Allah Resulü (s.a.a) hiçbir zaman, geçen hiçbir iş hususunda, “Keşke bundan başkası olsaydı demezdi. Tenbih’ul Havatir, 2/185 İmam Cafer-i Sadık (a.s)

Yarım Kalmış Bir Sevda…

Yarım Kalmış Bir Sevda…

 

Bugün güneş bir kez daha doğdu kan ağlayarak senin yokluğunda… Bir kez daha rüzgar seni çağırdı kimsenin duyamayacağı bir fısıltıyla ve senin yokluğunda bulutlar bile dile geldi, insanlara anlatmak istediği ama başaramadığı için boşandığı gözyaşlarıyla… Her şey bu kadar mı manadan yoksun kalabilirdi bir anda? Bu kadar mı çabuk dolabilirdi dünya hüzünle sensizliğinde? Sana özlemini anlatmak için bu kadar mı dile gelebilirdi âlem canlı-cansız her varlığıyla?

Evet, gerçekten de her defasında seni yâd ediyordu âlem vaveylâ ederek. Her karanlık sensiz daha zifiri, her ıstırap sensiz daha çekilmez bir hâl alıyordu… Dünya sensiz daha anlamsız, tebessümler sensiz daha riya dolu olmuştu bir anda. Çünkü sen âlemi anlamlandıran manaydın; çünkü değerler ancak seninle değer kazanmışlardı öncülüğünü ettiğin yolda. Dünya senin gibi bir güzeli tanımıştı Mecnun'un Leyla'sındaki anlatamadığı edasını. Gamlar seninle unutulup, açılan yareler seninle sarılmıştı…

Her zerre seni çağırırken feryadı figan ederek, ben de eşlik ettim her zerrenin yanıp yakıldığı hasret ateşine. Ben de hüzünlendim, ben de düşündükçe kavruldum sensizliğin ateşinde… Belki seni görmek, seninle konuşmak nasip olmamıştı, ama hakkında geçiştirilerek anlatılan birkaç cümle bile yetmişti bana, seni ve seni sen yapan değerlerini anlamaya. Hakikaten ender bulunur bir hazineydin sen; tadı baldan tatlı Kevser Havuzu olmayı lâyıkıyla hak etmiştin gerçekten… Dünya bir daha dönemeyecekti seninle, güneş bir daha doğamayacaktı senin gibi bir edep abidesi üzerine. Çünkü kadınlar, bir daha sahip olamayacaklardı senin gibi körden bile saklanacak bir edebe. Ne namahremlerle araya koyduğun perdeyi kaale alan olacaktı, ne de seni Seyyidet-ü Nisai'l-Âlemin yapan ahlâkî erdemlerini…

Artık kimse senin gibi olamıyor ya Zehra! Artık kimse utanmıyor, kimse senin gibi kaygısını çekmiyor, cansız bedeninin dahi belirecek olan vücut uzuvlarının… Kimse sevinmiyor senin gibi, cesedi bile tebessüm edecek kadar kendisini namahrem gözlerden koruyacak olan tabutu için. Artık saramıyor analar yavrularını, senin Hasan ile Hüseyn'ini bağrına bastığın gibi. Hiçbir Müslüman düşünemiyor artık senin gibi, kendi derdinden önce kardeşininkini. Artık yavrularını tağutun yayıldığı yeşil sarayları yıkacak kadar yetiştiren dudaklar yok. Hiçbir Ali basamıyor bağrına, Ali'nin (a.s) seni defnederken bağrına bastığı gibi… Zaten Ali'n de, Ali olmanın çabasını verenler de yok artık, dünyamızda eskisi gibi.

Gel de gör, ey derdimi anlattığım gecelerde, zifiri karanlıklarımı bile aydınlatan nur! Böyle mi olacaktı senin yolcuların? Böyle mi olacaktı davanın sevdalıları?… Fatıma olma yolu hep böyle ıssız mı kalacaktı?

Şimdi seni daha iyi anlıyorum… Şimdi seni yaralayanın kapının arkasındaki çivi, koluna gelen kamçı darbeleri olmadığını daha iyi biliyorum. Seni kamçıdan da, çividen de daha çok yaralayan, canını acıtan elleri, dilleri, yürekleri şimdi daha iyi görebiliyorum.

Ey kalpleri sevgisiyle aydınlatan Seyyide, ey yolları anıldığı zaman adıyla açan Zehra, ey cehennem kapılarını yüzlere kapattıran Fatıma… Ey sevgisiyle hasta gönüllere şifa veren, ey bizler için cennetten âleme göç eden! Sen, Yaratan'ın eliyle aşıklara aşkı tattırdığı habibesisin…

Gel de, gönül senin gibi bir güzeli bir daha görsün. Gel de, âlem seninle ve seni sen yapan davanla bir daha şereflensin.