İnatçı kimsenin görüşü ve düşüncesi yoktur. Gurer’ul-Hikem, 887 İmam Ali (a.s)

İnsanlığa Hizmet

İnsanlığa Hizmet

Soru

Bazen şöyle söylüyorlar: Edison elektriği bulmakla büyük bir hizmet sundu. Milyarlarca insan da o hizmetten yararlanmaktadır. Bir din adamının bir köşede Kur’ân okumasının veya fıkıh, felsefe yahut tefsir dersi vermesinin ise topluma ne gibi bir tesiri ve faydası vardır? Bazen de şöyle söylüyorlar: Bir din adamı oturup ders okuyor ve en fazla bir risale yazıyor. Bu nasıl hizmettir? Oysa örneğin Pastör insanlara ne kadar büyük hizmetler sundu. Onun yaptığı işle ne kadar hasta iyileşiyor. Buna benzer sözler çok söylenmektedir. Sizin bunun gibi sözlere verilecek cevabınız nedir?

Kısa Cevap

İlimlerin sınıflandırılmasında ilahi ilimler rütbe ve makam bakımından birinci mertebeye sahiptir. İlahi ilimler de şu anda ilim havzalarında okutulmakta olan ilimlerdir ve bu ilahi ilimlerden sonra diğer ilimlere sıra gelmektedir.

Bize göre din adamları, üniversite hocaları, öğretmenler ve sosyal bilimcilerin işleri, sadece maddi yönde işlevsel olan hizmetlerden daha da yüksektir (gerçi onların yaptığı işlerde kendi yerinde değerlidir). Zira insanların ruhsal ve manevî ihtiyaçları maddî ihtiyaçlarından önceliklidir. Din adamlarının işi halkın ve toplumun ruhsal ve manevî boyutunu yetiştirmektir. Eğer bir toplum, maddî açıdan kayda değer ilerleme sağlar ama ahlak ve maneviyat yönünden aşağıda kalırsa, o toplumun hiçbir değeri kalmaz. Belki de onun elde ettiği maddi şeyler topluma yarar sağlayacağı yerde tehlike oluşturan bir unsur konumuna gelir. Bu nedenle âlim ve bilginlerin iş türleri farklıdır ve yargılamada onların işlerine mütenasip yapılmalıdır.

Ayrıntılı Cevap

Beşeri ihtiyaçlar maddî ve manevî olmak üzere iki boyutludur ve her fert ya da gurup kendi kabiliyeti ve gücü oranında ikisinden birini seçmekte ve o alanda araştırma ve gayretle topluma hizmet etmek için çaba sarf etmektedir. Sizlerinde bildiği gibi, ilimlerin sınıflandırılmasında ilahi ilimler rütbe ve makam bakımından birinci mertebeye sahiptir.

Bildiğiniz üzere Peygamberler halkın ruhsal hastalıklarını iyileştirmek için geldiler:

“Peygamber (s.a.a) seyyar bir tabiptir. Şifa bağışlayan merhemlerini ve tedavi malzemelerini hazırlamış, kör kalpleri, sağır ruhları gördüğü her yerde onların tedavisine çalışır. Müptela ve hasta olmuş halkları manevî ölümlerinden ve ruhsal uçurumlarından kurtarmaya çalışır.”[1]

Allah Teâlâ Kur’ân-ı Kerim’de bu konu hakkında şöyle buyurmaktadır:

“Her kim de birini yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır.”[2]

Bu âyet-i kerimedeki bir insanı yaşatmaktan kasıt, “yaşayan bir insanı yaratmak” veya “ölü birini diriltmek” değildir. Bilakis yaşatmaktan kasıt, akıl sahiplerinin örfünde ihya olarak sayılan şeylerdir. Akıl ehli bir tabip bir hastayı iyileştirdiğinde veya bir dalgıç boğulmak üzere iken birisini kurtardığında veyahut esir düşen birisi başka birisi tarafından düşmandan kurtarıldığında, falan kişi falan şahsı yaşattı (yahut ona yaşama hakkı verdi) derler. Allah Teâlâ’nın da yüce kelamı Kur’ân’da böyle tabirler kullanmıştır. Örneğin Hakka doğru hidayeti ihya saymış ve şöyle buyurmuştur:

“Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine, insanlar arasında yürüyeceği bir nur verdiğimiz kimsenin durumu.”[3]

Eğer soruda sorulan şey doğru olmuş olsaydı, şöyle bir sonuç almamız gerekirdi: Çocuklarını iyi terbiye eden anne ve baba, işi gücü sosyal bilimler olan öğretmen ve üniversite hocaları insan toplumları için faydalı bir hizmet yapmamıştır. Faydalı işleri sadece maddî alanda bir eser üretebilen kimseler yapmıştır. Ama bu tür bir yargı kesinlikle doğru değildir.

Bu nedenle din adamlarının işini kendi risaleti doğrultusunda değerlendirmek ve tahlil etmemiz gerekmektedir, başkalarının yargıladığı gibi değil. Eğer öyle olursa (hâşâ) ilahi Peygamberlerin, imamların, büyük âlim ve ariflerin de halka müspet ve kayda değer bir şey sunmadıklarını söylememiz gerekir.

–—


[1]     Nehcü’l-Belağa, s. 156, Benî Ümeyye Fitnesi.

[2]     Maide, 32.

[3]     Tabatabâî, Seyyid Muhammed, el- Mizan, Tercüme: Musa Hemedanî, Kum, İntişarat-ı İslami, c. 5, s. 317.