Tüm sevgini arkadaşına bağışla. Ama tüm güvenini ona bağışlama. el-Bihar, 74/165/29 İmam Ali (a.s)

İmam Hasan Askeri (as.)’ın İmameti

İmam Hasan Askeri (as.)’ın İmameti

Şiaların on birinci imamı olan İmam Hasan b. Ali Askeri (a.s.), Merhum Küleyni'nin nakline göre hicri 232 yılının Ramazan veya Rabi'üs Sani ayında dünyaya gelmiş ve 28 yıl yaşamıştır.[1] İbn-i Hallekan, İmam'ın 231 yılının aylarından birinde perşembe günü dünyaya geldiğini söylemiş. Ve İmam'ın 232 yılının Rabi'üs Sani ayının altısında dünyaya gelmiş olduğuna dair bir görüşü de nakletmiştik.[2] Şeyh Müfid ve Sa'd b. Abdullah İmam'ın Rabi'üs Sani ayında dünyaya geldiğini kabul etmişlerdir.[3] Mes'udi, O hazretin 29 yaşında şehid olduğunu söylemiştir.[4] O halde Mes'udi O hazretin 231 yılında dünyaya geldiğini kabul etmiş olmalıdır.

İmam Hadi (a.s.)'ın 254 yılında şehid olmasıyla ve İmam'ın kendi nassıyla oğlu imam Askeri (a.s.), İsna Aşeri şiaların imamı olarak nasbedildi. imam Hadi (a.s.)'ın, oğlu Askeri (a.s.)'ın imametiyle ilgili vasiyet ve nassındaki rivayetler şianın hadis ve tarih kitaplarının bir çoğunda sık sık görülmektedir.[5] Şialar, kendileri açısından imametin doğruluğunu gösteren bu vasiyet ve nassı göz önünde tutarak İmam Hasan Askeri (a.s.)'ın imametini kabul ettiler.

Sa'd b. Abdullah'ın naklettiğine göre, bir grup şia Muhammed b. Ali'yi -ki kendi babası imam Hadi "(a.s.) hayattayken vefat etti-, çok az bir grup da Cafer b. Ali'yi imam seçti, bunların dışındaki İmam şialar Hz. Askeri (a.s.)'ın imametini kabul etti. Cafer b. Ali'ye inananlar "Caferiyye-i Hulles" lakabını aldılar.[6] Mes'udi, şianın cumhurunun (büyük bir çoğunluğunun) imam Askeri (a.s.) ve oğlunun imametine inanıp, kabul ettiğini söylemiştir ve bu fırka tarihte "Kat'iyye" lakabıyla tanınmaktadır.[7]

İmam Askeri (as.) Samirra'da

Şeyh Müfidin rivayet ettiğine göre, imam Hadi (a.s.) on küsur yıl kadar Asker'de (Samirra) Abbasilerin nezareti altında yaşamıştır.[8] Bu rivayete göre imam Hadi (a.s.) oğlu Hz. Askeri (a.s.)'la beraber 243 ya da 244 yıllarında Samirra'ya gelmiş olmalıdır. Fakat İbn-i Hallekan, İmam'ın yirmi yıl dokuz ay Samirra'da kaldığını ve bu yüzden de İmam Hadi (a.s.) ve oğlu Hz. Askeri (a.s.) "Askeriyeyn" diye tanınmışlardır, demiştir.[9]

Kesin olan , bu iki İmam Hasan Askeri (as.)'ın -o devirde Abbasilerin hilafet merkezi olan- Samirra'ya getirilmeleri, birkaç yönden Memun'un İmam Rıza (a.s.)'ı kendi şehrine getirme siyasetine benzemektedir. Çünkü bu yakınlık, İmam'ın şialarla olan irtibatını kontrol etmeyi, çeşitli bölgelerde mevcut olup, hükümet için bir tehlike teşkil eden İmam'ın yakın şialarını tanımayı kolaylaştırıyordu. İmam bu şehirde yaşadığı sürece birkaç defa zindana atılmasının dışında, o şehrin normal bir yerlisi gibi hareket ediyordu, tabii ki İmam'ın bütün hareketleri hükümet tarafından ihtiyatlı ve dakik bir şekilde inceleniyor ve gözleniyordu. Çünkü İmam Askeri (a.s.) da olmak üzere şia İmamları yaşadıkları yer hususunda seçenek hakkına sahip olsaydı Medine'yi seçerlerdi. Bu yüzden de İmam'ın uzun bir süre Samirra'da tutulması halife tarafından bir nevi tutuklamadır ve bu başka bir şekilde yorumlanamaz. Şiaların öncelerden beri düzenli ve teşkilatlı bir şekilde faaliyet etmeleri halifeyi tedirgin ediyor ve korkutuyordu, halife bu faaliyetleri kontrol etmek zorunda olduğu için bu mesele üzerinde önemle duruyordu.

Bunun için de İmam'dan, Samirra'da olduğuna dair sürekli olarak bilgi vermesi istenmişti. İmam'ın hizmetçilerinden birinin nakline göre, İmam her pazartesi ve perşembe günü dar'ül hilafeye gitmek zorundaydı.[10] İmam'ın bu durumu zahirde İmam için bir ihtiram talakki ediliyordu, hakikatte ise halifenin durumları kontrol etmesi için bir vesileydi. Hatta bir defasında halife Sahibul Basra'yı görmeye gittiğinde İmam'ı da beraberinde götürüyor ve İmam'ın ashabı ise sadece yol boyunca O hazreti görmeye hazırlanıyorlar.[11] Bu rivayetten iyice anlaşılıyor ki, bir süre kimse doğrudan İmam'ın evinde İmamla görüşememiş, buna imkan bulamamıştı.

İsmail b. Muhammed şöyle diyor: İmam'dan para istemek için İmam'ın gelip gittiği yolun üzerinde oturdum ve İmam yanımdan geçerken mali yardımda bulunmasını istedim.[12]

Ebu Bekr-i Fahfaki şöyle diyor: Bir iş -İmam'ı görmek-için Samirra'dan hariç olup Ebi Katia b. Davud caddesinde, İmam'ın gelip dar'ül hilafe'ye gitmesini bekledim.[13]

Muhammed b. Abdül Aziz-i Belhi de, İmam dar'ül amme'ye giderken, O'nunla görüşmek için el-Ganem caddesinde İmam'ın gelmesini beklemiştir.[14]

Muhammed b. Rabi-i Şaybani de şöyle diyor: İmam'ı görmek için Ahmed b. Huzayb kapısında oturmuş bekliyordum ve İmam oradan geçerken O'nu gördüm.[15]

Ali b. Cafer, Halebi'den şöyle naklediyor: İmam'ın dar'ül hilafeye gideceği bir gün, Asker'de İmam'ı görmek için biraraya toplandık, tam bu sırada İmam tarafından bize bir mektup geldi. Mektubun mazmunu şöyleydi: "Kimse bana selam etmesin, hatta bana doğru işaret bile etmesin. Çünkü sizin kendiniz de emniyette değilsiniz[16]

Hükümetin, İmam ve şiaları arasındaki irtibatı ne kadar gözaltında tuttuğu ve kontrol ettiği bu rivayetten çok iyi bir şekilde anlaşılmaktadır. Tabii ki İmam ve şiaları buldukları her fırsatta birbirleriyle görüşüyorlardı ve bunu da kamufle ediyorlardı. Şiaların İmamla kurabileceği en iyi irtibat yollarından biri yazışma idi ve birçok kaynaklarda da sık sık bu‌nunla karşılaşmaktayız.

İmam'ın Samirra'daki Konumu

İmam Askeri (a.s.) çok genç bir yaşta olmasına rağmen, »yüce ilmi ve ahlakî bir üstünlüğe sahip olduğundan, özellikle de şiaların rehberi olduğundan, şiaların da ihlasla O'na itikad ettiklerinden ve halkın hiç bir şey gözetmeden O'na ihtiramda bulunduğundan dolayı çok meşhur olmuştu. İmam, herkesin yöneldiği ve kendisine teveccüh ettiği bir şahsiyet olduğu için Abbasi hakimiyeti de birkaç yer hariç, zahirde O hazrete karşı ihtiramda bulunuyor ve saygılı davranıyordu.

O hazretin yaşantısıyla ilgili bütün kaynakların naklettiği mufassal bir rivayette, gün geçtikçe İmam'ın Samirra'da ilmi azamet ve ehemmiyetinin daha iyi anlaşıldığı belirtilmiştir. Bu rivayet, ehemmiyete şayan bir rivayet olduğu için onun bazı bölümlerini buraya aktarmak istiyoruz.

İhtimalen İmam Askeri (a.s.)'la görüşme şerefi kazanan [17] ve şianın meşhur alimlerinden olan Sa'd b. Abdullah Eş'ari şöyle diyor:

 İmam'ın rihletinden on sekiz yıl sonra- 228 yılının Şaban ayında Ahmed b. Übeydullah b. Hakan'ın [18] ki o günlerde Kum'un maliyatını almakla görevliydi ve Âl-i Muhammed'e ve de Kum halkına karşı düşmanlık besliyordu meclisinde oturmuş idik. Samirra'da oturan 'Talibi'lerin mezheb ve durumlarından söz açıldı, sultanın yanında. Ahmed şöyle dedi: Samirra'da, Hasan b. Ali Askeri (a.s.) gibi vakarlı, iffetli, ne yapacağını bilen, ehli beytinin arasında büyüklükle tanınan, sultanın ve Beni Haşim'in yanında muhterem tutulan ve hatta emirlerden, vezirlerden ve katiplerden bile üstün tutulan birini ne görmüş ve ne de duymuştum. Ben bir gün babamın yanı başında durmuştum ve babam da o gün halk ile görüşmek için oturmuştu. Hizmetçilerden biri gelip "İbn-ur Rıza kapıda bekliyor." dedi. Babam yüksek sesle "Girmesine izin verin." dedi. O hazret de içeri girdi… Babam O'nu görünce birkaç adım O'na doğru yürüdü. Hiç kimseye, hatta emirlere ve valilere karşı yapmadığı bu işi İmam'ın karşısında yaptı. İmam'a yaklaşınca elini O'nun boynuna sarıp yüzünü ve alnını öptü, daha sonra da O'nun elinden tutup kendi yerine oturttu, kendisi de karşısında oturup O'nunla konuşmaya başladı. Konuşurken de -O'na ihtiramen- lakabıyla hitab ederek daima "Babam, anam sana feda olsun…" diyordu.

Gece olunca babamın yanına gittim ve şöyle dedim: Bugün onca ihtaram ettiğin ve hatta baba ve anneni bile kendisine feda ettiğin O adam kimdi, baba? "O İbn-ur Rıza ve rafizilerin imamıdır." dedi ve sustu. Çok kısa bir süre sonra yeniden söze başladı ve şöyle devam etti: "Oğulcuğum, eğer bir gün hilafet Beni Abbas'ın elinden çıkarsa, O'ndan başka bu işi yürütecek layık biri Beni Haşim arasında mevcut değildir. O faziletinden, nefsini tezkiye ettiğinden ve koruduğundan, zühd, ibadet ve güzel ahlakından dolayı hilafet makamına layık biridir. Keşke O'nun babasını görseydin; azametli, akıllı, iyiliksever ve faziletli biriydi, O. Bu sözleri duyunca bütün vücudum hışm ve adavet ateşiyle yandı yakıldı, ama aynı zamanda O'nu tanımaya daha çok ilgi duydum, buna olan isteğim daha da arttı. Beni Haşim'den, katiplerden, kadılardan, fakihlerden ve hatta normal insanlardan bile O'nun hakkında sorduğumda, O'nu herkesten daha azametli tuttuklarını ve ehli beytindeki diğer şahıslardan daha üstün gördüklerini anladım.

Herkes "O rafizilerin imam’ıdır." diyordu. Ondan sonra, O'nun benim yanımdaki önem ve ehemmiyeti daha da arttı. Çünkü dost ve düşman herkes O'na iyilikle anıyor ve methediyordu.[19]

Bunu rivayet eden Ehl-i beyt düşmanlarından biri olma‌sına rağmen, bu rivayet İmam'ın ahlaki ve içtimai konumunu açıkça ortaya koymaktadır.

İmam Asker (a.s.)'ın hitmetçisi şöyle diyor:

İmam'ın dar'ul hilafeye gittiği günler halk acayip bir coşku ve heyecan gösteriyordu İmam'ın geçeceği yol, atlarına binmiş kalabalık bir toplulukla doluyordu, İmam geldiğinde ise herkes birden susuyor ve İmam kalabalığın arasından geçerek dar'ul hilafeye giriyordu.[20]Bu kalabalığı oluşturanların çoğu imam'ı görmek için uzaktan yakından Samirra'ya gelen şialardı. Tabii ki Resulullah(s.a.a.)'in evlatlarına ilgi ve sevgi duyan diğer insanlar da İmam'ı görmek için O'nun geleceği yolda durup kalabalığı daha bir çoğaltıyorlardı.

