Allah bir kimseyi severse, onu sakinlik-vakar ve sabırlı ve tahammüllü olmakla süsler. Gurer-ul Hikem, h. 4099 İmam Ali (a.s)

Sahih Bilinen Hadislerin Uydurma Olma İhtimali

Sahih Bilinen Hadislerin Uydurma Olma İhtimali

Soru

Sayın Kediver bir yerde “Hidayet İmamlarının (a.s) insanüstü faziletleri hakkında gelen rivayetlerin tevatür haddinde olduğu iddiaları geçerli değildir. Zira ravilerin bazı yerlerde yalan üzerine birleşmeleri muhtemeldir.” diye yazmaktadır. Buna göre tevatür veya sahih senetlerle nakledildiği iddia edilen hadislerin metninin gulat ve müfevvize tarafından uydurulma ihtimali var mıdır?

Kısa Cevap

1. Gulat ve müfevvizeler çeşitli dönemlerde âlimlerin bazı rivayetlerinde değişiklik yapıp hadis uydurmuş olsalar da hadis kitaplarında yapılan eleme sonucunda bugün rivayetler mecmuası olarak elimize ulaşanlar takriben temiz mecmualardır. Kaldı ki guluvun ölçüsü elimizde olduğu için, guluv hadisleri (sahih de olsalar) diğerlerinden ayırmak zor bir iş değildir.

2. İlk dönem âlimlerin bazı kimseleri guluv diye niteledikleri şeylere itimat olmaz. Zira bu ithamdan Ehl-i Beyt’in (a.s) en büyük öğrencileri de nasiplerini almışlardır.

3. Mütevatir hadisin tanım ve şartları dikkate alındığında, onların uydurulma ihtimali imkânsızdır. Tevatür iddiasıyla gerçek tevatür arasında fark vardır.

4. Ehl-i Beyt’in (a.s) vasıfları hakkındaki birçok hadis ve ziyaretler (Camia-yı Kebire gibi) guluv ve tefviz konusunda çok katı olan kimseler tarafından rivayet edilmiştir. Öyleyse Ehl-i Beyt’in (a.s) insanüstü faziletleri sırf rivayet ve ziyaretlerde gelmiş diye hemen, onları guluvcular uydurmuş, demeyelim.

Ayrıntılı Cevap

Asıl soru şudur: Gulat ve müfevvize gibi guruplar, tevatür veya sahih senetlerle uydurma rivayetlerini Şia kitaplarına sokabilmişler midir? Eğer bunu yapabilmişlerse rivayet kitapları ve mecmuaları bu düşüncelerden ne kadar etkilenmiştir?

Her şeyden önce kimlere gulat ve müfevvize denildiğini, insanların guluv ve tefviz diye nitelenmesindeki değişik görüşlerin neler olduğunu bilmek gerekir. Daha sonra mütevatir hadisin ne manaya geldiği, günümüzde rivayet mecmualarının uydurma hadislerden ne kadar temizlendiği konusunun bir değerlendirilmesi yapılmalıdır.

Gulat, Masum İmamlar hakkında (a.s) saçma sözler söyleyen, Onları (a.s) Allah’lık seviyesine çıkaran veya Allah’ın onlarda hulul ettiğine inanan Şia fırkalarındandır.[1]

Müfevvize ise tarih boyunca, Ehl-i Sünnet’teki Mutezile gibi çeşitli guruplara verilen isim gibidir. Merhum Allâme Mamakanî, Mikyasu’l-Hidaye’de müfevvize için dokuz mana saymıştır. Ancak onlardan yedisinin manası sahih ve yalnızca ikisi için bozuk müfevvize hükmü verilebilir.[2] O iki mana şunlardır:

1- Allah’ın Resulullah’ı (s.a.a) yarattıktan sonra âlemin işini O’na (s.a.a) daha sonrada Hz. Ali ve diğer İmamlara (a.s) havale ettiğine inanma.

2- Mubahçılığa, yani kulların önünde herhangi bir engel olmadığına ve istedikleri her ameli yapabileceklerine inanma.

