Eğer ümmetime zor gelmeseydi onlara her namazda dişlerini fırçalamalarını emrederdim. el-Kafi, 3/22/1 Hz. Muhammed (s.a.a)

İmam Ali’den (A.S) İnciler

İmam Ali’den (A.S) İnciler

 

Akıl Ve İlim Deryasında

1- Akıl gibi zenginlik, cehalet gibi yoksulluk olmaz. Akıl; hayrın kaynağı, meziyetlerin en üstünü ve süslerin en güzelidir

2- Akıl, hakkın elçisidir. Akıl, temellerin en sağlamıdır. İnsan, aklıyla tanınır. Her iş akılla düzelir.

3- İlim, kusurların perdesidir, örtüsüdür. Akıl, keskin bir kılıçtır. Ahlâkındaki kusurların, bozuklukların üzerini hilminle, ağır başlılığınla ört. Aklınla tutkulu heveslerini öldür. Fikir, berrak bir aynadır.

4- Akıl, Rahman ordusunun öncüsüdür. Heves ise, şeytan ordusunun komutanıdır. Nefis bu ikisi arasında gidip geliyor. Hangisi galip gelirse, nefis onun yanında yer alır.

5- Kişinin payına düşen şeylerin en üstünü, aklıdır. Kişi zelil olursa, aklı onu aziz kılar. Düşerse, aklı onu kaldırır. Saparsa, aklı onu doğru yola getirir. Konuşursa, onu destekler, doğru konuşmasını sağlar.

6- Allah katında insanların en üstünü, aklını diriltip şehvetini öldüren ve ahiretini düzeltmek için nefsini yoran kimsedir.

7- Akıl ne kadarsa, din de o kadar olur. Mümin, akıllı olmadan iman edemez. Her kişinin değeri, aklıdır.

8- Akıl şunlarla bilinir:

a) Akıl, günahlardan uzak durmak, olayların sonuçlarına bakmak ve tedbirli olmaktır.

b) Akıl, ilmin aslı ve anlamanın sebebidir.

c) Akıl, bilgi ve tecrübeyle artan bir güçtür.

d) Kalplerde kötü düşünceler uyanır, akıl onları temizler.

e) Akıl gücü, kötü filleri engeller.

f) Akıllı, iki şerrin en hayırlısını bilen kimseye denir.

 

Kur’ân ve Mübarek Nebevî Sünnetin Engin Ufuklarında…

Şöyle buyurur İmam Ali (a.s):

“O, Size, içinde her şeyin açıklaması olan bir kitap indirdi. Peygamber’ini (s.a.a) aranızda bir zaman yaşattı. İndirdiği kitapta kendisinin beğenip razı olduğu dini, onun ve sizin için tamamladı.”

“Bu Kur’ân’ı konuşturun. O kendisi konuşmaz. Fakat ben onun hakkında size bilgi veririm. Haberiniz olsun! Kur’ân’da geleceğe dair bilgiler vardır. Geçmişlerden söz etmektedir. Hastalıklarınızın ilacı ondadır. Aranızdaki ilişkilerin düzeni onda var. Kur’ân’ın bir kısmı diğer bir kısmının yardımıyla konuşur. Bir kısmı diğer bir kısmına tanıklık eder. Allah hakkında farklı konuşmaz. Onunla hemhal olanı Allah’tan koparmaz. Eğrilmez ki, doğrultulsun. Sapmaz ki, kınansın… Müracaatın çokluğu ve çok dinlenilmesi onu eksiltmez… Olağanüstülüklerinin sonu yoktur. Gariplikleri tükenmez. Karanlıklar ancak onunla aydınlanır.”

“Kur’ân, kalbin baharıdır. Kalbi ondan başkası parlatamaz. Kur’ân imanın kaynağı ve merkezidir. İlmin membaı ve denizidir. Adaletin bahçesi ve havuzudur. İslâm’ın sancağı ve binasıdır. Hakkın deresi ve pınarıdır. Bir denizdir ki, suyunu taşıyanlar onu tüketemezler. Bir pınardır ki, suyunu çekenler onu kurutamazlar. Su kaynağıdır ki, dalanlar onun derinliğine varamaz. Allah onu, alimlerin susuzluğunu gideren pınar, fakihlerin kalplerini onaran bahar, salihlerin yollarının işaretleri kılmıştır… Kur’ân’ı, anlayanlar için ilim, rivayet edenler için söz, hükmedenler için hüküm kılmıştır. Arkasından hastalık gelmesinden korkulmayan bir şifa, peşinden hastalık gelmeyen bir ilâç kılmıştır Kur’ân’ı… O hâlde hastalıklarınızı onunla tedavi edin. Zorluklarınıza karşı ondan yardım isteyin. Çünkü o, küfür, nifak, azgınlık ve sapıklık gibi en büyük dertlere devadır.”[1]

Hz. Peygamber’in (s.a.a) sünnetine gelince, İmam Ali (a.s) insanları sünnete göre amel etmeye davet eder. Sünnetin ümmete ulaştırılması ve batıl ehli olanların yok ettikleri sünnetin ihyası hususunda İmamların (a.s) konumunu ve onurlu misyonlarını açıkladı. Bu arada sünnetin ekseninden uzaklaşanların bu sapmalarının sebeplerini de gözler önüne serdi.

