Dünya mutsuzların arzusu, ahiret ise mutluların zaferidir. Gurer’ul Hikem, 694-695 İmam Ali (a.s)

Tevessül

126.  

İnsanoğlunun hayatı, her birinin kendine has etkileri olan tabiî araç ve gereçlerden yararlanmak üzerine kurulmuştur. Hepimiz susayınca su içer ve acıkınca yemek yeriz. Çünkü etkilemede bağımsız olduklarını kabul etmediğimiz takdirde tabiî gereçler vasıtasıyla ihtiyaçları gidermek tevhidin özüdür. Kur’ânı Kerim, Zulkarneyn’in sed yapmak için halktan yardım istediğini vurgulamaktadır:

Siz bana (insan) güc(üy)le yardım edin de sizinle onlar (Ye’cûc ve Me’cûc) arasında sağlam bir engel yapayım.[1]

Şirki, “Allah’tan başkasına tevessül etmek” anlamında tefsir edenlerin görüşleri, mevcut araç ve vasıtaların kendiliklerinden bir asalet ve istiklâlleri olduğuna inanmamız durumunda doğrudur; oysa biz onları, Allah’ın izin ve iradesiyle bizi hedefe götürecek vesileler bildiğimiz durumda tevhit çizgisinden çıkmış olmayız ve esasen insanoğlunun hayatı ilk günden beri bu esas, yani mevcut araç ve gereçlerden yararlanma üzerine kurulmuş, bilim ve sanayi de bu doğrultuda ilerlemiş ve ilerlemektedir.

Zahiren tabiî vasıtalara tevessül etmek konusunda şüphe yoktur; asıl bahis konusu, insanoğlunun vahiy dışında tanıması mümkün olmayan gayri tabiî vasıtalardır. Kitab ve sünnette vesile olarak tanıtılan bir şeye tevessül etmek, tabiî şeylere tevessül etmek hükmündedir. Dolayısıyla, biz gayri tabiî vesilelere, ancak iki şeyi göz önünde bulundurarak dinî amaçla sarılabiliriz:

1- Kitab ve sünnet kanalıyla onun dünyevî veya uhrevî amaçlara ulaşmak için bir vasıta olduğu ispatlanınca;

2- Bu araç ve vasıtaların kendiliklerinden hiçbir asalet ve istiklâle sahip olduklarına inanmayıp onların Allah’ın izni ve iradesiyle etkilediklerini kabul edince.

Kur’ânı Kerim, bizleri manevî şeylerden yararlanmaya davet ederek şöyle buyuruyor:

Ey inananlar, Allah’tan korkun, O’na (yaklaşmağa) yol arayın ve O’nun yolunda cihat edin ki, kurtuluşa eresiniz.[2]

Dikkat edilmesi gerekir ki, vesile yaklaşma anlamında değil; aksine, Allah’a yaklaşma nedenidir ve bunlardan biri de ayette geçen Allah yolunda cihattır; aynı zamanda diğer şeyler de Allah’a yaklaşma vesilesi olabilirler.[3]

127.  

Bir önceki ilkede, tabiî ve gayri tabiî sebeplere tevessül etmenin (etkileme hususunda bunlara müstakil bir görünüm verilmemesi şartıyla) tevhidin bizzat kendisi olduğu ispatlandı. Şüphesiz farz ve müstehab ameller ve yine Allah için namaz, oruç, zekât, cihad vs. amelleri yapmak, bunların tümü insanı Allah Teâlâ’ya yaklaşmaktan ibaret olan hedefe ulaştıracak manevî vesilelerdir. İnsan bu amellerin sayesinde, kulluğun hakikatini bularak Allah’a yaklaşır. Fakat şuna da dikkat edilmesi gerekir ki, gayri tabiî vesileler, ibadetlerle sınırlı değildir; aksine Kitab ve sünnette, kendilerine tevessül edilmesi, duanın kabul olmasına neden olduğu belirtilen birtakım vesileler tanıtılmıştır; onlardan bazıları şöyledir:

1- Allah Teâlâ’nın Kitab ve sünnette geçen en güzel isim ve sıfatlarına tevessül etmek. Nitekim şöyle buyuruyor:

En güzel isimler Allah’ındır…[4]

Esma-i hüsna (en güzel isimler) Allah’a hastır; o hâlde onları vasıta kılarak Allah’a yakarın. Dualarda, Allah’ın isim ve sıfatlarına tevessül edilmesi emredilmiştir.