Ancak iş bu kadarda kolay değildir; Şii tarihi boyunca da guluv ve tefvize inanan kimselerin olduğu konusunda çeşitli görüşler vardır. Öyleki çağdaşlar, eskilerin bazı kimselere guluvcu ve tefvizci demeleri konusunda çok dikkat edilmesi gerektiğini söylemekteler. Merhum Mamakanî şöyle diyor: “Birçok kişiye gulat olmamasına rağmen gulat denmiştir. Öyleyse bu konuda çok dikkatli olmak ve araştırma yapmak gerekir.”[3] Yine şöyle diyor: “Birine tefviz ithamı verildi diye onu itibardan düşürmek doğru değildir. Zira o tefvizin sahih kısmına inanmış olabilir.”[4]

Merhum Hairî, “Muntaha’l-Mekal” de şöyle diyor: “Eskilerin çoğu, özellikle Kumluların ve İbn Gazairî’nin ölçüleri değişik olduğundan, Masumların (a.s) hakkında bu ölçüden çıkanlara gulat diyorlardı. Örneğin Peygamber’in (s.a.a) sehvi (yanılgıyı) ve kasıtsız hatası olduğunu kabul etmeyenleri gulat sayıyorlardı (ki belki de günümüzde kimse Peygamber’in (s.a.a) sehvine inanmamaktadır). Aksine onlar için tefvize inanmaktalar…”[5]

Şeyh Mufid’in söylediğine göre, Merhum Şeyh Saduk, Peygamber’de (s.a.a) sehvin olmadığına inananların gulat olduğunu söylüyordu.[6] Bu açıdan bakıldığında belki de çoğumuz gulatız! Örneğin Şeyh’in ve Keşşî’nin güvenirliğini teyit ettikleri ve çok yücelttikleri[7] Davud b. Kesiru’r-Rakki’ye gulat diyenler vardı. İbn Gazairî şöyle diyor: “Onun bozuk bir görüşü vardır, yani gulattandır.”[8] Veya Necaşî’nin hakkında “O, şeyhlerin büyüklerinden ve sıkadır” dediği Muhammed b. İsa b. Ubeyd’i, kendisine guluv ithamında bulunulduğu için İbn Babeveyh Kummî, Nevadiru’l-Hikme adlı rical kitabında onu getirmemiş ve rivayetlerini kabul etmemiştir.[9] Merhum Tusterî diyor ki: Kumlular, Muhammed b. Urme’nin gali olduğunu duyduklarında onu öldürmek istemişlerdi ama onun akşamdan sabaha kadar ibadet ettiğini görünce bu düşüncelerinden vazgeçtiler.[10]

Demek ki guluv veya tefviz inancına sahip oldukları söylenen kimselerin bu iftiradan beri oldukları söylenebilir. Eğer sadece guluv veya tefviz iftirasından dolayı onları dışlarsak, o zaman ilmi çalışmadan yoksun ve gerçek dışı bir iş yapmış, dolayısıyla ravilerin sayılarını azaltmış olacağız. Sonuçta da Şia’nin birçok mirası yok olacak ve bir kenara bırakılacaktır.

Mütevatir haber: Mütevatir haber, ravilerinin normalde bir yalan üzerinde anlaşmaları imkânsız olan ve verdikleri haberin doğruluğuna dair ilim elde edilen habere denir.[11] Mütevatir hadis için birçok şart zikredilmiştir. Abdulhadi el-Fazli’nin dediği gibi ona dayanarak diyebiliriz ki: “Mütevatir haberi duyanın elde ettiği ilme zaruri ilim (düşünmeden elde edilen bilgi) denir, nazari (düşünerek elde edilen bilgi) değil.” [12]

Öyleyse mütevatir hadisin bütün şartlarını taşıyan hadisleri gulat ve müfevvizelere nasıl nispet verebiliriz? Mütevatir hadisin bütün şartları göz önüne alındığında yalan üzerine anlaşmanın imkânsız olduğu görülecektir. Evet, mütevatir hadisten maksat, manevî mütevatir olsa o zaman bir yönü olabilir ama hadislerin elenmesi hakkındaki konulara dikkat edilirse görülecektir ki bizim bütün rivayet mecmualarımızda, önce Ehlibeyt İmamlarının (a.s) kendileri tarafından, sonra Ehl-i Beyt’in (a.s) ilminin öğrenci ve muhaddisleri[13] tarafından defalarca elenmiştir. Merhum Saduk, guluv konusunda o kadar katı idi ki, daha öncede söylendiği gibi Peygamber’in (s.a.a) sehvini inkâr edenleri bile guluvculardan sayarken, nasıl olur guluvcuların rivayetlerinin sadece bizim kitaplarımıza girdiği iddia edilebilir? Kumlular Merhum Berkî’yi (Kâfi’den önce yazılan Mehasin adlı kitabı vardır) sadece zayıflardan naklettiği için Kum’dan çıkarıyorlar[14] ama aynı Kumlular Ehl-i Beyt’in (a.s) faziletleriyle dolu Ziyaret-i Camia-yı Kebire’yi nasıl nakledebiliyorlar? Bu ziyareti bazı habersizler guluvculara nispet veriyorlar. Merhum Saduk’un naklettiği bu ziyaret, Ehlibeyt İmamlarının (a.s) faziletleri kemalleri ve sıfatlarıyla doludur.[15]