 İmam’ın (a.s) sünnetle ilgili bazı sözleri:

– “Peygamberinizin (s.a.a) yolunu izleyin; çünkü o, en üstün yoldur. Onun sünnetini uygulayın; çünkü onun sünneti yasaların en doğrusudur.”

– “Allah katında en sevimli kul, Peygamberi’ni örnek alan, onun izini takip eden kimsedir.”

– “Lider ve kurtuluşa götürücü önder olarak Muhammed’e (s.a.a) razı ol. “

– “Bugün insanların elinde (din namına) hak olan şeyler var, batıl olan şeyler var. Doğrular var, yalanlar var. Neshedenler var, neshedilmişler var. Genel nitelikli hükümler var, özel nitelikli hükümler var. Muhkem olan buyruklar var, müteşabih olanlar var. Gerçekten Peygamber’den (s.a.a) duyulup ezberlenen şeyler var, Peygamber’in (s.a.a) söylediği vehmedilen şeyler var. Peygamber’in (s.a.a) zamanında bile Peygamber adına yalan uyduran kimseler olmuştu. Nitekim Peygamberimiz (s.a.a) bu hususta bir konuşma gereğini duymuş ve şöyle buyurmuştu: Kim bilerek benim adıma yalan söylerse, ateşteki yerine şimdiden hazırlansın.”

– “Bu ümmetten hiç kimse Muhammed’in (s.a.a) Ehlibeyti’yle mukayese edilemez… Hz. Muhammed’in (s.a.a) Ehlibeyti, ilmin hayatı ve cehaletin ölümü demektir… Hakka muhalefet etmezler ve hak noktasında birbirleriyle ayrılığa düşmezler… Onlar İslâm’ın dayanakları ve İslâmî kenetlenmenin giriş kapısıdırlar. Onlarla hak gerçek yerine kavuşmuştur. Batıl, onlar sayesinde işgal ettiği yerden alaşağı edilmiştir. Onlar sayesinde batılın dili kökünden kesilmiştir. Onlar, anlayarak ve gözeterek dini aklettiler, sırf dinleyerek ve rivayet ederek değil. Onlar Peygamber’in (s.a.a), sırrının bıraktığı yer, emrinin destekçisi, ilminin kaynağı, hikmetlerinin sığınağı, yazılarının mahzeni ve dininin dağları gibidirler. Onlar karanlıkları aydınlatan lambalar, hikmetin pınarları, ilmin madenleri ve hilmin yurtlarıdırlar.”

– “Ben Rabbimden gelen apaçık bir belge ve Peygamber’den miras kalan bir yol üzereyim. Ben apaçık bir yol üzereyim ki, onu açıkça size söylüyorum.”[2]

Tevhid, Adalet ve Ahiret Üzerine

Allah’ın varlığını ispat bağlamında şöyle buyuruyor:

“Varlıkları yaratmasıyla kendi varlığını gösteren, yarattıklarının sonradan oluşlarıyla kendi öncesizliğini kanıtlayan, yarattıklarının birbirine olan benzerliğiyle kendisinin benzerinin olmadığını ortaya koyan Allah’a hamdolsun…”

– “Allah’ın yaratıklarını gördüğü hâlde, Allah’ın varlığından kuşku duyan kimselere hayret ediyorum… Allah, sağlam idaresini ve kesin kaderini ortaya koyan alametler aracılığıyla kendini açık bir şekilde akıllara göstermiştir.”

İmam’a (a.s): “Rabbini gördün mü?” diye sorulmuş, o da şu cevabı vermiştir: “Görmediğim tanrıya nasıl ibadet ederim?” Ardından şunları söylemiştir: “Gözler, O’nu somut bir şekilde görerek algılayamazlar. Ancak kalpler, iman hakikatleriyle onu algılarlar… O’nun rablığı, kalbin veya gözün kuşatacağı şekilde kavranmaktan, ihata edilmekten yücedir.”

Ünlü Sabah Duası’nda şöyle diyor: “Ey zatıyla zatını gösteren! Ey yarattıklarına benzemekten münezzeh olan! Kullarının keyfiyetleriyle uyuşmaktan uzak olan! Ey zihinlerden geçen düşüncelere yakın olan! Ve ey gözlerin ihatasından uzak olan! Olanı olmadan önce bilen!…”

İmam’ın (a.s) o yüce hutbeleri, ilâhî kudrete delâlet eden gökyüzü ve yeryüzü ayetleriyle doludur. O, bu ayetleri bilen ve basiret sahibi biri olarak yorumlamıştır. İlâhî kudretin ve azametin ayetlerini öyle detaylı bir şekilde açıklamıştır ki, bu anlatım, bunları mütalaa edenlere iman aşılamakta, Allah’tan korkmalarını ve azametinin önünde eğilmelerini sağlamaktadır. Öyle ki, onun hutbelerini dinleyen bir kimse, tam da onun söylediği şu sözün gerçekliğini görür: “Allah’a yemin ederim ki, şayet önümdeki gayp perdesi kalksaydı, bu, benim yakinimde herhangi bir artışa neden olmayacaktı…”

İmam (a.s), Allah’ın sıfatları ile ilgili olarak çok ince bir tasvir yapmıştır. Onun bu tasviri, ince felsefî araştırmalar için bir kriter, bu tür araştırmalar için bir giriş kapısı işlevini görmüştür. Bu gibi konulara dalan fikirler, eğer rabbanî hidayet ve yol göstericilik olmazsa, yollarını şaşırır, saparlar.

Şöyle diyor: O’nu birlemenin kemâli, sırf O’na yönelmektir (ihlâs). Sırf O’na yönelmenin (ihlâsın) kemâli, sıfatları O’n-dan nefyetmektir. Çünkü her sıfat, mevsuftan başka olduğunun tanığı, her mevsuf da sıfattan ayrı olduğunun şahididir. Bu nedenle, Allah’ı vasfeden, O’nu (o sıfata) yanaşık kılmış olur. O’nu yanaşık kılan, O’nu ikilemiş olur. O’nu ikileyen, O’nu parçalara bölmüş olur. O’nu parçalara bölen, O’nu bilmemiş olur. O’nu bilmeyen, O’na işaret etmiş olur. O’na işaret eden, O’nu sınırlamış olur. O’nu sınırlayan, O’nu sayıya sokmuş olur. O, varlıktır; ama sonradan olma niteliğinde değil. O, mevcuttur; ama yokluktan değil. Her şeyle beraberdir, ama yapışmak suretiyle değil. Her şeyin gayrisidir, ama ayrılmak suretiyle değil…”

Allah’ın birliğini kanıtlamak bağlamında şunları söyler: “Bil ki, ey oğulcuğum! Eğer rabbinin ortağı olsaydı, bu ortağın elçileri de sana gelirlerdi ve sen onun mülkünün ve egemenliğinin belirtilerini görürdün. Bil ki, ey oğulcuğum! Hiç kimse, Hz. Peygamber (s.a.a) gibi Allah’tan haber vermiş değildir. Şu hâlde önder olarak ona razı ol.”

Allah’ın adaletini şöyle vasfeder: “Allah kullarının zulmünden yücedir. Mahlukat üzerinde adaletiyle kaimdir. Onlar hakkında adaletle hükmeder. Verdiği her karar adalete uygundur…”

– “O sana ancak güzel olanı emretmiş, ancak çirkin olanı yasaklamıştır. O’nun gök ehline ilişkin hükmü ile yer ehline ilişkin hükmü birdir. Allah, bir meleği cennetten çıkardığı bir şeyden dolayı bir insanı cennete koyacak değildir.”

İlâhî Önderlik (Nübüvvet ve İmamet) Üzerine

Allah’ın, akıl ve bilgiyle donattığı, irade ve seçme silâhıyla mücehhez kıldığı kullarını doğru yola iletmeleri için seçtiği önderler aracılığıyla somutlaşan ilâhî yol göstericilik, kesintisiz ve sürekli bir ilâhî yasadır. İnsanlığın hayatına egemen olan bu yasa, yarattıklarının en hayırlısı Âdem’i seçmesiyle başlar:

“Âdem’i, tövbe etmesinden sonra yeryüzüne indirdi. Orayı nesliyle imar etsin ve onun aracılığıyla kullarına yönelik kanıtlarını somut olarak ortaya koysun diye. Allah o ilk nesilleri ortadan kaldırdıktan sonra, bu yasayı devre dışı bırakmadı. Bilâkis rabliğinin kanıtlarını aralıksız olarak ortaya koydu ve kullarıyla kendisinin bilinmesi arasındaki bağlantıyı sürdürdü. Seçkin peygamberlerinin ve risalet emanetinin taşıyıcıları aracılığıyla onlara sürekli olarak varlığının ve birliğinin kanıtlarını iletti. Bu misyon art arda gelen tüm asırlarda kesintisiz olarak sürdü… Bu kanıtları, en iyi yerlere emanet etti ve en hayırlı yerlere yerleştirdi. Onları soylu ve onurlu sulplerden alıp en temiz rahimlere aktardı… Nihayet en sonuncuları olan Hz. Muhammed (s.a.a) en verimli madenden ve onurlu kökten bir fidan olarak ortaya çıktı. Bütün peygamberlerin yeşerdikleri ve bütün güvenilir kullarının ortaya çıktıkları köklü bir ağaçtan…”

