Beni zayıfların arasında arayınız. Zira ki sizle zayıf insanlar vesilesiyle rızık yiyor ve yardım görüyorsunuz. Kenz’ul-Ummal, 6019 Hz. Muhammed (s.a.a)

Şia’ya Göre Büyük Günah

Şia’ya Göre Büyük Günah

Soru

Şia’ya göre büyük günahın konumu nedir?

Kısa Cevap

Büyük günah konusunda Müslüman fırkalar arasında, çoğu siyasi olan ifrat ve tefritler vardır.

Bunun en belirgin örneği Mürcie ve Hariciler’dir. Mürcie, zalim yöneticileri temize çıkarmak için zâhirî imanı veya Müslümanlık iddiasını ve görüntüyü korumayı yeterli görmekte, büyük küçük hiç bir günahın, hatta Ehl-i Beyt’in (a.s) kanını dökmek bile olsa imana zarar vermeyeceğini ispatlamaya çabalamaktadır. Hariciler ise tam tersine diğer İslami mezheplere uyguladıkları şiddete ve onlara karşı verdikleri mücadeleye kılıf bulmak için bir kere bile olsa büyük günah işleyen herkese kâfir damgası vurmakta, ardından düşman saydıkları kimseleri günahkâr diye yaftalayarak İslam dairesinden çıkarmaktadırlar. Mutezilî ise bu iki inancın arasında belirsiz bir yol tutmuştur.

Şia öğretilerine baktığımızda Şiilerin bu konudaki inancının şöyle olduğunu görmekteyiz: İman asıldır. Ama gerçek iman, ameli peşinden getiren imandır. Gerçek manada mümin olan kimse pervasızca büyük günah işlemez, hatta küçük günah bile işlemez. Ayağı kayarak büyük günah işlerse hemen rahim olan Allah’ın uygun gördüğü ve gösterdiği yollardan giderek onu telafi etmeye çalışır, günahının bağışlanmasını ümit eder. Böyle yapmayan biri gerçek imana sahip olmayan, sadece görüntüde mümin olan kimsedir. İmanı ve ameli olmayan kimse, ilahi imtihanı geçemeyeceğinden ahirette cehenneme gidecektir.

Ayrıntılı Cevap

Belirtmek gerekir ki, günahların küçük ve büyük diye ikiye ayrılması Kur’an-ı Kerim kaynaklıdır. Nisa/31, Şura/37 ve Necm/32 bu konu hakkındadır.

Bir taraftan günahların hangilerinin büyük, hangilerinin küçük olduğu hususunun Kur’an’da açıklanmaması, diğer taraftan büyük günahın durum ve konumunun ne olduğunun bilinmemesi İslamî fırkalar arasında önemli tartışmalara yol açmıştır.

Şia rivayet kitaplarında hangi günahların büyük olduğunu konusunda birçok rivayet mevcuttur. Diğer mezheplerin kelam ve tefsir kitaplarında da büyük ve küçük günahlar tanıtılmıştır.

Büyük günahların sahip olduğu konum için her şeyden önce belirtmek gerekir ki:

1- Birçok İslami mektepte büyük günahın konumu, dinî öğretilerden çok siyasi olaylardan kaynaklanmaktadır. Bu konuda görüş öne süren mektepler sırasıyla şöyledir:

a) Mürcie: Bu fırkaya göre iman amelden önce gelir. Yani bir kimse şehadet getirip Müslüman olursa artık hiç bir günah onun cennete girmesine engel olamaz. Böyle bir düşünce Emevi sultanları tarafından hararetle destekleniyordu. Bu görüş, Ehl-i Beyt’i (a.s) ve günahsız halkı şehit eden, içki içen, dünyaya aşırı düşkün olan Emevi sultanlarının da hayırlı bir akıbeti olacağını, onların da cennete gideceklerini dikte etmektedir. Çünkü onlar zahirde iman sahibiydiler ve namaz, oruç, hac vs. amelleri yerine getiriyorlardı!

Bu fırkanın âlimleri akaitlerini Kur’an’ın bazı âyetlerine dayandırıyorlar. Örneğin diyorlar ki: Bakara Sûresinin 3’ten 5’e kadar olan âyetlerinde büyük günah işlememeyi kurtuluşa ermenin şartı olarak saymamıştır.

“Onlar gayba inanırlar, namaz kılarlar, kendilerine verdiğimiz mallardan Allah yolunda harcarlar. Yine onlar, sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler; ahiret gününe de kesinkes inanırlar. İşte onlar, Rablerinden gelen bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler de ancak onlardır.”