2- Allah’ın sâlih kullarının duasına tevessül etmek. Bunun en üstünü, kendisi hakkında Allah Teâlâ’ya dua etmeleri için Hz. Resuli Ekrem (s.a.a) ve Allah’ın has kullarına tevessül etmektir.

Kur’ânı Kerim, kendilerine zulmeden kimselere (günahkârlara) Hz. Resulullah’ın (s.a.a) huzuruna giderek, orada hem kendilerinin mağfiret dilemelerini ve hem de Peygamber’in (s.a.a) onlar için Allah’tan bağışlanma dilemesini emretmektedir. Bu durumda Allah’ı tövbeyi kabul eden ve şefkatli bulacaklarını müjdeliyor. Nitekim şöyle buyurmaktadır:

Eğer onlar, kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler; Allah’tan, günahlarını bağışlamasını isteseler ve Elçi de onların bağışlanmasını dileseydi, elbette Allah’ı affedici, merhametli bulurlardı.[5]

Başka bir ayette, “Neden Allah’tan kendilerine bağışlanma dilemesi için Hz. Resulullah’a (s.a.a) gitmeleri söylendiği zaman itaat etmiyorlar” diye münafıkları kınamaktadır. Nitekim şöyle buyuruyor:

Onlara, “Gelin, Allah’ı Resulü sizin için mağfiret dilesin.” dendiği zaman başlarını çevirirler ve onların, büyüklük taslayarak yüz çevirdiklerini görürsün.[6]

Bazı ayetlerden, geçmiş ümmetlerde de böyle bir gidişatın olduğu anlaşılıyor. Örneğin, Kur’ânı Kerim açık bir şekilde, Yakuboğulları’nın babalarından, günahları hakkında Allah’tan kendileri için bağışlanma dilemesini istediklerini ve Yakub’un (a.s) da onların bu isteğini kabul edip mağfiret dileyeceği vaadini verdiğini bildirmektedir:

(Oğulları,) “Ey babamız, bizim günahlarımızın bağışlanmasını dile. Gerçekten biz günah işledik.” dediler. (Babaları,) “Sizin için Rabbime istiğfar edeceğim.” dedi. “Şüphesiz O, bağışlayandır, esirgeyendir.”[7]

Burada şöyle bir eleştiriyle karşılaşabiliriz: Allah’ın salih kullarının duasına tevessül etmek, ancak kendisine tevessül edilen kişinin hayatta olması durumunda tevhidin özü (veya en azından etkili) sayılır; fakat peygamberler ve Allah’ın velilerinin hayatta olmadığı günümüzde onlara tevessül etmek nasıl etkili ve tevhidin özü olabilir?

Bu sorunun cevabında iki noktayı hatırlatmamız gerekiyor:

a) Hatta peygamber ve Allah’ın velilerine tevessül edebilmek için onların hayatta olmaları gerektiğini kabul edecek olsa bile, bu durumda Allah’ın peygamberlerine ve velilerine ölümlerinden sonra tevessül etmek şirk değil, sadece faydasız bir iş olacaktır; bu noktadan genellikle gaflet edilmekte, ölüm ve yaşamın tevhid ve şirkin sınırı olduğu sanılmaktadır! Oysa böyle bir şartın (insanların tevessül ettikleri peygamber ve velilerin hayatta olmalarının gerekliliği) kabul edilmesi durumunda, peygamber ve velinin hayatta olması, amelin tevhit ve şirke yönelik oluşunun değil, tevessülün faydalı ve faydasız oluşunun ölçüsüdür.

b) Tevessülün etkili ve yararlı olmasının iki şartı var:

1- Kendisine tevessül edilen kişinin ilim, şuur, güç ve kudret sahibi olması;

2- Tevessül edenlerle onun arasında ilişki ve bağlantı olması: Dünya âleminden göçen peygamberler ve Allah’ın velilerine yapılan tevessülde apaçık aklî ve naklî delillerle bu şartların her ikisi de (idrak ve şuur, onlarla aramızda ilişkinin olması) vardır.

