Herkime Allah nefsinden bir vaiz karar kılmamışsa insanların vaazı ona fayda vermez. Tuhef’ul-Ukul, 294 İmam Muhammed Bâkır (a.s)

İlk Şiî Devleti Büveyhîler

İlk Şiî Devleti Büveyhîler

Ali DEMİR/Erenler 4-5

Büveyhîler 932-1062 yılları arasında İran ve Irak’ta hüküm süren Deylem asıllı bir hanedandır. Hanedan, adını Sasanî hükümdarı Behram-ı Gûr’un soyundan olduğu iddia edilen Büveyh bin Fenna Hüsrev’den alır. Deylemîler, önceleri Mecusî ve putperest bir kavim iken, onuncu yüzyılın başında Ali evladından Hasan el-Utruş’un gayretleri ile Müslüman oldular ve Şiîliği benimsediler.[1]

İmam Mehdi (a.s) ile Şiîler arasındaki bağlantıyı sağlayan dördüncü naip Ali bin Muhammed’in Miladî 940 yılında vefat etmesiyle büyük gaybet/büyük gizlilik dönemi başlamış oldu.

Gerek On İki İmamların hayatta olduğu dönemde ve gerekse de İmam Mehdi (a.s) gaybete çekildiği zamanlarda, Şiîlik yayılma metodu olarak, bazı mezheplerin aksine, şiddet yerine tebliği, açıklamayı ve öğretmeyi seçmişti. Çünkü biliyorlardı ki, “iman sevgidir”;[2] sevgi ise zorla dayatılmaz; kılıçla, kanla ikame edilmez.

İşte bu mantıkla ve bu bilinçle hareket eden Ali evlâtlarının ve Ali dostlarının gayretleri ve çalışmaları ile birçok kabile Müslüman oldu ve İslamiyet’in Şiîlik kolunu seçti. Bu kabilelerden biri de, Ali evlâdından Hasan el-Utruş’un çabaları ile Müslüman olan ve Büveyhî Devleti’ni kuracak olan Deylem kabilesi idi.

 

BÜVEYHÎ DEVLETİ’NİN KURULUŞU

Deylem kabilesinden Büveyh bin Fenna Hüsrev’in Ebu Hasan Ali, Ebu Ali Hasan ve Ahmed adlarında üç oğlu vardı ki, bunların savaşçılık ve komutanlık yetenekleri ileri derecede idi. Bu üç kardeş, ilk önce Gilanlı bir kabileye mensup olan Emir Makan bin Kakî’nin komutasında Sasanîler’in emri altına girdiler. Ne var ki, Emir Makan sonraki zamanlarda Sasanîler’le ters düştü ve bu devlete karşı savaştı. Ancak yine bir Gilanlı olan Merdaviç, Sasanîler’in emri altında Emir Makan’a karşı savaşarak onu yendi. Bu yenilgi üzerine Emir Makan, Taberistan’ı terk etmek zorunda kaldı. Bunun üzerine bu üç kardeş, Taberistan ve Cürcan’da Ziyarîler Hanedanı’nı kuran Merdavic’in emrine girdiler.

Ebu Hasan Ali,[3] Merdaviç tarafından Kereç valisi olarak atanınca bunu bir fırsat bildi ve İran’ın güneyinde bir devlet kurmak için Deylem kabilesinden birçok kişiyi etrafında toplamaya başladı ve güneye doğru inerek İsfahan’ı işgal etti (932). Bu olayı haber alan Merdaviç, askerlerini toparlayarak İsfahan üzerine hareket etti. Müttefiklerinin de yardımı ile Ali’yi İsfahan’dan uzaklaştırdı. Bu defa Ali, Fars’ı ele geçirdi; Abbasî valisi Yakut’u yenerek Şiraz’ı aldı (934). Aynı sene Merdaviç’le bir antlaşma imzaladı; lâkin Merdaviç bir yıl sonra öldü. Bu olay üzerine bir hayli rahatlayan Ali, Merdavic’in ölümü ile Ziyarîler’in zayıflayacağını biliyordu. Nitekim öyle de oldu ve Ziyarîler çözülme sürecine girince, Merdaviç’in ordusunda yer alan birçok Türk askeri Ali’nin emri altına girdi. Bu takviyelerle ordusunu güçlendiren Ali, Hazar denizine kadar olan toprakların büyük kısmını ele geçirdi.

Büveyhî kardeşlerden Ali, bu faaliyetlere girişirken, ortancaları Ebu Ali Hasan,[4] bütün Cibal bölgesine sahip olmuş, en küçükleri Ahmed ise Kirman ve Huzistan’ı almıştı.

 

BAĞDAT ALINIYOR

Huzistan’a hâkim olan Büveyhîler, kısa bir süre sonra Irak ile daha yakından ilgilenmeye başladılar. Nitekim alınan bir davet üzerine harekete geçen Ahmed, zaten iç karışıklıklar içinde boğulan Bağdat’ı ele geçirdi. Böylece Abbasî halifeleri resmen ve fiilen Büveyhîlerin kontrolü altına girdi (945). Abbasî halifesi Müstekfi-billah, Ahmed’i ‘Müminlerin Emiri’ ilan etti; Ali’ye İmadüddevle, Hasan’a Rüknüddevle ve Ahmed’e ise, Muizzuddevle lakaplarını verdi. Kısa bir süre sonra Ahmed, Müstekfi-billah’ı halifelikten azlederek, yerine Muti-lillah’ı  atadı. Artık Abbasî halifeleri, Büveyhîlerin elinde bir oyuncaktı.

 

BÜYÜME

Ali, Hasan ve Ahmed zamanında Büveyhîler dört ayrı bölgede hüküm sürdüler. Bunlardan birincisi, Ali’nin kontrolünde olan Fars ve Huzistan bölgesi; ikincisi, Hasan’ın kontrolünde olan Cibal bölgesi; üçüncüsü ve dördüncüsü ise, Ahmed’in kontrolünde olan Kirman ve Irak bölgeleri idi. Bu üç kardeş zamanında devlet içi entrikalar hiç yaşanmadı; iç çatışmalar, anlaşmazlıklar olmadı. Çünkü her zaman en büyükleri Ali’nin otoritesi saygı ile karşılanırdı. 949 yılında Ali, 967 yılında Hasan ve 976 yılında ise Ahmed vefat etti. Bunun ardından hanedanın başına Hasan’ın oğlu Azududdevle geçti. Bu hükümdar zamanında Büveyhî ülkesinin, en geniş sınırları çizildi; Büveyhî devleti kuvvet ve kudretinin doruk noktasına ulaştı.

 

ÇÖKÜŞ

983 yılında Azududdevle ölünce onun üç oğlu arasında taht kavgaları başladı. Bu taht kavgaları 1044 yılına kadar, Ebu Kaliçar’ın Büveyhî ülkesine hâkim olmasına kadar sürdü.[5] Bu arada Gazneli Mahmud, Sünnî Abbasî halifeliğini Şiî denetiminden kurtarmak amacıyla Büveyhîler üzerine saldırdı. Gazneli Mahmud’un oğlu Mes’ud Bey komutasındaki ordu Rey şehrine girdi; kentteki tüm Şiîleri katlederek, şehirdeki bütün kütüphaneleri yaktılar (1027). Gazneli Mahmud öldükten sonra Gazneli Devleti’ni ortadan kaldıran Selçuklular, bu defa Büveyhîlerin üzerine yürüdü. Çünkü Selçuklular 1040 Dandanakan Savaşı’ndan sonra topladıkları kurultayda ele geçirilen ve geçirilmesi plânlanan toprakları hanedan üyeleri arasında paylaştırmışlar, Kirman ve civarı da Çağrı Bey’in oğlu Kavurd’a düşmüştü. Nihayet Kavurd, Kirman üzerine yürüyerek burayı ele geçirdi (1048).

Kirman’ın ardından sıra Bağdat’a gelmişti. Çünkü dönemin Abbasî halifesi, Tuğrul Bey’e bir mektup yazmış, kendisinin zor durumda olduğunu söyleyerek yardım istemiş ve Tuğrul Bey’i Bağdat’ı almaya  teşvik etmişti. Bu davete icabet eden Tuğrul Bey, Bağdat’ı ele geçirerek Büveyhîlere ağır bir darbe vurdu (1055). 1062 yılında ise, Büveyhîler kesin olarak dağıldı.[6]

 

BÜVEYHÎLERİN SİYASETİ

Mezhep olarak On İki İmam Şiîliğine mensup olan Büveyhîler, 945 ile 1055 yılları arasında Sünnî Abbasî halifelerini âdeta bir kukla gibi kullandılar, ama bu kurumu ortadan kaldıramadılar. Hem çıkabilecek iç karışıklıklar ve büyük tepkiler yüzünden böyle bir şey yapmaya imkân yoktu ve hem de Abbasî halifeleri Büveyhîleri meşru halife ilan ettiklerinden Sünnîler üzerinde de nüfuz etme imkânları vardı.

Büveyhîler, hâkimiyetleri boyunca, Sünnîlere karşı bir baskı politikasına girişmediler; onlara haklarını verdi ve mezheplerinin içtihatlarına uyma noktasında onları serbest bıraktılar. Büveyhîlerin mücadelesi genelde On İki İmam çizgisinden kopan Zeydîlere ve İsmailîlere karşı oldu. On İki İmamcı Şia ise tam bir özgürlük ortamında yaşıyordu. Darü’l-İlm adı verilen okullarda Ehl-i Beyt öğretileri yayılıyordu.

Diğer taraftan bütün bu olumlu yönlerine rağmen, Büveyhîler de hanedan olmanın bütün zaaflarını taşıdılar. Özellikle 983 senesinden sonra başlayan taht kavgaları ve iç çekişmeler, ne yazık ki, Büveyhîlerin bu olumlu taraflarına gölge düşürmüştür.

 

BÜVEYHÎLERİN MİRASI

İmam Mehdi (a.s)’ın son naibinin 940 yılında vefat etmesi ile birlikte, On İki İmam Şiası’nda bilimsel açıdan bir hareketlilik başladı. Büveyhî hâkimiyeti ise bu hareketliliği sonuna kadar kolaylaştırdı. Çünkü Büveyhîler On İki İmam Şiası’ndan olan alimleri destekliyor ve çalışmalarında her türlü imkânı seferber ediyorlardı.

Büveyhîler zamanında 940 yılında vefat eden ve Şia’nın en büyük alimleri arasında gösterilen Muhammed bin Yakup Kuleynî, yirmi yılda tamamladığı ‘el-Kâfi’ adlı  eseri telif etti.[7] Bu eserle On İki İmamcı Şia’nın, Zeydîlik, İsmailîlik, Sünnîlik, Mutezile gibi mezheplerle farklılıkları kesin olarak ortaya konuldu.

991 yılında vefat eden Muhammed bin Babaveyh, ‘Men La Yahzuruh’ul-Fakih’ adlı hadis kitabını telif etti ki, bu eser Şia’nın sahih bildiği dört hadis kitabından biridir. Yine Şia’nın sahih bildiği iki hadis kitabının müellifi olan Ebu Cafer Tusî, yine bu dönemde ‘el-İstibsar’ ve ‘Tehzibü’l-Ahkâm’ adlı eserleri telif etmiştir.

Yine bu dönemde yaşamış olan Şiî müellifler şunlardır: ‘El-İrşad’ ve ‘Evailü’l-Makalât’ adlı kitapların  yazarı Şeyh Müfid (1023), Nehcü’l-Belâğa’yı derleyen Şerif Razi ve ‘Emalî’ ve ‘es-Safî’ adlı eserlerin müellifi Şerif Murteza. [8]

 

 


[1]– Erdoğan Merçil, ‘Büveyhîler, İ.A., 6/469

[2]– Cümle hadistir.

[3]– Bundan sonra kolaylık olması açısından Ebu Hasan Ali, Ali olarak anılacak.

[4]– Bundan sonra kolaylık olması açısından Ebu Ali Hasan, Hasan olarak anılacak

[5]– 983-1044 arasındaki taht kavgaları için bkz: MERÇİL, aynı madde, İ.A.

[6]– Ayrıntılar için bkz.: İbrahim KAFESOĞLU, Selçuklu Tarihi, MEB Yay., s.25 vd.

[7]– Kuleynî, Usul-ü Kâfi, c.1, 1. bölüm, Çev Tacettin ULUÇ, Can Yay.

[8]– Ayrıntılı bilgi için bkz.: Dr. Vecihi KEVSERANİ, Osmanlı ve Safevîlerde Din-Devlet İlişkisi, Denge yay.,  s. 21 vd.