Fitneye karşı iki yaşındaki deve gibi ol; onun ne binilecek sırtı, ne de sağılacak memesi vardır. Nehc’ul Belağa, 1. hikmet İmam Ali (a.s)

Hz. Peygamber’in Şehadeti

Hz. Peygamber’in Şehadeti

Soru

Peygamber Efendimiz şehit mi oldu yoksa eceliyle mi vefat etti?

Kısa Cevap

Şia ve Ehl-i Sünnet’in hadis ve tarih kaynaklarında Peygamber’in (s.a.a), zehirlendiğinden dolayı şehit olduğunu teyit eden birçok delil vardır. Ama şu noktaya da dikkat etmek gerekir ki eğer şehitliği Kur’ân’ın tarif ettiği gibi, yani Allah ve Resulü yolunda öldürülmek şeklinde tarif edersek açıktır ki Peygamber’in şahsiyeti ve makamı, tabii bir yolla vefat etse bile şehitlerin, yani Allah’a itaat etme yolunda öldürülenlerin makamından mertebelerce üstün olacaktır.

Ayrıntılı Cevap

Konunun iki perspektiften değerlendirilmesi mümkün:

1- Acaba Ehl-i Sünnet ve Şia kitaplarında Peygamber’in şehit olduğuna işaret edecek güvenilir delil bulunabilinir mi? Ve bunun yanı sıra onun şahadeti nasıl gerçekleşmiştir?

2- Acaba “Peygamber şehit olmadı” görüşü kabul görürse Allah katında Peygamber’in (s.a.a) sahip olduğu makamdan ve O’na olan yakınlığından bir şey eksilir mi?

Bu nedenle konuyu bu iki perspektiften ele alıp incelemeye çalışacağız.

1- Birinci perspektif bağlamında şunu söylemek lazım: Peygamber’in (s.a.a) zehirlendiğinden dolayı şehit olduğunu teyit eden birçok delil var. Bu deliller ve rivayetler manevî tevatüre sahiptirler. Yani bu rivayetlerin sahip olduğu lafızlar ve vasıflar tamamen birbirine benzer olmasa bile, bir bütün olarak bu konuyu ispatlayabilir vaziyetteler. Şimdi her iki fırkanın kitaplarına dayanarak bu rivayetlerin bir kısmına işaret ediyoruz:

a) Şia Kitapları:

Birinci rivayet: İmam Sâdık (a.s) şöyle buyuruyor:

“Peygamber (s.a.a) koyunun ön ayağını (n üzerindeki eti) seviyordu. Yahudi bir kadın bunu işitince Peygamber’i onunla zehirledi.” [1]

Bu rivayette Peygamber’in (s.a.a) zehirlendiğine tasrih edilmiş, ancak bu zehirin etkisinden dolayı şehit olduğuna değinilmemiştir.

İkinci rivayet: İmam Sâdık (a.s) şöyle buyurmuşlardır:

“Peygamber (s.a.a) hayber savaşında zehirlendi. Vefatı esnasında şöyle buyurdu: ‘O gün hayberde yediğim lokma şimdi bedenimin organlarını yok etmiş durumda. Hiç bir peygamber ve peygamber halifesi şehit olmadan dünyadan gitmez.” [2]

Bu rivayette Peygamber’in zehirlendiğine ve bu zehirin göstermiş olduğu tesirden dolayı vefat ettiğini göstermekle birlikte, genel bir kurala işaret edilmektedir. O da şudur: Bütün Peygamber (s.a.a) ve onların vasileri şehadet ile dünyadan göçecektir. Yani bunların tabii ölümle ölmeyeceği vurgulanılıyor. Bu genel kaideyi destekleyen[3] başka rivayetler de vardır. Şia’nın birçok düşünürü, bu genel asla dayanarak her bir Masum’un vefatının nasıl gerçekleştiğini bir bir araştırma gereği hissetmemişlerdir.[4] Buna binaen Peygamber’in (s.a.a) şehit olduğuna kesin bir delil olmasa bile onun vefatının tabii olmadığına inanabiliriz.

b) Ehl-i Sünnet Kitapları:

Peygamber’in (s.a.a) şehit olduğuna inananlar sadece Şialar değildir. Ehl-i Sünnet’in sihah ve diğer kaynakları da bu konuyu teyit eden birçok rivayet içermektedir. Örnek olarak bir kaçına işaret ediyoruz:

Birinci rivayet: Ehl-i Sünnet’in en muteber kitabında şöyle nakledilmiştir: Peygamber (s.a.a), vefatıyla sonuçlanan hastalık esnasında hanımı Aişe’ye hitaben şöyle buyuruyor:

“Hayber’de yediğim zehirli yemekten kaynaklanan acıyı bedenimde sürekli hissediyordum. Herhalde şimdi onun tesiriyle öleceğim zaman gelmiştir.”[5]

Bu konunun aynısı Sünen-i Daremî’de de beyan edilmiştir. Bu kitapta bunun yanı sıra Peygamber’in (s.a.a) bazı sahabesinin de bu yemeğin zehiriyle şehit olduğuna işaret edilmiştir.[6]

İkinci Rivayet: Ahmet b. Hanbel Müsned’inde şöyle anlatıyor: “Oğlu Peygamber (s.a.a) ile birlikte zehirli yemekten yediğinden dolayı şehit olan Ümmü Mübbeşir adında bir kadın Peygamber’in hastalığında ziyaretine geldi ve şöyle dedi: Büyük ihtimalle senin hastalığının nedeni, benim oğlumun da şahadetine neden olan o zehirli yemektir. Peygamber (s.a.a) cevaben şöyle buyuruyor:

“Bende hastalığıma neden olan şeyin bu olduğunu düşünüyorum. Başka bir şeye ihtimal vermiyorum. Sanki beni öldüreceği zaman gelmiştir.”[7]

Merhum Meclisî de yaklaşık buna benzer bir rivayeti beyan etmiştir. Bu nedenden dolayıdır ki, Müslümanlar Peygamber’e hediye edilen nübüvvet faziletinin yanı sıra şehadet gibi bir nimete de nail olduğuna inanırlar.[8]

Üçüncü Rivayet: Müslümanların en eski tarihçilerinden olan Muhammed b. Sad Peygamber’in (s.a.a) zehirlenme olayını şöyle naklediyor:

“Peygamber (s.a.a) Hayberi fethedip durum normale döndükten sonra, savaşta öldürülen Marhab’ın kardeşinin kızı Zeyneb, insanlara Peygamber (s.a.a) koyunun neresini seviyor diye soruyor. Koyunun ön ayağının üzerindeki eti seviyor diye cevap veriyorlar. Bu cevabı aldıktan sonra gidip bir koyunu alıp kesiyor, parçalıyor ve zehirlerin çeşitleri hakkında Yahudilerle meşveret ediyor. Herkesin kabul ettiği öldürücü dozu koyunun etinin her tarafına, ama özellikle Peygamber’in sevdiği kısma sürüyor. Peygamber (s.a.a) güneş battıktan sonra akşam namazını cemaatle kılıyor ve artık dönmek üzere iken o Yahudi kadının yolunun üzerinde oturup beklediğini görüyor. Burada oturmasının nedenini soruyor? Kadın, size bir hediye getirmişim diye cevap veriyor. Peygamber (s.a.a) hediyeyi kabul edip ashabıyla koyunu yemeye koyuluyorlar. Peygamber (s.a.a) az bir zaman sonra ashabına seslenerek ellerini koyundan çekmelerini, koyunun zehirli olduğunu söylüyor.” Kitabın yazarı olayı naklettikten sonra Peygamber’in (s.a.a) şahadetine neden olan şeyin bu zehir olduğu neticesine varıyor.[9]

Bu konuda Şia ve Ehl-i Sünnet kitaplarında nakledilen rivayetlerin bütününden, Peygamber’in (s.a.a) şahadetine neden olan şeyin bu zehirlenme olayı olduğu iddia edilebilir ve bu görüşü güçlendirmek mümkündür. İttifaka yakın olan bu rivayetlerde, Peygamber’in (s.a.a) Hayber savaşında Yahudi bir kadın tarafından zehirlendiği beyan edilmiştir.

Elbette zayıf olan başka rivayetler de vardır; Peygamber’in (s.a.a) şahadetini başka bir şekilde olduğunu söylemektedirler. Ancak bu türden olan rivayetler muteber kitaplarda bulunmamaktadır. Bu nedenle bunlara istinat edilemez.

2- Ama bütün bunlara rağmen şu noktayı bilmek gerekir ki, Peygamber’in (s.a.a) şehadet konusu usul-i din veya dinin gerekliliğinden değildir. Dolayısıyla ona inanmak vacip değil ve onun inkârı da insanın küfrüne neden olmaz. Bu nedenle azda olsa bir kısım Müslümanlar Peygamber’in (s.a.a) şehit olduğunda şek etmiş ve vefatını tabii nedenlere bağlamışlardır. Zatu’l-cenb (göğüs yanı) hastalığı veya şiddetli ateş ve baş ağrısı gibi hastalıkların tesiriyle vefat ettiğini söyleyenler de vardır.[10] Oysa Peygamber’in (s.a.a) kendisi bu tür hastalıklardan hiçbirine müptela olmayacağını buyurmuştu.[11]

Ama her halükarda ilahi ve yüce olan bu Peygamber, ister şehadet nimetine nail olmuş olsun, ister tabii ve doğal nedenlerden dolayı dünyadan göçmüş olsun bilmeliyiz ki onun makamı şehitlerin makamından çok çok üstündür. Zira Yüce Allah Kur’ân-ı Kerim’in Nisa Suresinin 69. ayetinde peygamberlerin makamının şehitlerin makamından daha üstün olduğunu beyan etmektedir:

“Kim Allah’a ve Peygamber’e itaat ederse, işte onlar, Allah’ın kendilerine nimet verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle ve iyi kimselerle birliktedirler. Bunlar ne güzel arkadaştır.”

Ayrıca şehitler Allah’ın ve Resulü’nün yoluna tabi oldukları için canlarını feda etmişlerdir. Eğer Yüce Allah şehitlerin sonsuz sevap ve rahmete layık olmalarını, peygamberleri takip edip onlara tabi olmalarına bağlamışsa çok açıktır ki uğrunda canlarını vermiş olan peygamberlerin makamı onlarınkinden çok çok daha üstündür. Buna binaen Peygamber’imizin (s.a.a) çok çok daha yüce ve yüksek makamlara sahip olduğu kesindir.

–—


[1]     Kuleynî, Muhammed b. Yakup, el-Kâfi, Tahran, Daru’l-Kutubi’l-İslamiyye, h.ş. 1365, c. 6, s. 315, hadis no: 3.

[2]     Saffar, Muhammed b. Hüseyin b. Furuh, Besairu’d-Derecat, Kum, Kitaphane-i Ayetullah Meraşi, c. 1, s. 503.

[3]     Meclisî, Muhammed Bâkır, Biharu’l-Envar, Beyrut, Müesesetu’l-Vefa, h.k. 1404, c. 27, s. 216, hadis no: 18, c. 44, s. 271 hadis no: 4.

[4]     a.g.e, c. 27, s. 209, hadis no: 7.

[5]     Buharî, Sahihu’l-Buharî, Beyrut, Daru’l-Fikr, h.k. 1401, c. 5, s. 137.

[6]     Sünenu’d-Daremî, Dımeşk, Mektebetu’l-İtidal, c. 1, s. 33.

[7]     Ahmet b. Hanbel, Müsned, Beyrut, Daru’s-Sadr, c. 6, s. 18.

[8]     Meclisî, Muhammed Bâkır, Biharu’l-Envar, Beyrut, Müesesetu’l-Vefa, h.k. 1404, c. 21, s. 7.

[9]     Muhammed b. Sad, et-Tabakatu’l-Kubra, Beyrut, Daru’s-Sadr, c. 2, s. 201-202.

[10]    İbn Ebu’l-Hadid, Şerh-i Nehcü’l-Belağa, Kum, Kitaphane-i Ayetullah Maraşi, h.k. 1404, c. 10, s. 266.

[11]    a.g.e, c. 13, s. 31; Kuleynî, Muhammed b. Yakup, el-Kafi, c. 8, s. 193, hadis no: 229.