Ben, iyiliği emredip kötülükten sakındırmak, ceddim Resulullah ve babam Ali bin Ebi Talib’in yolunda hareket etmek için kıyam ettim. Menakıb-i İbn-i Şehraşub, c. 4, s.89. İmam Hüseyin (a.s)

Âlem nasıl yokluktan var olmuştur?

Âlem nasıl yokluktan var olmuştur?

 

Ayetullah Cafer Sübhani

Biz bu günkü ilimlerde, “hiç bir şey yoktan var olmamaktadır ilkesini kabul etmiş bulunmaktayız o halde ortaya şu soru çıkmaktadır. İçinde bulunduğumuz âlem ezeli bir âlem midir? Yoksa sonradan yaratılmış (hadis) bir âlem midir? Eğer âlemin hadis olduğunu söyleyecek olursak o zaman âlemin yoktan var olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bu ise ilimde sabit olan ilk ilkeye aykırı düşmektedir. Eğer kadim ve ezeli olduğunu söylersek o zaman da Allah’ın yaratılış âleminde etkinliğinin yaratış ve icat değil de değiştirme olduğunu kabul etmiş oluruz. Başka bir ifadeyle bu varsayımın sonucu şudur: Allah ilk maddeyi yaratmamıştır. Madde kadim bir varlık olarak hep var olmuştur. Allah sadece onda bir takım değişiklikler icat etmiş ve onu farklı şekillere sokmuştur. Allah’ın birliğine iman eden bir kimse bu varsayıma inanamaz. Zira bu durumda Allah’tan başka kadim bir varlığın mevcudiyetini de kabullenmiş olur.

Eğer bu değişiklikler ve dönüşümlerin maddenin özelliklerinden olduğunu söyleyecek olursak bu durumda da Allah için hiç bir etkinlik ve rol kalmamaktadır. Zira maddenin varlığı kadimdir ezelidir ve madde üzerindeki her türlü şekilleniş ve dönüşümde maddenin zati özelliklerindendir. O halde Allah’a ne ihtiyaç vardır ki?

 

Cevap

Bu önemli soruya cevap hususunda şöyle söylemek gerekir: İlim hiç bir şeyin yoktan var olmadığını söylüyorsa, bu şuandaki şartlar ile ilgilidir. Yani günümüzde artık hiç bir şey yoktan var olmamaktadır ama bu ilkenin varlık âleminde eskiden beri geçerli olup olmadığı hususunda hiç bir delile sahip değiliz. Örneğin ilim şöyle demektedir: Mevcut şartlarda hiç bir varlık tabiat âleminde cansız bir varlıktan vücuda gelmemektedir. Hatta bitki ve hayvanlar bile canlı varlıklardan vücuda gelmektedir.

Oysa bildiğimiz gibi bu durum her zaman böyle olmamıştır. Zira yeryüzü güneşten koptuğu zaman bir ateş parçasıydı.  İçinde hiç bir canlı yoktu. Dolayısıyla da canlı varlıkların kendisinden vücuda geldiği bir varlık söz konusu değildir.

Eğer hayatın diğer gezegenlerden dünyaya geldiği söylenecek olursa bu durumda da o gezegen hakkında aynı şeyleri söylemek mümkündür. Zira onlarda bir müddet yeryüzü gibi birer ateş parçasıydı. O halde bu ateş parçalarından canlı varlık nasıl meydana gelmiştir.

Dolayısıyla açıklığa kavuştuğu gibi özel şartlar altında cansız varlıklar canlı bir surete bürünmüş ve şekil değiştirmişlerdir. Elbette bu durum günümüz şartlarında mümkün değildir.

Bu durumda eğer biz varlığın yokluktan vücuda geldiğini görmüyorsak bu durumun her zaman için imkânsız olduğunu söylememiz mümkün değildir. Üstelik bu konuda hiç bir akli deli de yoktur. Elbette varlığın yokluktan ortaya çıkmasının mümkün olmadığına dair bir delilimizin bulunmadığını ve varlığın yokluktan çıkabildiğini söylememiz bir şeyin bizzat yokluktan vücuda geldiği, yokluğun varlık sebebi olduğu ve yokluğun hiç bir sebep olmadan varlığa büründüğü anlamında değildir. Zira bu anlamda varlığın yokluktan ortaya çıkışı neden ve sonuç kanunun inkâr etmeyi gerektirir. Dolayısıyla bu da bir şeyin sebep olmaksızın kendiliğinden varlığa dönüşmesi ve bir boşluğu varlığı ile doldurması sonucunu doğurmaktadır.

Bizim varlığın yokluktan vücuda gelmesinden kastımız şudur: eğer bir şey yokluk geçmişine sahipse daha sonra güçlü bir sebep sayesinde yokluğu bırakıp varlığa bürünebilir. Böyle bir geçmiş bir neden sayesinde var olmaya engel teşkil etmez.

İkinci olarak madde dünyası hiç şüphesiz hadistir ve ezeli olamaz. Zira bildiğimiz gibi dünyadaki tüm atomlar tedrici olarak parçalanma ve kırılma halindedir. Bu esas üzere alemin ömrü sabit bir zamanı alacak ve bu zaman gelip çattığı zaman da bütün atomlar parçalanmış olacaktır. Eğer bu evrenin üzerinden sonsuz bir zaman geçmiş olsaydı o zaman alemin ömrü sona çatmış, bütün bir alem parçalanmış ve bugün madde adında bir şey kalmamış olacaktı.

Eğer bir ocağın yanmakta olduğunu görüyorsak, bu ocağın ezelden beri sonsuz bir zaman içinde yanmadığını anlamış oluruz. Zira eğer ezelden beri yanmış olsaydı, yakıtı sınırlı olduğu için çoktan sönmüş olması gerekirdi. Alemdeki atomlar da işte böyledir. Zira antropi ilkesi esasınca bu alem sürekli olarak yaşlanmaktadır. Atomları her zaman eksilmekte, bir gün bütün enerjileri de tükenecek hareketsiz hale gelecektir. Zira enerji hareketi, örneğin suyun hareketinden ortaya çıkan güç yukarıdan aşağıya doğru gerçekleşmektedir. Eğer kaynaktaki su az veya çok olursa sonunda sular arasında yüzeyler eşitliği oluşacak ve suyun dökülüşünden ortaya çıkan enerji ortadan kalkmış olacaktır. Dolayısıyla eğer alem ezeli olmuş olsaydı, uzun yıllar önce enerjisi güçten düşecek ve tüm kainat korkunç bir yokluğa doğru yuvarlanmış olacaktı.

Bütün bu söylenenlerden şu sonuç alınmaktadır ki bu alemin bir başlangıcı ve tarihi vardır. Dolayısıyla asla alem ezeli olamaz.

İlginç bir husus da ilmin şu sonuca varmasıdır. Bu alemin bir sonu vardır. Zira entropi (termodinamik) ve atomların parçalanması ilkeleri alemin bir sonunun olduğunun en açık delilidir. Ama bildiğimiz gibi her sonu olan şeyin mutlaka bir başlangıcı da vardır. Zira eğer bir şey ezeli olursa, varlığı kendinden olmalı ve kendi zatının içinden kaynaklanmalıdır. Daha açık bir ifadeyle varlığı zatının bir özelliği olmalıdır. Varlığı içinden kaynaklanan ve zatının özelliklerinden olan bir şey ise asla yok olamaz.

Bu yüzden bilginler, şöyle demişlerdir: “Sonu olan bir şeyin mutlaka başlangıcı da vardır. Sonu olmayan bir şeyin ise, başlangıcı da yoktur. Başka bir ifadeyle ezeli olan bir varlık, mutlaka ebedidir. Yok olan bir şey ise, mutlaka hadistir. (Sonradan var olmuştur).”

Üçüncü olarak, bu alemde görülen değişim bizzat maddenin kendisinden kaynaklanıyor olamaz. Zira bu durumda alemin tesadüf eseri oluştuğunu söylemek gerekir. Oysa bu hayat alemiyle ilgili olan her şey çok ince bir hesap ve düzene dayalıdır. Düzen ise bir ilim ve kudret kaynağının desteği olmaksızın asla vücuda gelemez. Bu varlık aleminde tesadüf ihtimali sıfırdır. Yani pratikte imkansızdır.

Bu üç ilke esasınca, bu sorunun farklı cevapları da açıklığa kavuşmaktadır. O da şudur ki bu alemin yoktan var olmasının hiçbir aykırı durumu yoktur. İlmi ilkelerin de ispat ettiği gibi bu alemdeki madde ve enerji hadistir. (sonradan var olmuştur). Dolayısıyla da sonunda yokluğa doğru hareket etmektedir.

Sadece varlığı kendi içinden kaynaklanan bir varlık ezeli ve ebedidir. Bu varlığın ise ne bir başlangıcı, ne de bir sonu düşünülebilir.

Aynı şekilde açıklığa kavuştuğu gibi bu alemin maddesi ezeli olsa dahi, değişim ve dönüşümü, bizzat maddenin özelliklerinden sayılamaz. Zira felsefe ve ilim bu alemde var olan şeylerin mutlaka ilim ve kudret sahibi bir yaratıcı tarafından yaratıldığını ispat etmektedir.

 


[1] Porsişha ve Pasuhha, s. 18-23