Berzah hayatının varlığı, delillerine 105 ve 106. ilkede değindiğimiz ve de Kur’ânı Kerim ayetleri ve hadislerle onaylanan kesin konulardan biridir. Kur’ânı Kerim, apaçık bir şekilde Allah yolunda şehit olanların hayat ve yaşam hakkına sahip olduklarını vurgulamaktadır; o hâlde birçokları şehit de olan peygamberler ve Allah’ın has velileri kesinlikle daha üstün ve daha yüce bir hayata sahiptirler.

Allah’ın velileriyle aramızda ilişki olduğuna dair birçok deliller vardır; onlardan bazıları şöyledir:

1- Bütün Müslümanlar namazlarının sonunda Hz. Resul-i Ekrem’e (s.a.a) hitaben, “es-Selâmu aleyke eyyühe’n-nebiyyü ve rahmetullahi ve berekâtuh = selam olsun sana ey Peygamber; Allah’ın rahmet ve bereketleri senin üzerine olsun” demekteler; acaba Müslümanlar bu hareketleriyle “boş” ve “yararsız” bir şey mi yapıyorlar ve Hz. Resulullah (s.a.a) gerçekten onları duymuyor ve selamlarını almıyor mu?!

2- Bedir Savaşı’nda, Hz. Resuli Ekrem’in (s.a.a) emriyle müşriklerin cesetlerini bir kuyuya döktüler. Sonra o hazret onlarla konuşmaya başladı. Ashaptan birinin, “ölülerle mi konuşuyorsun?” diye sorması üzerine, “Siz onlardan daha iyi duymuyorsunuz” buyurdu.[8]

3- Hz. Resuli Ekrem (s.a.a) sürekli Baki Mezarlığı’na giderek oradaki ölülerin ruhlarına hitaben şöyle buyururdu: “Selâm olsun bu diyardaki mümin erkek ve kadınlara!” Bir rivayete göre de, “Selâm olsun size ey müminlerin yurdu!” buyuruyordu.[9]

4- Buhârî’nin Sahih kitabında şöyle yer almaktadır:

Resuli Ekrem (s.a.a) vefat ettiği gün, Ebû Bekir, Âişe’nin evine gitti. Sonra Resulullah’ın (s.a.v) cenazesine yaklaşıp yüzündeki bez parçasını kaldırarak o hazreti öpüp şöyle dedi: “Babam sana feda olsun ey Allah’ın Resulü! Allah senin için iki ölüm yazmamıştır; sana yazılmış olan ölüm gerçekleşti.”[10]

Eğer Peygamber efendimiz, berzah hayatında değildiyse ve onunla aramızda hiçbir şekilde bağlantı yoksa, o hâlde Ebû Bekir, nasıl “Ey Allah’ın Resulü!” diye o hazrete hitap etmiştir?!

5- Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s), Hz. Resuli Ekrem’e (s.a.a) gusül verince o hazrete hitaben şöyle dedi:

Babam anam feda olsun sana; ya Resulallah! Senden başkasının vefatıyla kesilmeyecek olan şey, peygamberlik, din haberleri, gökten gelen hükümler, senin vefatınla kesildigitti… Babam, anam fedâ olsun sana, Rabbinin katında bizi an; şefaat kanadını üzerimize ger.[11]

Son olarak, peygamberler ve Allah’ın velilerine tevessül etmenin, akaid kitaplarında detaylı bir şekilde açıklanan çeşitli şekilleri olduğunu hatırlatmakta da yarar vardır.


[1]– Kehf, 95

[2]– Mâide, 35

[3]– Râgıb, Müfredât‘ta, tevessül maddesinin altında şöyle diyor: Vesile bir şeye rağbetle sarılmaktır ve Allah’a vesile ve yol bulmanın gerçeği ise, ilim, ibadet ve şer’î değerlere uyarak O’nun yolunda hareket etmektir.

[4]– A’râf, 180

[5]– Nisâ, 64

[6]– Munâfikûn, 5

[7]– Yûsuf, 97-98

[8]Sahîh-i Buhârî, c.5, “Kutile Ebû Cehl” babı; Sîre-i İbn Hişâm, c.2, s.292 ve diğer kaynaklar.

[9]Sahîh-i Buhârî, c.2, “Mâ Yukalu İnde Duhûli’l-Kabr” babı.

[10]Sahîh-i Buhârî, c.2, Kitabu’l-Cenaiz, s.17.

[11]Nehcü’l-Belâğa, 235. hutbeden.


Bu ürünü sepete eklediniz: