Allah’ı sizlere verdiği nimetler için, beni, Allah’ı sevdiğiniz için ve Ehl-i Beyt’imi de benim için sevin. İlel’uş-Şerayi’, 140/3 Hz. Muhammed (s.a.a)

Kan Renginde Bir Bahar

Kan Renginde Bir Bahar

 

Pencereden baktığımda dışarıda ağaçların üzerine yağmış dün geceki karın, ağaçları bir gelin gibi süslediğini görüyorum.

Bembeyaz giysiler giymiş, en usta ressamları bile kıskandıracak bir manzaraydı bu.

Saatlerce oturup bu manzarayı seyretmek istiyorum.

Soğuk bir kış günü, sadece bacalardan tüten dumanlar etrafımda insanların var olduğunu anımsatıyordu bana.

Gökyüzü kuşlardan ve güneşten yoksundu. Sanki surat asıyordu bizlere. Dışarı çıkasım gelmiyordu, hep sobanın ısıttığı küçük odamda kalıp dışarıyı seyretmek istiyordum.

Dışarı çıksam da farklı bir renk göremezdim ki! Yeşil ağaçlar yoktu, rengarenk kır çiçekleri ve bahçemdeki türlü türlü, renk renk gülleri göremezdim.

Daldan dala konan ve cıvıldaşan kuşlar da yoktu manzaramda.

Çok garip duygular yaşar insan böyle durumlarda. Hüzünler çöker kalbine ve umut çiçeklerini bir bir soldurur zemheri soğuklar gibi.

Ölümü bekler gibi olursun bu seyrettiğin harika manzara karşısında. Yalnızlığınla baş başa kalır, doğadaki tüm güzelliklerin solduğu gibi solarsın, donakalırsın kendi içinde, tıpkı dışarıda donan manzara gibi.

Çok güzel manzara olsa da, donmuş bir manzara değil mi? Tıpkı beton duvara asılmış kış mevsimi tablosu gibi.

Bu manzarayı biraz seyrettikten sonra farkına vardım donuk oluşunun.

Ölüm de böyle olsa gerek! Hareketsiz ve renksiz, soğuk ve donuk.

Bir gün gökyüzünde doğan güneşi gördüm, ölüme meydan okuyordu, tüm varlığıyla gönlünden fışkıran volkanları donuk hayatın üzerine saçıyordu.

Karanlık bulutları parçalamış, inzivada yaşamaya, bencil kalmaya sırtını çevirmiş, yaşatmaya ve ısıtmaya başlamıştı.

Ağaçların dallarından vuslat ve sevgi gözyaşları akıyordu. Gözyaşları birleşip gönül pınarlarına dönüşüyordu.

Penceremdeki manzara her gün değişiyordu artık.

Bembeyaz ağaçlar farklı renklere dönüşüyordu. Her geçen gün farklı renk tonlarıyla hareket ve sevinç getiriyordu. Gökyüzü gülümsüyordu, kuşlar pencereme konmaya başlamıştı.

Ölümden hayat doğuyordu, soğuktan sevgi, karanlık gecelerin karamsarlığından umut ve neşe.

Bahar gelmişti!

Her tarafı aydınlıktı gündüzün, baykuşun karamsarlık türkülerinin sonu gelmişti. Sonsuzluk, kelebeklerin kanatlarıyla uçuyor, sevgi ve umut şarkıları bülbüllerin gagasında besteleniyordu. Umutsuz gönülleri umut pınarlarına taşıyor, vefa testilerini elest kadehiyle dolduruyordu.

Şem'in üşüyen ve titreyen alevine pervaneler can veriyordu, onu bu yorgun ve bitkinlikten kurtarsın diye; kurtarsın ki aşk uğruna eriyebilsin. Gecenin karanlığını şem ve pervane yırtıyordu ki aşkın kıtlık çekildiği ülkelere aşk dersi öğretsin; biri yanarak, diğeri aşk elinden eriyerek tüm canlılara aşk özleminin selâmını ulaştırsın.

"Aşktan yoksun olanın daha büyük hüsranı ne olabilir ki?"

Bu manzara karşısında, gündüzleri satın alıp lahzaları öldürmüştüm. Kimsesizlik diyarında onu bulmaya çalıştım ki bana ab-ı hayat sunsun, sonsuz sevgiyle büyütsün, cünunla doldursun kalbimi. Öyle bir diyar ki aydınlık olsun, sabırla yoğursun beni ve divanelik yeşertsin; yeşertsin ki içimdeki sonsuzluğu ezberden okuyabileyim.

Evet, bahar gelmişti ve sevgilinin kokusu!

Bu bahar gecesinde bülbüller tek bir ağızdan aşk şarkıları okuyordu. Ancak, sadece bülbüle mahrem olanlar duyabiliyordu onları.

