uyuşup, akıllıca olursa, ağlamak da insanın bilincini çoğaltıp kemale doğru ilerlemesini sağlarsa güzeldir. Bu iki beğenilen duygu Allah’ın rızasıyla birlikte olduğu için iyidir, ayrıca ruhun ve bedenin sıhhatini de sağlamaktadır.

İslam’ın Görüşü

1- İnsanı bunalıma sokacak ağlama iyi değildir. Resulullah’ın (s.a.a) hayatını anlatan kitaplarda, üzgün gördüğü bir ashabını hemen şaka yaparak güldürdüğü nakledilmektedir. Masum İmamlarımız da etrafındakilere nasıl mutlu olunması gerektiğini göstermişlerdir. Şöyle buyurmaktadırlar:

“Mutlu ve rahat yaşayabilmen için, Allah’ın razı olduğuna sende razı ol.”

2- İslam’ın beğenip, onayladığı ağlama, Allah korkusundan dolayı yapılan ağlamadır. Allah için ağlamalar insanın kendisini yetiştirip Allah’a ulaştırmasında en etkili yöntemdir. Tabii ki bu, her zaman her yerde surat asmak anlamına gelmemektedir.

Allah’ın dostlarına olan sevgi ve düşmanlarına olan nefret dolayısıyla ağlamak da bu gruba girmektedir.

3- Gülmek kesinlikle kötü ve beğenilmeyen bir özellik değildir. Aksine İslam gülmek üzerinde çok durmuş ve insanın gülmesine önem vermiştir. Gülmek mutlu olmanın göstergesidir. İnsan şaka yaparak, fıkra anlatarak, mizahta bulunarak mutlu olabilir. Burada önemli olan edep ve İslami kurallarına riayet etmektir. Sadece bazı olumsuz özellikleri bulunan gülme şekilleri yasaklanmıştır (kahkaha atmak gibi).

4- İslam hiçbir zaman ağlamak ve gülmek arasında seçim yapmamıştır ve birini diğerinden üstün tutmamıştır. Her ikisini insanın varlık boyutuyla bağlantılı kabul ederek bunlar için bir takım şartlar ve sınırlar belirlemiştir.

5- Normal zamanlarda -bazı zamanlar hariç- insan yaşamına hâkim olması gereken özellik gülmektir. İnsan birçok değişik yolla günlük yaşamında mutlu olmalıdır; tebessüm etmek, çalışmak, şaka yapmak, spor yapmak, günahtan uzak durmak, seyahate çıkmak, güzel koku sürmek ve açık renkli elbise giymek insanı mutlu edecektir. İslam mektebinde, mümin her zaman güler yüzlüdür, münafığın ise suratı sürekli asıktır.[3]

Resulullah (ki, en güzel sıfatları kendisinde toplayandır) şöyle buyurmaktadır:

“Şüphesiz ben de sizin gibi bir insanım, şaka ve mizah yapmaktayım.” Bir diğer beyanında buyuruyor: “Ben de şaka yapıyorum, ama şakamda hak ve doğrudan başka bir şey olmaz.”[4]

6- İslam’ın övdüğü gülme hikmetli ve bilinçli olarak yapılan gülmedir. Gülme yoluyla fikir, irfan, ahlak, fıkı vb. karşılıklı aktarılmaktadır. Peygamberimizin yaşamında bunu çokça görmekteyiz. Bir gün yaşlılara şöyle buyurdu: “Cennete sadece güzel yüzlü gençler girecektir.” yaşlıların tedirgin olduğunu gördükten sonra tebessümle şöyle devam etti: “Sizler önce genç olacaksınız ve ondan sonra cennete gireceksiniz.”

Demek ki, düşüncesizce, günah yoluyla yapılan şakalar (gıybet, töhmet, yalan, küfür etmek, aşağılamak vb.), kahkaha atarak gülmek İslam’ın kabul etmeyip, yasakladığı eğlence şekilleridir. İmamlarımız bu tür eğlencelerin zararlarını rivayetlerde buyurmuşlardır. Rivayetlerden, kahkaha atmanın, çok gülmenin, insanların bir araya gelip sadece gülme ile vakitlerini geçirmelerinin, yalanla karışık eğlencelerin çok kötü olduğu anlaşılmaktadır.