Öyleyse:

1. Kendilerine guluv iftirası atılan Ehl-i Beyt’in (a.s) birçok ihlâslı öğrencisine, sırf böyle bir iftiradan dolayı gulat veya müfevvize diyemeyiz ve rivayetlerini bu gurupların rivayetlerinden sayamayız.

2. Böyle uydurmalar mütevatir hadislerde (lâfzî) asla yoktur.

3. Rivayet kitaplarımız Masum İmamlar (a.s) ve öğrencileri tarafından defalarca uydurmacılardan ve yalan rivayetlerinden temizlenmiştir. Evet, âlimlerin ve müçtehitlerin henüz tam olarak güvenmediği rivayetler vardır, ancak bu, uydurmacıların hadislerinin rivayet kitaplarımızda çok olduğu manasına gelmez. Kısacası guluv için ölçü elde olduğu sürece guluv hadislerini (sahih de olsalar) guluv olmayanlardan ayırmak zor bir iş değildir.

Şimdiye kadar söylenenler şu soruya göreydi: Tevatür iddiası olan veya sahih senetlerle nakledilen hadislerin metninde gulat ve müfevvizeler tarafından uydurulma ihtimali var mıdır? Ama Sayın Kediver’in sözü galiba başka bir noktaya işaret etmektedir; o da şudur: Hidayet İmamlarının (a.s) insanüstü faziletleri hakkındaki rivayetlerin tevatür iddiaları geçerli değildir. Zira gulat ve müfevvizelerin hileleri göz önüne alındığında ravilerin yalan üzerine anlaşabilme ihtimali vardır. Böyle bir ihtimal de tevatürün oluşmasına engeldir. Çünkü tevatürün şartlarından biri ravilerin yalan üzerinde anlaşma yapmamalarıdır.

Şimdiye kadar söylenenler göz önüne alındığında bununda cevabı bilinecektir. Zira birincisi, gulat ve müfevvizelerin doğru manaları alınırsa onların sayısı oldukça azalmaktadır. İkincisi, rivayet metinlerinin çeşitli şekillerde temizlendiği göz önüne alındığında, tevatür haddinde hadis uydurabilecek çoklukta gulat ve müfevvizelerin olma ihtimali neredeyse imkânsız ve gayrı makuldür. Öylesine zayıftır ki akıl ve mantık ona itina etmemektedir. Ravilerin yalan üzerine anlaşma ihtimali akla yatkın olursa tevatüre engel olur, asılsız ve temelsiz ihtimaller üzerine olduğu zaman değil.

–—


[1]     Muhammed Cevad Meşkur, Ferheng-i Fırak-ı İslami, s. 344.

[2]     Mamakanî, Telhis-u Mikyasi’l-Hidaye, s. 149-151.

[3]     a.g.e, s. 152.

[4]     a.g.e, s. 152.

[5]     Munteha’l-Mekal, c. 1, s. 77, Mikyasu’r-Ruvat (Seyfi Mazenderanî), s. 238.

[6]     Şeyh Mufid, Tashihi’l-İtikadat, s. 135, Daru’l-Mufid baskısı, Beyrut.

[7]     Keşşî, Rical, s. 402; Tusî, Rical, s. 336.

[8]     Gazairî, Rical, c. 1, s. 58.

[9]     Necaşî, Rical, s. 245, Muhammed b. Ahmed Yahya’nın Yaşamı, Davudi baskısı.

[10]    Kamusu’r-Rical, c. 1, s. 66-68.

[11]    Muhammed Yusuf Harirî, Ferheng-i Istılahat-ı Hadis, s. 114.

[12]    Şeyh Abdulhadi el-Fazlı, Usulu’l-Hadis, s. 71-77.

[13]    Kuleynî, Saduk, vb. muhaddisler.

[14]    Üstat Cafer Subhanî, Kulliyatun fi İlmi’r-Rical, s. 275.

[15]    Telhis-u Mikyasi’l-Hidaye, Üstat Gaffari’nin dipnotları, s. 154.