“Naklin afeti, yalan nakletmektir.” Gurer’ul-Hikem, 3947 İmam Ali (a.s)

Peygamberleri Tanımanın Yolları

56.  

İnsanoğlunun fıtratı, delil olmaksızın hiçbir iddiayı kabul etmemeyi gerektirmektedir. Dolayısıyla, delilsiz bir iddiayı kabul eden kimse insanî fıtratının aksine davranmış olur. Peygamberlik iddiası beşer için en büyük iddiadır ve doğal olarak böyle büyük bir iddiayı ispatlamak için sağlam ve kesin delilin sunulması gerekir. Bu delil aşağıdaki şu üç şeyden biri olabilir:

a) Peygamberliği kesin delillerle ispatlanan önceki peygamberin, sonraki peygamberin peygamberliğini bildirmesiyle. Nitekim Hz. İsa (a.s) son peygamberin peygamberliğini bildirmiş ve onun geleceğini müjdelemiştir.[1]

b) Çeşitli tanık ve belirtilerin, onun iddiasının doğruluğuna tanıklık etmesiyle.

Bu delilleri onun yaşam tarzı, davetinin içeriği, yanında yer alan kişiler ve yine onun davet metodundan anlamak mümkündür.

Günümüzde dünya mahkemeleri de hakla batılı ve suçluyla suçsuzu tanımak için bu yolu izlemekteler. Sadrı İslâm’da da bu metottan yararlanarak Resuli Ekrem’in (s.a.a) doğru söylediğini anlıyorlardı.[2]

c) Mucize göstermekle. Yani peygamberlik iddiasıyla birlikte, iddiasıyla uyum arz eden olağanüstü bir iş yaparak diğerlerini, benzerini yapmaya davet etmekle.

İlk iki yol genel olmadığı hâlde üçüncü yol geneldir ve peygamberlik tarihi boyunca insanoğlu, peygamberleri tanımak için bu yoldan yararlanmış ve peygamberler de iddialarını ispatlamak için bundan istifade etmişlerdir.

57.  

Mucize ve peygamberlik iddiasının doğruluğu arasında mantıklı bir ilişki vardır. Çünkü mucize gösteren kişi iddiasında doğru olursa, mesele kesinlikle ispatlanır ve eğer iddiasında, kullarını hidayet etmek isteyen hikmet sahibi Allah’a karşı yalan söylüyorsa, ona böyle bir gücü vermesi doğru olmaz. Çünkü insanlar böyle olağanüstü bir gücü görünce ona iman edip sözlerine uyarlar.

Sonuçta, eğer o kişi iddiasında yalancı ise, onları saptırır ve bu ise Allah’ın adalet ve hikmetiyle çelişmektedir. Bu mesele, daha önce bahsettiğimiz aklî iyilik ve kötülük kuralının dallarından biridir.

58.  

Peygamberlik iddiasıyla yapılan olağanüstü işe “mucize” denir; ancak bu olağanüstü işi, peygamberlik iddiasında bulunmayan salih bir kul yaparsa, buna da “kerâmet” denir. (Peygamberler dışında) yüce Allah’ın salih kullarının da olağanüstü işler yapabileceklerine Kur’ânı Kerim birkaç örnekte değinir:

Hz. Meryem’e gökten sofra inişi ve Hz. Süleyman’ın (a.s) seçkin dostlarından biri (Asaf b. Berhiya) aracılığıyla, Sebe’ kraliçesinin tahtının bir anda Yemen’den Filistin’e getirilmesidir. Hz. Meryem hakkında şöyle buyuruyor:

Zekeriyya, onun yanına, mabede her girdiğinde yanında bir rızık bulurdu. “Ey Meryem! Bu sana nereden?” derdi. (Meryem) “Bu, Allah katından.” derdi.[3]

Belkıs’ın tahtı hakkında ise şöyle buyuruyor:

Yanında Kitab’dan bir ilim bulunan kimse de, Sen gözünü açıp yummadan ben onu sana getirebilirim.[4]

59.  

Mucizeyle diğer olağanüstü şeyler arasındaki farklar özetle şunlardır:

a) Eğitim Görmemiş Olmak: Mucize gösteren kimse, hiçbir eğitim görmeden olağanüstü bir iş yapar; oysa diğer olağanüstü işleri yapmak, birtakım eğitim ve alıştırmaların ürünüdür.

Musa b. İmrân (a.s), gençlik döneminden sonra Mısır’a doğru hareket etti. Yolda peygamberliğe seçildi ve kendisine “Ey Musa! Asanı at.” diye hitap edildi. Asasını atınca ansızın bir ejderha oldu; öyle ki Musa’nın kendisi de korktu. Yine Hz. Musa’ya (a.s), “Elini koltuğunun altından dışarı çıkar.” diye hitap edildi; elini çıkarınca, ondan gözleri alıcı bir nur parlayıverdi.[5]

Fakat Hz. Süleyman’ın (a.s) dönemindeki sihirbazlar hakkında şöyle buyuruyor:

Şeytanlar insanlara büyü öğretiyorlardı… Bunlar, o ikisinden, erkekle karısının arasını açacak şeyler öğreniyorlardı…[6]

b) Mücadele Edilmez Olmak: Mucize, Allah Teâlâ’nın sonsuz gücünden kaynaklandığı için onunla mücadele edilmez; oysa cadı, büyü ve riyazet çekenlerin yapmış olduğu işler, beşerin sınırlı gücünden kaynaklandığı için onlarla mücadele edilebilir ve bir benzeri getirilebilir.

c) Sınırsız Oluş: Peygamberlerin mucizeleri bir veya iki şeyle sınırlı değildi; aksine aralarında ortak nokta bulunmayacak kadar çeşitlidir. Örneğin asayı atınca onun ejderhaya dönüşmesiyle, elini koltuk altından çıkarmakla parlak bir nura dönüşmesi arasında mukayese edilmeyecek kadar büyük bir fark vardır. Yine bu ikisiyle, asayı taşa vurması sonucu ondan su akması arasında da büyük bir fark vardır.[7] Yine bu üçüyle, asayı denize vurmak neticesinde denizin yarılması arasında da apayrı bir fark vardır.[8]

Hz. İsa’nın (a.s) da, çamurdan kuş yapıp ona üfürdükten sonra Allah’ın izniyle canlandığını görmekteyiz. Yine elini körlerin ve abraş hastalığına yakalananların yüzüne sürünce onlara şifa veriyor, ölüleri diriltiyor ve evlerde biriktirdikleri şeyleri bildiriyordu.[9]

d) Esasen, mucize veya keramet gösterenler hiç şüphesiz büyücüler ve olağanüstü şeyler yapan diğerleriyle hem hedef bakımından ve hem de ruhiyât açısından farklıdırlar. Birinci grup yüce hedefleri takip etmekteler; oysa ikinci grup dünyevî hedefler peşindeler ve doğal olarak bunların ruhiyâtı da farklıdır.


[1]– Saf, 6.

[2]– Bu kısa yolu Rum padişahı izlemiştir, Târîh-i Taberî, c.3, s.240; hicrî hicrîHicrî Altıncı Yıl Olayları.

[3]– Âl-i İmrân, 37

[4]– Neml, 40

[5]– Kasas, 31-32.

[6]– Neml, 40

[7]– Bakara, 60.

[8]– Şuarâ, 63.

[9]– Âli İmrân, 42.


Bu ürünü sepete eklediniz: