Herhangi biriniz dua ettiğinde, duasını genelleştirsin (herkese dua etsin); zira bu icabet ve kabule daha yakındır. (El-Kafi, c.2, s.487) Hz. Muhammed (s.a.a)

Arş ve Kürsî’den Maksat

Arş ve Kürsî’den Maksat

Soru

Kur’an-ı Kerim âyetlerinde ve masumlardan nakledilen hadislerde arş ve kürsî kavramlarıyla çok kez karşılaşmaktayız. Bu iki kavramdan maksat nedir?

Kısa Cevap

Kur’an müfessirleri âyet ve rivayetlere dayanarak arş ve kürsî için değişik anlamlar ifade etmişlerdir. Bazıları arş ve kürsînin aynı anlamda iki farklı kelime olduğunu ve bundan maksadın kinaye yoluyla Allah’ın âlemi idare etmesi olduğunu söylemişlerdir. Fakat bazı âlimler ise şu anlamları söylemişlerdir:

1. Kürsîden maksat yüce Allah’ın ilmidir, yani Allah Teâlâ’nın ilmi, yeryüzü ve gökyüzünde bulunan her şeyi kapsamaktadır ve hiçbir şey onun bilgisi dışında değildir.

2. Arş ve kürsîden maksat yüce Allah’ın hükümranlığı ve âlemin idaresine olan hâkimiyetidir. Kürsî, Allah’ın madde âlemine olan hâkimiyeti örneğin yeryüzü, yıldızlar, gezegenler, samanyolları, arş ise Allah’ın madde ötesi âleme yani ruhlar ve melekler âlemine hâkimiyetidir.

3. Arş özel ve gerçek bir varlıktır, bundan maksat kesinlikle benzetme değildir. Kürsî ise yer ve gökyüzünden çok daha geniş olan ve her taraftan kuşatandır.

4. Arş bazı âyetlerde gerçek bir varlık manasında, bazı âyetlerde ise benzetme / kinaye anlamında kullanılmıştır.

Ayrıntılı Cevap

Arşın sözlük manası tahttır.[1] Arş, hükümdarların üzerinde oturdukları taht demektir. Bu kelime, kimi zaman kinaye yolu ile hükümdarlık makamı anlamında kullanılır. Ragıp İsfahanî el-Müfredat adlı eserinde bu kelime hakkında şu açıklamayı yapıyor:

“Arş” aslında üstü örtülü ve gölgelikli şey demektir. Çoğulu “urûş”tur. Bazılarına göre arş, en üstteki felek ve kürsî de yıldızlar feleğidir. Bu görüşü ileri sürenler, Peygamberimizin (s.a.a), “Yedi gök ve yedi yer, kürsîye nispetle uçsuz bucaksız bir çöle atılmış bir halka gibidir. Arşın yanında kürsî de öyledir.” şeklindeki hadisini delil göstermişlerdir.[2]

Öteden beri yerleşmiş olan geleneğe göre, toplumların önderleri, liderleri, hükümdarları özel oturma yerlerine sahiptirler. Bunlarla sıradan halktan ayrılırlar. Minderler ve koltuk yastıkları gibi. Bu ayrımcılık, sonunda sedirlerin ve tahtların icat edilmesine vardı, hükümdarlar için arş yapıldı ki bu, en yüce, en yüksek oturma yeridir ve hükümdarlara mahsustur. Böylece taht ve egemenlik birbirinden ayrılmaz oldu. Sonuçta, taht denince hemen akla egemenlik geldiği için taht (arş), egemenlik anlamını taşıyan ve saltanat makamını simgeleyen bir kelime oldu. Ülkenin yönetimi ile ilgili bütün yetkilerin dizginleri buraya varıp dayanır, burada birleşir.