Ancak onlar bu özelliklerin 2. âyette geçen takvalılara ait olduğunu ve takvanın da büyük günahla uyuşmadığını unutuyorlar.[1] Böyle bir inanç sözde Müslümanların günaha bulaşmaları için ellerini öylesine açık bırakıyor ki Müslüman olduklarını söyleyerek her türlü cinayeti işleyebilmekteler!

İmam Sâdık (a.s) bu konuda şöyle buyuruyor:

“Mürcie, biz Ehl-i Beyt’i katleden Benî Ümeyye’nin de mümin olduğuna inandığı için Ehl-i Beyt şehitlerinin kanı onların da yakasına yapışacaktır.”[2]

b) Müslüman olan herkesin pak olduğuna inanan ve sultanların zulümlerine kılıf uyduran Mürcie’nin tam aksine İslam toplumunda ifratçı başka bir fırka baş gösterdi. Bu fırkaya göre büyük günah işleyen herkes kâfir ve mürteddir, canı ve malı mübahtır. Kendisine dini bir görüntü veren bu akaidin de kökü siyasi olup Sıffin Savaşı’ndan sonra İmam Ali’nin (a.s) hakemiyeti kabul etmesiyle ortaya çıktı. Kendilerine Harici veya Marikin denilen bu gurup, önce Kur’an’ın bazı âyetlerine[3]dayanarak hakemiyeti büyük günah saymış, sonra Peygamber’in (s.a.a) halifesine kâfir hükmü vererek onunla savaşmışlardır.[4]

O günden sonra büyük günah işleyen herkesin kâfir olduğunu ve ebedi olarak cehennemde kalacağını savunmuşlardır![5] Onlara göre gerçekte imanın herhangi bir değeri yoktur, asıl olan ameldir. İmanı, temeli zayıf ve yıkılma imkanı olan bir bina olarak görür ve düşen her tuğlayla binanın çökeceğine inanırlardı. Bu fırkanın ele başlarının maksatları siyasi olmasına rağmen takipçilerinin çoğu cehaletlerinden dolayı onların bu hilelerini dini sanarak onlara kandılar. Bu fırka önceki fırkanın, yani kurnazca hakim güçlerin zulümlerine kılıf uyduran Mürcie’nin aksine güya dini ihya etme çabasındaydılar. Bu yüzden İmam Ali (a.s), Mürcie itikadının ortaya çıkma kaynağı olan Emevi itikadının, Harici itikattan daha kötü olduğunu söylüyordu.[6]

c) Bu arada, büyük günah işleyen Müslümanların durumunun iki durum arasında olduğu[7] görüşüne sahip olan Mutezile diye bir itikat da vardır. Mutezile’ye göre büyük günah işleyen Müslüman ne mümindir, ne de kâfir. Bu itikat Şia itikadına yakın olsa da iman ile küfür arasında kalan yerin ne manaya geldiği tam olarak bilinmediğinden Şia itikadından ayrılmaktadır.

2- Şia’nın büyük günah işleyen kimsenin konumu hakkındaki görüşünün anlaşılması için büyük günah işleyenlerin birbirlerinden ayırt edilmesi gerekir. Şii’ye göre büyük günah işleyenler şu guruplara ayrılırlar:

a) Müminler: Şia mektebinde iman genel ve özel olmak üzere ikiye ayrılır. Genel iman, diğer İslami mektepler göz önüne alınmaksızın İslam’a iman etmektir. Özel iman ise İslam’ın şartlarının yanı sıra Peygamber’in (s.a.a) Ehl-i Beyt’inin velayet ve imametine de iman etmektir. Birçok rivayette böyle bir ayırım yapılmıştır. Örneğin bir rivayette İmam Sâdık (a.s) şöyle buyuruyor:

“İslam, iki şehadeti getirmek, namaz kılmak, zekat vermek, hac farizalarını yerine getirmek, Ramazan’da oruç tutmaktır. İman ise bunların yanı sıra velayeti kabul etmeyi de gerektirir.” [8]

b) İmansızlar: Nice kâfir var ki genel iman dairesinin dışındadır ve nice Müslüman da var ki genel imana sahip olmalarına rağmen Ehl-i Beyt mektebini kabul etmemiştir; dolayısıyla özel imandan yoksundurlar. Doğal olarak bu gurupta olanların hepsi için eşit şekilde hüküm verilemez. Örnek olarak onlardan ikisini getiriyoruz:

Mustazaf: Hak din hakkında fazla bilgi sahibi olmadıkları için onu tanıyamayan kimselerdir. Böyle kimseler fıtrî kurallara uydukça ve başkalarının haklarına tecavüz etmedikçe, büyük günah işlerlerse dini tanımadıklarından dolayı Allah bu günahları bağışlayabilir.