Mahrem olmak gerek tüm sırlara ki, bülbülün hazin aşkını anlayabilelim.

Baharla gelen öğretim mevsiminde, biz sevgi okulunu, aşk sınıfını seçtik; üzüm ağacını sınıfımıza tahta yaptık. Hep onun sinesine yazıyorduk lâle, bülbül ve aşk hikâyelerini. O ah bile çekmiyordu. Aşk elinden akan gözyaşlarını sessizce üzüme akıttı, üzümlerden nice kadehler dolup sâki eliyle meyhanelerde dağıtıldı. Böylece donuk seccadelerden özlem dolu isyan sesleri yükseldi. Bu isyan, pervane olup şem etrafına dönerek baharı, hayatı ve umudu müjdeledi.

… Ve şimdi ben bir söz arıyorum farklı bir selâmla. Farklı bir şarkı ezberliyorum, bugüne dek söylemediğim.

Ve bir namazın tekbirini alıyorum ki bu saate kadar kılmamıştım. Bu, meyhane ve aşk namazıdır.

Bilmem, bu gecenin ismini kime sordum? Kunut tutarken avcumda oklar gördüm ki, elime tutuşturulan aşkın rengini akıtıyordu ellerimden. Misk ve amber kokusu vardı elimde. Vuslat saatleri boyunca kokladım ve öptüm. Dünlere elveda deyip yarınlarda sevgilinin yüzünü gönül sayfasına nakşedecek kalemimin damarlarına ab-ı hayat akıttım. Çünkü ben zemzemden geliyorum, orada ab-ı hayat verdiler bana.

Hayat bir ayettir, bir emanettir bana, kimsesizler diyarından geçip güneşe ulaşan. Ben artık güneşe bakıyorum; o hayat verdi, o baharı getirdi, o mest etti beni.

Renk renk çiçekler ve güller sevgilinin dudaklarından dökülen tebessüm ayetleri oldu.

Kararsız bülbüllerin şarkıları sevgilinin sözlerini tefsir etti. Uçsuz bucaksız sahralar ve çöller, engin gönüllerin açılışını müjdeliyordu.

Dağlar isyan ve sabır marşları haykırıyor. Irmaklar hareketin bereketini kulaklara fısıldarken, bulutlar rahmet yağmurlarıyla ıslatıyor kurak dudakları ve dökülür dudaklardan sevgi ve aşk nağmeleri sure sure.

Nereye baksam ölümün eceli gelmişti. Hayat filizleri yeşeriyordu artık.

Ancak ne yazık ki kimi gönül ve gözler, namahrem gibi bakıyor bu manzaralara.

Baykuşlar çılgına dönmüş baharın gelişiyle. Nefret ve kin kusuyorlar toprağa. Sevgi tohumları yerine nefret bombaları atıyorlar taze çiçeklerin başına.

Çiçekler bu bahar kızıl renge bürünmüş kan kokuyor.

Kana susamış vampirler Dicle'nin, Fırat'ın rengini bozdu bu bahar. Fırat yine kan ağlıyor, Fırat'ın kıyılarında yine çocuklar ve insanlar ölüyor.

Fırat Hüseyn’e ve yarenine ağladığı gibi bugün yine ağlıyor.

Dicle'nin ağıtları bitmedi hâlâ akan mazlum kanına.

Yezid ve soyu hâlâ baharı öldürmekte ve çiçekleri soldurmakta, balkonunda yapay güller besleyerek.

Fırat'ın suyunu esirgeyip Şam harabesinde suyu sadaka olarak dağıtmaktadır.

Koparılmış gülleri, yeşil ve beyaz saraylarına taşıyarak baharı katletmeye çalışıyorlar. Halbuki baharın rengi ve kokusu tüm dünyayı sarmış artık.

Bahar'ı görmeyen inkârcılar ve Emevî soyu, bahar güneşinin sevgi sıcaklığıyla nasıl yok olacaklarından gaflet içindeler.

Kışın acımasız soğukları, Hüseyn baharının güllerini asla solduramadı ki. Mahrem olmak gerek, insan olmak gerek bunu görebilmek için.

Bahar ve Nevruzunuz kutlu olsun diyemiyorum, bahçemizde baykuşlar ötüşürken.

Tüm gönüller baharı yaşamadıkça "yeni gün" yeni gün sayılmayacağı için. Bir çiçekle baharın gelmeyeceğini anlatmak için.

"Bu baharımız kanlıdır, kutlu baharlar özlemiyle" diyorum.

 

"Aşk, her hicranı bahar vuslatına taşıyan bir meşaledir."

"Gecelerin kalıcı olmadığını güneş imzalamıştır."

"Doğup da hiç batmayan tek şey aşk güneşidir."

 

Minarelerinden yükselen aşk sesiyle uyanıp, zulmün vahşi bombalarıyla kana bulanan Iraklı gençlere ithaf ediyorum.