İmam Sadık (a.s) şöyle buyuruyor: “Kahkaha şeytandandır.”

Resulullah (s.a.a) buyuruyor ki: “Çok gülmek imanı yok eder.”

Yine Allah Resulü (s.a.a) buyuruyor: “Sırf başkalarını güldürmek için yalan söyleyene yazıklar olsun. Yazıklar olsun ona.”[5]

7- İslam’ın beğenip, onayladığı ağlama; Allah korkusundan, Allah dostlarına olan sevgi ve onların düşmanlarına olan nefret dolayısıyla olandır. Diğer tüm üzülüp, ağlamalar iyi değildir. Ağlamak insanı kemale ulaştırıp, maneviyatını çoğalttığı takdirde değerlidir. Bu yüzden isyan edercesine, çığlıklar atarak, vücudu yaralayarak yapılan ağlamalar kötüdür ve İslam bunu kesinlikle kabul etmemektedir.

İslam’ın gerçek görüşünü öğrenmek ve yanlışlığa düşmemek için o konu hakkındaki rivayetlerin hepsini incelemek gerekir. Sadece bir rivayete bağlı kalarak İslam öğrenilmez ve soruda olduğu gibi insan yanlışa düşer. Mutlu olmayı hayatlarından silen, sevinmeyi yok sayan, ağlamanın güzel olduğunu kabul ederek sürekli üzüntülü olanlar, yalnızca İslam’ın beğenmediği ve yerdiği hadisleri okumuşlardır. Yanlışlığa düşmelerinin nedeni de buradan kaynaklanıyor. Aynı şey üzülmeyi kötü bilip, gereksiz eğlence peşinde olanlar için de geçerlidir.

İnsanın hayatına hâkim olan en önemli özellik eğlenip gülmektir. İnsan en ufak bahanelerle mutlu olmasını bilmelidir. Ağlamak ise hayatın her anına hâkim olmamalıdır; sadece belirli zamanlarda ve belirli sebepler nedeniyle olmalıdır.

Her ne kadar Allah korkusundan ağlamanın güzel olduğunu söyledikse de bundan maksadımız her yerde, toplumun içinde de ağlamak değildir, bu yalnızken yapılmalıdır.

3. Psikolojik Açıdan Mutluluk

Soruya tam cevap vererek, doğru bir sonuca varabilmemiz için, konuyu psikolojik açıdan da incelememiz gerekmektedir. Bunun için de meseleyi iki başlık altında açıklamaya çalışacağız:

Mutluluğun Tanımı

Belki de psikolojide en az işlenen konulardan biri de mutluluk gerçeğidir. Mutluluk hakkında ortak bir tanım bulunmamaktadır, birçok değişik tanımlar yapılmıştır, örneğin:

Başarıya ulaşma sonucu insanda oluşan olumlu duyguya denir.

Mutluluk, dertsiz olan tüm keyiflere denir.

Aristoteles’e göre, bilimsel olarak değişik konumlardaki insan için mutluluğun tanımını yapamayız, çünkü mutluluğun üç tane olduğuna inanmaktadır.

a) Mutluluğun en aşağısı; lezzet ve keyif almak.

b) Orta dereceli mutluluk; amelde güzel işler yapabilmek.

c) Mutluluğun en üstünü; düşünür ve mütefekkir olarak yaşamaktır.

Sıradan insanlar için mutlu olmak yani günlük yaşamdan keyif alabilmektir. Bunlar için mutluluğa ulaşmak hangi yolla olursa olsun önemli değildir. Değersiz, kötü işler ve hatta insanın kendisini değersiz kılmasıyla da buna ulaşılabilir.

Böyle bir mutluluk anlayışı, insanın yaratılışıyla uyuşmamaktadır. Bazıları mutluluk hapları kullanarak geçici mutluluğa ulaşmaktadırlar. Fakat gün geçtikçe hayattan memnun olmama derecesi düşecektir. Sokrat şöyle diyor: Bir domuz gibi mutlu olmaktansa, üzgün olmayı tercih ederim. Domuz keyif alma acısından yüksek derecededir, fakat hiçbir zaman aklını kullanamaz, yaptığı işleri bir ölçüye göre yapmaz, işte bu yüzdende memnuniyetini gösteremez.

Öyleyse herkesin ortak görüşü olabilecek bir tanım yapmamız gerekmektedir. Buna göre de mutluluğu şöyle tarif edebiliriz: Mutluluk, kendinden memnuniyet ve keyif derecesinin bileşimidir (kendinden memnuniyet + keyif derecesi = mutluluk). Her ne kadar insanların çoğu mutluluğun doruğuna (düşünür olarak yaşamak) ulaşamasa da, aşağı derecelerde kalmamalıdır ve sadece hayvani keyiflerle kendisini kandırmamalıdır.

Mutluluğa Ulaşmanın Yolları

Her ne kadar insan yaşamında sürekli acı ve üzüntüler olsa bile, gene de bunu hayatının her anına genelleştirmemelidir. Sorunların sürekli etrafında dolaşmasına izin vermemelidir.

Bu yüzden mutlu olmak için kendisine yol seçmelidir. Biz bu yolu kısaca şöyle tanımlamaktayız: Uzun süreli mutluluk yalnızca ahlak ve din ile mümkündür. Demek ki mutluluğun yolu, sorumsuzca, sınırsızca yaşamak ve toplumun, ahlakın, dinin kurallarına bağlı olmamaktan geçmemektedir.

Bilimsel acıdan insanın mutlu olabilmesi için birçok değişik yöntem bulunmaktadır. Onlardan bazılarını şöyle sıralayabiliriz:

1- Yersiz endişelere karşı direnmek.

2- Tahammül edebilme ve kabullenme gücünün çoğalması.

3- Yolculuğa çıkmak.

4- Spor yapmak.

5- Gülmek ve insanlara tebessüm etmek.

6- Şaka yapmak.

7- Açık renkli elbise giymek.

8- Bakımlı olmak.

9- Mutlu ve huzurlu insanlarla görüşmek.

10- Yersiz beklentilerde bulunmamak.

4. Beğenilen Sevinç ve Hüzün

Buraya kadar yapmış olduğumuz açıklamalardan şöyle bir sonuç çıkarabiliriz:

1- Mutlu olmanın yollarından biri gülmektir. Fakat şunu unutmayalım ki, önemli olan her zaman mutlu olmaktır, her zaman gülmek değildir. Sürekli mutlu olmak, İslam’ın beğenip, istediği bir yaşam tarzıdır. Kalıcı ve gerçek mutluluğa ulaşmak ise yalnızca ahlak ve din kurallarına uymak ile mümkündür.

2- Gülmenin bir tedavi yöntemi olduğunu sadece kısmen kabul edebiliriz. Sürekli gülmek sadece sıradan ve idealsiz insanlar için iyidir. Hedefi büyük olan insanlar boş şeylerle vakitlerini geçirmezler. Bu yüzden büyük filozoflardan olan Sokrat, Platon ve Aristoteles yüce insani mutluluğun sadece, düşünme sonucu oluşan mutluluk olduğunu söylemişlerdir. Mutlu olmak isteyen herkes bu yüce mutluluğun peşinde olmalıdır ve sıradan hayvani mutluluklarla yetinmemelidir.

Rivayetlerde bunun için “zahitçe mutluluk” tabiri kullanılmıştır. Emirelmüminin Hz. Ali (a.s) şöyle buyuruyor:

“Zahitler, dünyada gülse bile aslında gönülleri ağlamaktadır. Mutludurlar, ama kalplerinde hüzün çoktur.”[6]

3- Toplum ve insan yaşamına hâkim olan ve olması gereken duygu mutluluktur. Dinsel toplantılarda bunu göremiyorsak kesinlikle bunun sebebi din değildir. Bu din mensuplarının yapmış olduğu bir hatadır. İslam’ın istemiş olduğu ağlama, Allah korkusundan dolayı olan ağlamadır. Mümin geceleri secdegâhını gözyaşlarıyla ıslatarak, göğün yedinci katına kadar kendisini yükseltmektedir. Her zaman, her yerde, yerli yersiz, olur olmaz ağlamaları İslam onaylamamaktadır.

4- Dini merasimler üç esas üzere kurulmuşlardır:

a) Dini öğretilerin açıklanması, İslam’ın emirlerinin öğrenilmesi ve toplumsal sorumlulukların hatırlatılması.

b) İnsanların birbirleriyle arkadaş, dost ve samimi olmalarını sağlamak.

c) İbadet ve Allah’a kulluk etmek.

Bu üç temel esasın dışında yapılan her şey ektir. Özel bazı zamanlarda bu programlara eklemelerde yapılmaktadır. Örneğin, mersiye okumak, dua ve ziyaretname okumak böyledir.

Şimdi dini merasimlerde mersiye okumayı açıklayalım:

1- Dini toplantılar genelde mersiye okumak için değildir. Mersiye okuyarak ağlayıp, ağlatmak sadece Muharrem ayı ve masumların şehadet yıl dönümleri içindir. İslam’a göre, Ehlibeyt’in üzüntülü olduğu ve onların şehit edildikleri günlerde Müslümanlarında üzülüp ağlaması gerekmektedir. Bunu İmamlarımız şöyle buyurmaktadır:

“Bizim Şialarımız, bizim üzüntümüzle üzülür ve sevincimizle de mutlu olur.”

Bu yüzden sürekli mersiye okumak yahut sürekli eğlenmek orta yoldan çıkmak demektir. Her ikisi de yerli yerinde yapılmalıdır.

2- Her ne kadar matem merasimlerinin esası üzülüp ağlamak olsa bile, bunlar insanda üzüntü yaratmamaktadır. Bu merasimlerin, mersiye okunarak, ağıtlar yakılıp, sinelere vurularak geçtiği doğrudur. Fakat bu üzülmeler çok farklıdır. Bunlar aslında insanda sevinç oluşturmaktadır. İnsanı harekete geçirerek Ehlibeyt’in yolunda ilerlemesini sağlamaktadır.

Her gülme sevinçten dolayı olmadığı gibi her ağlama da üzüntü yaratmaz. Eğer Allah korkusundan ağlamak güzeldir diyorsak, bunun nedeni insanı üzmediği içindir.

3- Matem merasimlerinin düzenlenmesinin sebebi, gönül bağlılığından kaynaklanmaktadır, Şialar Ehlibeyt’in mateminde üzülerek sevgilerini göstermektedirler. Bunun peşi sıra ise insanın gönlünün tarif edilmez bir huzur ve mutlulukla dolmasıdır.

Ehlibeyt dostları kendilerini Ehlibeyt’e borçlu bilmektedir, onların çektiği sıkıntılara ortak olarak bu borcu ödemeye çalışmaktadırlar. İnsanın borcunu ödemesi onu rahatlatır mı yoksa rahatsız mı eder?

4- Merasimlerin sonunda kısa bir meriyse okuyarak ağlamak, borç ödeme olduğu gibi, bir çeşit dini ve ahlaki yaşam tarzıdır. Gerçek mutluluğun kaynağı olan ahlak ve din bizlere Ehlibeyt’in mateminde üzülmemizi emretmektedir.

5- Dua ve ziyaretnameleri okurken, birden mersiye okumaya başlamak gereksiz ve aşırıya gitmektir. Nedeni ise, bu merasimleri düzenleyen ve okuyanların bilgisizliğinden kaynaklanmaktadır.

Sonuç olarak, dini merasimlerin temellerini şöyle sıralayabiliriz:

1- Allah’ın istediği ve Ehlibeyt’in anlattığı gibi kulluk etmek.

2- Dini ve toplumsal sorumlulukların hatırlatılması ve gerçeklerin açıklanması.

3- Dostluk ve samimiyetin oluşması.

4- Ehlibeyt’e karşı, Şialık borcunu ödemeye çalışmak ve böylelikle onların manevi yaşam tarzını hayata geçirmek.

–—


[1]     Biharu’l-Envar, c. 72, s. 59.

[2]     Mizanu’l-Hikme, c. 1, s. 453.

[3]     Biharu’l-Envar, c. 77, s. 155.

[4]     Biharu’l-Envar, c. 16, s. 295.

[5]     Mizanu’l-Hikme, c. 1, s. 481.

[6]     Mizanu’l-Hikme, c. 5, s. 485.