İmam'ın Tutuklandığı Dönemler

Önceden de değindiğimiz gibi İmam Hadi (a.s.)'ın İmam Askeri (a.s.)'la birlikte Mütevekkil tarafından Samirra'ya geti‌rilmesinin kendisi, İmamları ve onların şialarla olan ilişkilerini kontrol etmek için bir nevi zindan! Etmekten ibaretti. Bazı durumlarda bu baba ve oğlun tutuklanmasında daha çok şiddet kullanılıyordu. Özellikle düzeni tehdit edebilecek boyuttaki olaylar vuku bulduğunda, bizzat İmam'ın kendisi yakın ashabından bazılarıyla birlikte zindana atılıyordu.

İmam Askeri (a.s.)'ın tutuklanması hususunda bazı rivayetler mevcuttur, ancak bazı yönlerden birbirleriyle çelişmektedir. Böyle bir hatanın ortaya çıkmasında bazı sebepler düşünülebilir. Onlardan biri İmam'ın birkaç defa tutuklanmış olması da olabilir, halkın halifelerin adını karıştırmış olması da. Haliyle bu rivayetler bir araya toplandığında ve birbirleriyle kıyaslandığında hakikati ele getirme olasılığı daha da artıyor.

Bir rivayette  (halifelikten azledilen ve 255 yılında öldürülen) Mutazz, Kufe'ye gitmek istediğinde İmam Askeri (a.s.)'ın tutuklanmasını emretti ve hizmetçisi Said'i de bu işle görevlendirdi. Eb'ul Haysem b. Sebane bu husustaki endişe ve korkusunu mektupla İmam'a bildiriyor. İmam da onun cevabında şöyle yazıyor: "Üç gün sonra bir kurtuluş kapısı açılacak ve Mutazz öldürülecektir.[21]

Şu kesin ki, İmam Askeri (a.s.) Muhtedi döneminde (255-256) bir süre zindanda kalmıştır. Bundan önce de şialardan bir grubu zindana atılmışlardı. Şianın meşhur şahsiyetlerinden olan ve Ebu Haşim-i Caferi diye tanınan Davud b. Kasım 252 yılında zindana atılmıştı. Onun tutuklanma sebebini Hatib-i Bağdadî, İbn-i Arefe'den şöyle naklediyor: Konuştuğu bazı sözlerden dolayı zindana atıldı.[22] Şeyh Tusi'nin naklettiği bir rivayette Ebu Haşim-i Caferi'nin Beni Haşim'den ve başkalarından birkaç kişiyle birlikte tutuklanmasının sebebi, Abdullah b. Muhammed-i Abbasi'nin öldürülmesi olarak zikredilmiştir[23]. Bazı rivayetlerde belirtildiği gibi bu zindanın sorumlusu Salih b. Vasif idi ve o 256 yılında Musa b. Bağa tarafından öldürüldü.[24] Bu yüzden ve büyük bir ihtimalle İmam Askeri (a.s.)'ın tutuklanması 255 yılında ve Muhtedi'nin döneminde vuku bulmuştur.

Bir rivayete göre Ebu Haşim Caferi şöyle demiştir:

Muhtedi'nin döneminde zindana atıldığım zaman İmam Askeri (a.s.)'ı da zindana getirdiler. Muhtedi'nin 256 yılında ölmesiyle, Allah İmam'ı ölümden kurtardı, çünkü halife O hazreti öldürmeye kararlıydı.[25]İmam'ın zindana atıldığı yerin adı Cavsek'di. Muhtedi'nin kendisi ve aynı şekil Salih b. Vasif, sonraları o zindana atılmış ve öldürülmüştü. Cavsek bir kale idi ancak zindan olarak kullanılıyordu.[26]

Bu zindanın iç durumu hakkında şunları biliyoruz:

a: İmam (a.s.) zindana girdiğinde Acem bir kişiye işaret ederek şöyle buyurdu: Eğer bu kişi olmasaydı ne zaman zindandan kurtulacağınızı söylerdim. Çünkü o sizi gözetleyerek davranışlarınızı halifeye bildiriyor. Ebu Haşim şöyle diyor: Bir gün biz onu sıkıştırıp, her birimiz hakkında kötü haberler yazıp halifeye vermek istediği mektubu elbisesinden çıkardık.[27]

 b- İmam’ın zindandaki bizzat zindan bekçilerine karşı tutum ve davranışları öyle bir şekildeydi ki, nitekim onların utanmasına neden ölüyordu. İmam Kazım (a.s.)'ın da bu şekil davrandığı rivayet edilmiştir. Abbasilerin uşaklarından olan ve İmam'ı zindanda tutmakla görevlendirilen Salih b. Vasif, bazı Abbasiler tarafından İmam'a eziyet etmeye teşvik ediliyor ve o da cevaben şöyle diyordu:

Halkın arasında tanıdığım en kötü iki kişiyi bu iş için görevlendirdim, ama onlar İmam Askeri (a.s.)'dan öyle etkilendiler ki ibadet etmekte ve namaz kılmakta yüce bir makama ulaştılar.[28]

Bazı rivayetlerde , İmam Hasan Askeri (as.)'ın zindanda daima oruç tuttuğunu bildiriyor.[29]

İmam (a.s.)', 256 dan 279 yılına kadar hilafet eden Mutamid'in döneminde ikinci defa zindana atıldı. Bir rivayette, O hazretin 259 yılında Mutamid'in zindanında olduğu ve Ali b. Cerir'in de İmam'ın bekçisi olduğu belirtilmiştir. Mutamid'in İmam hakkında sorduğu sorulara Ali b. Cerir şöyle cevap veriyor: Her zaman gündüzleri oruç tutuyor ve geceleri de namaz kılıyor.[30]

Aynı şekil Sumayri "el-Evsiya" kitabında Mahmudi'den şöyle rivayet etmiştir: Ebu Muhammed-i Askeri (a.s.) Mutamid'in zindanından çıkarken şu ayeti yazmış olduğunu gördüm:

"Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek isterler. Kafirler istemese de Allah nurunu tamamlayacaktır."[31]Şeyh Müfid, Muhammed b. İsmail-i Alevi'den şöyle rivayet etmiştir:

İmam Askeri (a.s.), Ali b. Evtamiş (veya Baremiş)'in bu‌lunduğu zindana getirildi. Bu şahıs Ebu Talib evlatlarının amansız düşmanlarından idi. Ona, İmam hakkında elinden gelen kötülüğü yapması emredildi. Ama o, imam'la bir süre kaldıktan sonra ayrılma zamanı geldiğinde İmam'ın ilahi azametini her kesden daha iyi tanıyan biri olarak ayrıldı.[32]

Çok büyük bir ihtimalle İmam 259 yılında bu zindana atılmıştı ve bunu teyid eden şahid de aşağıdaki rivayettir.

Keşşi "Rical" kitabında, Muhammed b. İbrahim-i Samerkandi'nin şöyle dediğini rivayet ediyor: Hacca giderken, yolumun üzerinde bulunan doğruluk, salah, takva ve hayırla tanınan Budak Buşencani (Buşencan Herat köylerinden biridir) adındaki arkadaşıma uğrayayım dedim. Onun yanına varıp sohbete başladığımızda Fâzl b. Şazan'dan söz açıldı. Budak "O midesinden çok rahatsızdır…" dedi ve şunları da ekledi: "Hac merasimini yerine getirmek için Mekke'ye gittiğimde, değerli ve faziletli bir şeyh olan Muhammed b. İsa el-Abidi'nin yanına gittim. Onun evinde, üzgün ve perişan bir halde oturan bir grup gördüm. Bunun sebebini sorunca şöyle dediler: Ebu Muhammed (a.s.) zindana atılmış. (Bunu duyunca oradan çıkıp) Yoluma devam ettim, dönüşümde yine Mu‌hammed b. İsa'ya uğradım. Onu güler yüzlü ve dinç buldum. Bunun sebebini sordum, dedi ki: "İmam serbest bırakıldı." Ben gündüz ve gece (amelleriyle ilgili dan) kitabımı da bera‌berimde götürüp Samirra'ya gittim. Ebu Muhammed (a.s.)'ın huzuruna vardım. Kitabı O hazrete gösterip "Canım sana feda olsun, bu kitaba bakar mısınız?" dedim. İmam kitabın her sayfasına bakarak şöyle buyurdu: "Sahihtir, bununla amel etmek iyidir." Ben "Fazl çok hastadır ve hastalığının sebebinin

de sizin O'nun hakkında etmiş olduğunuz dua olduğunu duydum. Duydum ki onun İbrahim (a.s.)'ın vasiyyinin Rasulullah(s.a.a.)'in vasiyyinden üstün gördüğünü size anlatmışlar. Halbuki bu doğru değil, bunu yalanla ona isnad etmişler." dedim. İmam buyurdu: "Evet, Allah Fazl'a rahmet etsin." Budak diyor ki: Ben geri döndüm ve İmam'ın "Allah Fazl'a rahmet etsin." dediği günlerde Fazl'ın vefat etmiş olduğunu anladım.[33]

Meşhur olduğu gibi Fazl b. Sazan'm 260 H.K. yılında vefat ettiğini kabul edersek, haliyle 259 yılının sonlarında Zilhacce ayından önce İmam'ın zindanda olduğunu da kabullenmeliyiz.

——————————————————————————————————-

[1] Usul-u Kafî, c: 1,s:503.

[2] Vafeyat'ül A'yan, c: 2, s: 94. el-Eimmet'ül İsna Aşer (İbn-i Tulün),s: 113.

[3] el-Makalat vel-Fırak, s: 102. İrşad (Şeyh Müfid), s: 335.

[4] Muruc-uz Zaheb, c: 4, s: 112.

[5] Gaybet (Tusi), s: 120-122. Keşf'ul Gumme, c: 2, s: 404-407.İrşad (Şeyh Müfid), s: 335. Ravzet'ül Vaizîn, s: 247. Bihar'ul Envar, c: 50,r 239-246.

[6] el-Makalat vel-Fırak, s: 101

[7] Muruc-üz Zaheb, c:"4, s  112.

[8] İrşad (Şeyh Müfid), s: 334.

[9] Vafeyat'üi A'yan, c: 2, s: 94-95. Mu cem-ul Buldan, c: 4, s: 134. el-Eimmet-ül İsna Aşer, s: 113.

[10] Gaybet (Tusi), s: 129. Bazı nüshalarda "Dar'ül Amme" zikredil‌miştir ancak, ondan da maksad "Dar'ül hilafe"dir.

[11] Kafi, c: 1, s: 509. İrşad, s: 387. A'lam-ül Vera, s: 370. Keşf'ül Gumme, c: 2, s: 425. el-Harâic vel-Cerayih, c: 1, s: 444. es-Sırat'ül Müsta‌kim, c: 2, s: 208.

[12] Keşf'ül Gumme, c: 2, s: 413.

[13] el-Harâic vel-Cerayih, c: 1, s: 446.

[14] el-Harâic vel-Cerayih, c: 1, s: 447. Müstedrek'in dipnotu, c: 9, s:72. İsbat'ül Vasiyyet, s: 243.

[15] Keşf'ül Gumme, c: 2, s: 425. el-Harâic vel-Cerayih, c: 1, s: 445. Bihar'ul Envar, c: 50, s: 293.

[16] el-Harâic vel-Cerayih, c: 1, s: 439. es-Sırat'ul Müstakim, c: 1, s- 207.

[17] Rical-i Necaşi, s: 126

[18] Abbasi Mutamidin veziriydi, babası. Kamil (İbn-i Esir), c: 7, s:

[19] Kafi. c 1, s: 505. Gaybet (Tusi). s: 131-132. Kemal'ud Din. c: 1, s: 40-41. A'lam'ul Vera. s: 357-359. irşad.-3: 338-340. Keşful Gumme. c: 1.s:407

[20] Gaybet (tusi)219

[21] Keşf'ul Gumme, c: 2, s: 416. EI-HaraîC vel-Cerayih, c: 1, s:

[22] Kamus'ur Rical'dan naklen, c: 4, s: 59. Sem'ani yanlışlıkla 242 diye yazmıştır

[23] Gaybet (Tusi), s: 136. Bihar'ul Envar, c: 50, s: 306.

[24] el-Kamil (İbn-i Esir), c: 7, s: 218-219-225

[25] Bihar'ul Envar, c: 50, s: 313, Muhec'üd Daavat'tan naklen, s:343. Gaybet (Tusi), s: 123.

[26] Nur'ul Ebsar, s: 166-167. Fusul'ul Muhimme, s: 286- el-Kamil, c:7, s: 230-235. Tarih'ul Hulefa, s: 363.

[27] Nur'ul Ebsar, s: 166. Keşf'ul Gumme, c: 2, s: 432. Bihar'ul En-var, c: 50,           s: 245. el-Harâic vel-Cerayih, c: 2, s: 182.

[28] irşad, s: 334. Keşf'ul Gumme, c: 2, s: 414. Ravzet'ül Vaizin, s:248.

[30] Nur'ul Ebsar, s: 168. Fusul'ul Muhitnme, s^ 286. Kafi, c: 1, s:512.

[31] Bihar'ul Ehvar, c: 50, s: 413; Muhac'ud Daavat, s: 344 den naklen.      

[32] Safi 8.

[33] irşad, s: 342. Kafi, c: 1, s: 508. Keşf'ul Gumme, c: 2, s: 412.

[34] Rical-i Keşşî, s: 537-538. Rivayet 1023.