Kürsî ise taht, ilim, mülk, Allah’ın kudreti ve onun idaresi anlamlarındadır.[3]

Kur’an-ı Kerim’de yeryüzü, gökyüzü ve bu ikisinin arasında bulunan varlıklar dışında, iki varlık için arş ve kürsî kavramları kullanılmıştır. Kur’an müfessirleri, bu iki kavramdan maksadın ne olduğu hususunda âyet ve rivayetlere dayanarak değişik görüşler ortaya koymuşlardır. Onlardan bazıları şöyledir:

Bir gurup âlime göre arş ve kürsî iki farklı kelimedir ama manaları birdir ve maksat kinaye yoluyla Allah’ın âlemi idare etmesi, her şeyin onun isteği ve izni doğrultusunda hareket etmesidir.[4]

Arş kelimesi Kur’an’da dört yerde taht manasında kullanılmıştır: Yusuf Sûresi 100 ve Nahl Sûresinin 23, 38, 42. âyetlerinde. Allah’ın arşı manasında ise 21 yerde geçmiştir ki genellikle istiare yapılmıştır. Nitekim arş kelimesi Kur’an’ın en önemli müteşabih âyetlerinden biridir. Bu âyetlerde gecen ilahi arştan maksadın ne olduğu hakkında ihtimaller şunlardır:

1. Arştan maksat Allah’ın saltanat ve âlemi idare makamıdır, bunu da özellikle âyetlerde arş kelimesinden sonra tedbir yahut ona benzer kelimelerin kullanılmasından anlamaktayız. Örneğin Yunus Sûresinin 3. âyetinde şöyle buyurulmuştur:

“Şüphesiz ki Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra da işleri yerli yerince idare ederek arşa istiva eden Allah’tır.”[5]

2. Bir diğer ihtimal ise, arştan maksadın gerçek ve özel bir varlık olduğudur. Nitekim Tevbe Sûresinin son âyetinde şöyle geçmiştir:

“O yüce Arş’ın sahibidir.”[6]

Görüldüğü gibi âyetin zahirinden de anlaşılan arşın bir varlık olduğu ve Allah’ın da onun rabbi olduğudur.

3. Arşın ne olduğu hakkında söylenen üçüncü açıklama; bu iki ihtimalin toplamıdır. Yani bazı âyetlerde arştan maksat gerçek bir varlıktır, bazı âyetlerde ise Allah’ın idaresi kinaye yoluyla kastedilmiştir.[7]

Allâme Tabatabâî arş hakkında şunları yazmaktadır: Arş, dışta olan hakikatlerden bir hakikattir. “Sonra arşa istiva etti” âyetinde yüce Allah’ın âlemin idaresini kapsadığı anlatıldığı gibi, bir diğer hakikat olan, âlemdeki tüm idare orada toplanmış ve her şey oradan kontrol edilmektedir gerçeğine de değinilmektedir. Ayrıca arşın hakiki bir varlık olduğu Muminun/7, Hakka/17 ve Zümer/74‘ten de anlaşılmaktadır.[8]

Masumlardan nakledilen bazı rivayetlerde, arşın gerçek bir varlık olduğu ve meleklerin de onu taşıdığı bildirilmektedir. İmam Sâdık’a (a.s) arş ve kürsînin ne olduğu soruldu, İmam şöyle buyurdular:

“Arşın birçok sıfat ve özelliği bulunmaktadır, Kur’an’ın hangi âyetinde arş kelimesi kullanılmışsa onunla alakalı olan sıfat kullanılmıştır. Örneğin “O, yüce Arş’ın sahibidir” âyetindeki yüce arştan maksat büyük ve yüce mülktür. “Rahman arşa istiva etti” âyetinden maksat da Allah’ın tüm mülküne ihata etmesi ve her şeyin niteliğini bilmesidir. Bu kelime kürsî ile birlikte kullanılacak olsa, kürsînin anlamının dışında bir anlam kazanacaktır. Zira arş ve kürsî gaybın iki büyük kapısıdır, ikisi de bizzat gaybdırlar ve gayb olmakta eşittirler. Şu farkla ki kürsî gaybın zâhirî kapısıdır; her şeyin oluşumu ve doğuşu o kapıdandır, lakin arş gaybın bâtınî kapısıdır yani oluşan varlıkların niteliğinin bilinmesi, sınır ve mekânlarının belirlenmesi, takdirleri, irade sıfatları ve tüm varlıkların başlangıcının-sonucunun bilinmesinin hepsi o kapıdandır.”[9]

Allah Resulünden (s.a.a) arş hakkında şöyle rivayet edilmiştir:

“Güneş, ay ve yıldızlar yüce Allah’ın arşının ışığından yaratılmışlardır.” [10]

Kürsîden maksadın ne olduğuna gelince:

Bu kelime Kur’an-ı Kerim’de sadece bir defa kullanılmıştır, Bakara Sûresinde şöyle buyruluyor:

“…O’nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır…”[11]

Bu ayete gecen kürsîden maksadın ne olduğu hakkında âlimlerin farklı görüşleri bulunmaktadır:

1.Kürsî, bölge ve hükümet demektir ki maksat Allah’ın hâkimiyetidir. Yani Allah her şeye hâkimdir, hiçbir şey onun hükümetinin ve hâkimiyetinin dışında değildir, dolayısıyla madde âleminde görülen her şey yüce Allah’ın kürsüsüdür.[12]

2. Kürsîden maksat Allah’ın bilgisinin ulaştığı yerlerdir. Yani Allah’ın bilgisi tüm yeryüzünü ve gökyüzünü kapsamaktadır, hiçbir şey onun bilgisinin dışında değildir.[13]

Bu görüş, İmam Sâdık’tan (a.s) nakledilen rivayet ile de uyuşmaktadır. İmam’a: “…O’nun kürsüsü gökleri ve yeri içine alır…” âyetinden maksat nedir, diye sorulduğunda şöyle buyurdu: “Yüce Allah’ın ilmidir.”[14]

Yine İmam Sâdık (a.s) kürsî hakkında şöyle buyurmuştur:

“Kürsî yüce Allah’ın özel ilmidir ki hiç kimse hatta peygamberler bile onun ne olduğunu bilmezler.”[15]

3. Kürsî tüm yeryüzü ve gökyüzünden daha büyük olan ve her şeyi içine alan özel bir varlıktır.

Numûne tefsirinin yazarına göre bu üç ihtimal birbiriyle çelişmemektedir ve her üçü de kabul edilebilir. Yani yüce Allah her şeyin hâkimi ve her şeyi bilendir.[16]

–—


[1]     Abdulkerim Safipur, Muntahal İrb, c. 3-4, Ayn harfi, s. 1716.

[2]     Ragıb İsfahanî, el-Müfredat, Arş kelimesi.

[3]     Abdulkerim Safipur, Muntahal İrb, c. 3/4, Kaf harfi, s. 1090

[4]     M.Taki Misbah, Maarif-i Kur’an, c. 1-3, s. 248.

[5]     Yunus, 3.

[6]     Tevbe, 129.

[7]     M.Taki Misbah, Maarif-i Kur’an, c. 1-3, s. 249-250.

[8]     Muradali Şems, Ba Allâme der el-Mizan, c. 2, s. 165-167.

[9]     Şeyh Saduk, Tevhid, c .1, s. 321-322.

[10]    ed-Durru’l-Mensur, c. 3, s. 477; Biharu’l-Envar, c. 55, s. 210.

[11]    Bakara, 255.

[12]    Tefsir-i Numûne, c. 2, s. 200-201.

[13]    el-Mizan, c. 2, s. 513.

[14]    et-Tevhid, s. 327.

[15]    Meaniu’l-Ahbar, c. 1, s. 29; Tefsir-i Burhan, c. 1, s. 240.

[16]    Tefsir-i Numûne, c. 2, s. 200-201.