İnatçılar: İnatçılar veya mücadeleciler, hak din kendilerine delille ispat olduğu halde dünyevî menfaatlerinden dolayı onu kabule yanaşmayan kimselerdir. Böylelerinin iman etmemesi yalnız başına cehenneme gitmeleri için yeterlidir. Ayrıca diğer büyük günahları da işlerlerse azapları artar. Nahl Sûresinin 88. âyeti bu konu hakkındadır.

Şimdi yukarıda zikredilenlere dayanarak sözde Şia mektebine inandığı halde büyük günah işleyen kimselerin durumuna göre büyük günahın nasıl bir yere sahip olduğuna bakalım.

Şia âlimler, bu alanda çeşitli ve bazen de farklı gibi görünen rivayetlere dayanarak şöyle diyorlar: Ne Mürcie gibi böyle günahkârların cehennemden kurtulup cennete gideceklerini söyleyebiliriz, ne Hariciler gibi büyük günah işler işlemez ebedi olarak cehennemde kalacaklarını, ne de Mutezile gibi iman ve küfür sınırının dışında kaldıklarını söyleyebiliriz. Büyük günah işleyen müminler fasık müminlerdir, eğer cennete gitmek istiyorlarsa kaybettikleri adaleti yeniden kazanıp çaba harcamaları gerekmektedir. Yoksa her günah işledikçe imanın derecelerinden bir derece düşer ve sonunda öyle bir duruma gelirler ki, tevbe kapısı açık olmasına rağmen tevbe edemeyecek, dolayısıyla cehenneme gideceklerdir. Başka bir deyişle, Şia inancına göre her ne kadar imanın önceliği varsa da iman ve amel birbirlerini gerektirmektedirler. İmanı olduğunu söyleyip de dininin emirlerini yerine getirmeyen kimsenin imanlı olduğu söylenemez. Ve gerçekte amelin olmaması değil, imanın olmaması insanı cehenneme götürür.

Dolayısıyla bu alandaki Şia inancını şöyle özetleyebiliriz:

1- İmanlı birinin günahlarının tümü büyük de olsa bağışlanabilir. Ancak kul hakkına ait günahlar için helallik alınmalıdır.

2- Büyük günahları işleyenler tevbe etmedikleri sürece imanın yüce derecelerinden biri olan adalet makamından düşerler. Ama mümin sınıfından çıkmazlar.

3- Devamlı büyük günah işleyen kimse gerçek manada tevbe etmez veya günahını telafi yoluna gitmezse sonunda bu onu iman dairesinden çıkarır.

4- Velayete inanıp iman etmek büyük veya küçük günah işlemek için bahane olamaz.

5- Gerçek mümin manevî haletlerinde korku ve ümit arasında olan kimsedir.

Şimdi yukarıdaki maddeleri daha geniş şekilde ele alalım:

1- İnsanlar iki sebepten dolayı büyük günah işlerler: Ya dine inanmadıkları için günah işlerler; bu durumda günahkâr olmalarının yanı sıra imanları da olmadığından mümin sınıfından çıkarlar. Veya inanç sahibidirler ama şeytanın vesveseleri ve şehvetleri, kendilerini bazı günahları işlemeye sevketmektedir. Bunların akıbeti tartışmalıdır. Allâme Hillî, Şerh-i Tecrit adlı eserinde, günah işleyen herkesin ebedi olarak ateşte kalacağına inanan Haricilerin inancını reddederek şöyle buyuruyor: “Büyük günah işleyen müminin cehennemde ebedi kalacağına inanırsak, bütün ömrünü ibadetle geçiren kimse, ömrünün sonuna doğru imanını kaybetmeden bir günah işledi diye, onu bütün ömrünü günah ve şirkle geçirenle aynı seviyede tutmak, her ikisinin de ebede kadar yanyana cehennemde olacaklarını farzetmek mümkünü olmayan bir şeydir. Çünkü bu tamamen akıl ve mantığa aykırıdır.”[9]

Dolayısıyla büyük günah işleyen mümine kâfir diyemeyiz. Allah’ın geniş rahmetini ve kullarının günahlarını bağışlayacağını gösteren birçok âyetin[10] böyle kimselere faydası olmayacaksa kime faydası olacak?

Ancak günahkâr kimselerin mümin olup olmadıklarını da Allah bilir. Nitekim Kur’an’da şöyle buyuruyor:

“İçinizde ne var, Rabbiniz, sizden daha iyi bilir. Düzgün ve temiz kişiler olursanız şüphe yok ki o, tevbe edip hakka dönenlerin suçlarını örter.”[11]

Allah öylesine affedici ve büyük ki affını tevbe etme şartına bile bağlamadığı[12] gibi şirkin dışında bağışlanmayı hakkeden herkesi bağışlayacaktır.[13] Birçok rivayette bu affın büyük günahları işleyenleri de kapsamına aldığı açıkça belirtilmiştir.[14]

Kur’an’da öyle âyetler var ki, bundan da öteye geçerek iman getirmek şartıyla geçmiş günahları hatta şirkin de bağışlanacağı müjdelemekteler![15]

Ancak bunlar Allah’la kul arasında olan günahlarla ilgilidir. Yetim malı yemek, yalan yere şahitlik yapmak gibi büyük günahlardan dolayı zarar görenlerden imkân dahilinde helallik almak gerekir. Zira Emiru’l-Müminin’in (a.s) buyruğuna göre kıyamette böyle günahlar dikkatle incelenecek ve onlara asla göz yumulmayacaktır.[16]

Yukarıda söylenenlerden yola çıkarak günahkâr mümine, günahından dolayı nimete nankörlük etti diye kâfir ya da mürted diyemeyiz. Yine daha önce söylendiği gibi Haricilerin inancı siyasi olup âyet ve rivayetlerle tezat halindedir.

2- Görüldüğü üzere Mürcie, hakim güçlerin gayri meşru işlerine kılıf uydurmak için büyük günahların, hatta geniş manada imana bile zarar vermediğine inanmasına karşın, Şia inancına göre büyük günah işleyenler kâfir olmazlar ama imanın yüce derecelerinden aşağı düşerler.[17] Böyleleri bir camide cemaat imamı bile olamazken, nasıl olur İslam toplumuna imam ve halife olabilirler?[18]

Rivayetlere göre büyük günah işleyenler adalet gibi imanın yüksek makamlarından yoksun olan kimselerdir. Dolayısıyla onların İslami mahkemelerdeki tanıklıkları kabul edilmez[19], onlarla ilişki kurulmaz, evlenilmez…[20] Böyle birisi nimete nankörlük eden kâfir hükmünde olup tevbe etmez ve geçmiş amellerini ıslah etmezse cehenneme gidebilir.[21] Kısacası sözde iman, bütün günahların bağışlanmasını garanti etmez.

3- Günah ne kadar çok olursa tevbe imkânı da o ölçüde azalır. Günahı çok olan bazı kimseler, tevbe kapısı açık olsa da tevbe etmek kendilerine nasip olmayabilir. Bu konuda dikkatlerinizi iki rivayete çekiyoruz:

Birincisi İmam Sâdık’tan (a.s) nakledilen, kasıtlı olarak mümin birini öldüren kimse hakkında sorulduğunda İmam’ın (a.s), onun tevbesinin kabul olmayacağı konusuna girmeden: “Böyle biri (günahının büyüklüğünden dolayı) tevbe etmeye muvaffak olmayacaktır.” [22] diye buyurduğu rivayettir.

İkincisi de Emiru’l-Muminin’den (a.s) nakledilen rivayettir. İmam (a.s) orada şöyle buyuruyor:

“İmanlı kimsenin 40 savunma kalkanı vardır, melekler de onu kanatlarıyla korumaktadırlar. Ne zaman büyük günah işlense o kalkanlardan biri düşer. Böyle devam ederse iş öyle bir yere gelir ki, her türlü günahı işler ve bununla iftihar da eder! Sonunda ise biz Ehl-i Beyt’in düşmanı kesilir!”[23]

Hatırlatmak gerekir ki, küçük günahta da ısrar edilirse bu ısrar onu büyük günaha çevirir.[24] Bu durumda büyük günah işleyen ve onda ısrar edenin akıbetinin ne olacağını söylemeye de gerek yoktur herhalde.

4- Rivayetlerde iman ve velayetin temel, amelin ise onun kolu olduğu belirtilmiştir. Bu doğrudur ve usul mantığına uygundur, ancak ondan yanlış bir mana çıkarılmamalıdır. Şu iki rivayete dikkat edin:

-Muhammed bin Marid diyor ki: “İmam Sâdık’a (a.s) “İmanın varsa istediğini yapabilirsin.” dediğinizi duydum doğru mu?”[25] diye arzettiğimde İmam (a.s) bunu teyit etti. Ben şaşırarak “İmanlı kimse hatta zina edip, hırsızlık yapıp şarap içse de mi?” diye yeniden sorduğumda “İnna lillah ve inna ileyhi raciun” diye buyurdu

. “Benim sözümden böyle bir şey çıkarmak çok insafsızlıktır. Bizler (Masum İmamlar) her amelimizden sorumlu olduğumuz halde Şiilerimiz hiç bir şeyden sorumlu olmasınlar mı? Benim bu sözümün manası şudur: İmanın olursa, ister küçük olsun, ister büyük, güzel amelden istediğini yap. Zira (imanın olduğunu varsayarsak) Allah amelini kabul edecektir.” [26]

-Bir başka rivayet şöyledir:

“Ali’yi sevmek güzel ameldir; bu sevgiyle hiç bir günah insana zarar vermez.” [27]

Önceki rivayetlerde olduğu gibi bu tür rivayetlerden de, Şii her türlü günahı işleyebilir, şeklinde yanlış sonuç çıkarılabilir. Ne var ki, Ehl-i Beyt’i (a.s) sevmenin, ister dünyada olsun, ister ahirette, Şiilere fayda sağlayacağına, onlara yardımcı olacağına ve büyük günahlar için aracı olup şefaat edeceklerine inansak da bu, kesinlikle yukarıdaki şiirden anlaşılan şey olmayacaktır. Şairin mübalağa yaptığını söylersek yanlış söylemiş olmayız. Zira Ali’yi seven kimse sorumsuz ve dininin düsturlarına bağlı olmayan biri olamaz. Evet, böyle biri de başkaları gibi yaşamında hatalara düşebilir. Ama Allah ve velilerini sevdiği için Onlar kendisine darılmasınlar diye[28] başka günah işlemez, Ehl-i Beyt’e olan iman ve sevgisi yalan bir slogandan ibaret olmasın diye hemen tevbe eder ve telafi yoluna gider.

5- Bazı rivayetler insanı umutlandırıyor, bazıları da endişelendiriyorsa bunun nedeni, ne imanlı insanlara her türlü günahı işleme izni verilmesinde, ne de eğer günah işlemişse Allah’ın geniş rahmetinden ümitsizliğe düşmesinin istenmesindendir.

İmanlı bir kimse Allah’ın affına ümitli olmalıdır. Çünkü Allah affedeceğine dair vaat vermiş ve herkese (mümin olmayanlara da) tevbe kapısını açık tutmuştur. Ayrıca insan güzel ameller yaparsa onun geçmişte yaptığı yanlış amelleri telafi edeceğini de (Tekfir=Örtme) vurgulamaktadır.[29]

Kaldı ki, insan günahkâr olarak ölebilir veya günahlarının çokluğundan dolayı ömrünün sonuna kadar tevbe etmek nasip olmadığından imanını kaybedebilir ve sonuçta Peygamber’in (s.a.a) ve Masumların (a.s) şefaatine nail olmayabilir. Yine bazı günahlar ve kötü davranışlar veya daha önce yapılan güzel amellerin yokolmasına veya etkisiz hale gelmesine neden olan imanın zayıflaması ve yok olması ihtimalinden dolayı (tedbir)[30], imanlılar da endişe duyabileceklerdir. Bu yüzden manevî yaşamda hem ümit içinde olunmalı hem de endişeli ve bu iki kanatla güzel bir şekilde hedefe doğru yol alınmalıdır.

–—


[1]     Mürcie’nin söz konusu âyetini delil diye getirmesi ve onun reddi hakkında bkz. Tayyib, Seyyid Abdulhüseyin, Atyebu’l-Kur’an fi Tefsiri’l-Kur’an, c. 1, s. 258-259, İntişarat-ı İslam, Tahran, h.ş. 1378.

[2]     Kuleynî, Muhammed b. Yakup, el-Kâfi, c. 2, s. 409, H.1, Daru’l-Kutubi’l-İslamiyye, Tahran, h.ş. 1365.

[3]     “Hüküm ancak Allah’ındır.” (En’am/57; Yusuf/40 ve 67)

[4]     Daha fazla bilgi için bkz. Mekarim Şirazî, Nâsır, Tefsir-i Numûne, c. 9, s. 418-419, Daru’l-Kutubi’l-İslamiyye, Tahran, h.ş. 1374.

[5]     Haricilerin itikatlarını çürütme konusunda birçok rivayet vardır. Örneğin Biharu’l-Envar, c. 33, s. 421, 25. Bâb, Müessessetu’- Vefa, Beyrut, h.k. 1404.

[6]     Nehcu’l-Belağa, s. 94, 61. Hutbe, İntişarat-ı Daru’l-Hicret, Kum, Tarihsiz.

[7]     Bu deyim, Mutezile’nin “Ne cebir var, ne de ihtiyar” görüşünde de kullanılmış ve Şiiler de onu teyit etmiştir ama ileride de göreceğimiz gibi, Şia bu deyimi büyük günah işleyen müminin konumu hususunda kabul etmemektedir.

[8]     Kuleynî, Muhammed b. Yakup, el-Kafi, c. 2, s. 24-25, H.4.

[9]     Muğniye, Muhammed Cevad, Tefsir-i Kaşif, c. 1, s. 139 (Şerh-i Tecrit’ten naklen), Daru’l-Kutubi’l-İslamiyye, Tahran, h.k. 1424.

[10]    Bakara/192 ve 225, En’am/147, A’raf/156, Mümin/7, Nuh/10 vb. Bu âyetlerin bazılarında mümin olmayanların da günahlarının bağışlanacağı belirtilmiştir.

[11]    İsra, 25.

[12]    İmam Sâdık’ın (a.s) “Biz büyük günah işleyenlere şefaat edeceğiz ama gerçek manada tevbe edenler iyilerden olup bizim şefaatimize de ihtiyaçları olmayacaktır.” diye buyurduğu rivayet edilmiştir. (Hürr Âmulî, Muhammed b. el-Hasan, Vesailu’ş-Şia, c. 15, s. 334, H.20669, Müesseset-u Alu’l-Beyt, Kum, h.k. 1409.)

[13]    Nisa/48 ve 116.

[14]    el-Kâfi, c. 2, s .284, H.18.

[15]    “De ki: Ey nefislerine uyup hadden aşırı hareket eden kullarım, Allah rahmetinden ümit kesmeyin; şüphe yok ki Allah, bütün suçları örter, şüphe yok ki o, suçları örter, rahimdir.” (Zümer/53)

[16]    Nehcu’l-Belağa, s. 255, 176. Hutbe.

[17]    Usul-u Kâfi, c. 2, s. 284-285, H. 21 örneğinde olduğu gibi Şia’nın İmamlarından (a.s) gelen, büyük günahı olanların iman diaresinden çıktıkları hususundaki rivayetler, iman derecelerinin düşmesi demektir, yoksa tam olarak imandan çıkmak manasına gelmez.

[18]    Vesailu’ş-Şia, c. 18, s. 313-318, 11. Bâbdaki rivayetlere bakınız.

[19]    a.g.e, c. 27, s. 391, H. 34032.

[20]    a.g.e, c. 25, s. 312, H. 31987.

[21]    a.g.e, c. 15, s. 338, H. 20683.

[22]    a.g.e, c. 29, s. 32, H. 35077.

[23]    Kuleynî, Muhammed b. Yakup, el-Kafi, c. 2, s. 279, H. 9.

[24]    Vesailu’ş-Şia, c. 15, s. 337-338, H. 20681.

[25]    Rivayetin diğer kısımlarına baktığımızda sanki ravi İmam’ın sözünü “İman sahibi olmakla istediğin günahı işleyebilirsin!” şeklinde anlamıştır.

[26]    Vesailu’ş-Şia, c. 1, s. 114-115, H. 287.

[27]    İhsaî, İbn Ebi Cumhur, Avali’l-Leali, c. 4, s. 86, H. 103, İntişarat-ı Seyyidu’ş-Şuheda, Kum, h.k. 1405.

[28]    Peygamberimiz’in (s.a.a) ve Masumların (a.s) imanlı insanların günahlarından dolayı onlardan rahatsız olup darıldıkları hususunda rivayetler vardır. Örnek olarak bkz.Vesailu’ş-Şia, c. 16, s. 107-108, H. 21105 vd.

[29]    Bakara/271, Âl-i İmran/195, Nisa/31, Maide/12 ve 65, Enfal/29, Ankebut/7, Zümer/35, Feth/5, Teğabun/9, Talak/5, Tahrim/8 vd.

[30]    Bakara/217, Maide/5 ve 53, En’am/88, Hud/16, Ahzab/19, Zümer/65, Hucurat/2 vd.