İmam (a.s) peygamberlerin zahitliklerini, cesaretlerini, mütevazılıklarını, Allah’ın kendilerini gözetişini, deneme ve sınamalarla kendilerini eğitmesini, Allah yolunda eziyetlere maruz bırakışını anlatır. Onların, tebliğ ve insanları Allah’a davet etme, müjdeleme ve uyarma, Allah’ın hükmünü yeryüzüne egemen kılma, insanlara yol gösterme, onları cehalet ve sapıklıktan kurtarma, Allah’ın düşmanlarıyla savaşma şeklinde somutlaşan görevlerini açıklar.

Rabbanî yol göstericilik, asırlar boyunca sürüp gelen bir çizgi olarak kıyamete kadar devam edecektir. Yeryüzünde her zaman, Allah için O’nun kanıtlarını ortaya koyan biri bulunur. Bu kaim ya bilinen ve açıkta biri olur, ya da gizli olur. Ama Allah’ın kanıtları ve açıklamaları geçersiz olmasın diye bu misyon sahibi her zaman bulunur… Peygamberlik misyonu Hz. Muhammed (s.a.a) ile son bulunca, yol göstericilik misyonu, yeryüzündeki soyların en hayırlısı olan Ehlibeyti’ne geçti. Çünkü onlar konuştukları zaman doğruyu söylerler; sustukları zaman da kimse gerçekleri beyan etmek bakımından onlardan öne geçmemiştir. Onlar peygamberlik ağacı, risalet alanıdırlar. Meleklerin inip çıktıkları hanedandırlar. İlim madeni ve hikmet kaynağıdırlar. Allah katında büyük değere sahiptirler… Allah onlar aracılığıyla kanıtlarını ve beyanlarını korur… Kitap onlarla bilindi ve onlar da kitapla bilindiler. Kur’ân’ın kerametleri ve Rahman’ın hazineleri onlardadır. Onlar ilimde derinleşenlerdir… Hilimleri ilimlerini anlatır, dış görünüşleri iç dünyalarını haber verir, suskunlukları hikmetli mantıklarını dile getirir. Hiçbir zaman hakka karşı çıkmazlar ve hak üzerinde ihtilaf etmezler. Onlar İslâm’ın dayanakları ve İslâm üzere birbirine bağlanmanın giriş kapılarıdır. Onlar aracılığıyla hak, hakkettiği yere gelmiştir. Batıl ise onlar sayesinde hakketmediği yerden alaşağı edilmiştir. Onlar dinin temeli ve yakinin direkleridir. İleri gidenler onlara dönerler ve geride kalanlar onlara yetişirler. Tam anlamıyla velâyetin özellikleri onlardadır. Vasiyet ve veraset onlara aittir.

İmam Ali (a.s), Ehlibeyt’in düşünsel ve siyasal önderlik misyonunu sık sık vurgulamış, önderliğin Hz. Peygamber (s.a.a) tarafından tayin edilen çizgisinden alınmasına itiraz etmiş, hakkından ödün vermek zorunda kalmasına rağmen halifelik çizgisine, genelde ve ayrıntılarda karşı çıkmıştır. Peygamber’den (s.a.a) sonra önderlikle ilgili nebevî çözümü, kesin bir dille ortaya koymuştur. Hakkın yerini bulması için hikmet esaslı bir üslupla mücadele etmiştir. Devletin ve İslâm ümmetinin geçtiği hassas konjonktürü gözeten bir üslup kullanmıştır. Şartlar elverir de liderlik kendisine geçince uygulamak üzere eksiksiz bir teori geliştirmiş ve bu teorinin uygulanması için gerekli hazırlıkları yapmıştır.[3]

İmam Mehdi (a.s) Üzerine

Peygamberimizden (s.a.a) sonra ümmetin içinde bulunduğu karışık duruma rağmen, beklenen Mehdi (a.s) olayı, Kur’ân, Hz. Peygamber (s.a.a) ve İmam Ali tarafından müjdelenmiş ve üzerinde önemle durulmuştur. İmam Ali (a.s) bu hususta şöyle der:

“Haberiniz olsun! Yarın -ki yarının ne getireceğini bilmiyorsunuz- velâyet sahibi, onlardan kötülük yapan kimseleri sorguya çekecek. Yeryüzü içinde altın ve gümüş cinsinden ne varsa, onun için dışarı atacak, servet ve hazinelerini ona sunacak. O zaman adaletli hayat nasılmış gösterecek. Kitap ve sünnetten yok edilenleri yeniden diriltecek.”[4]

Bu, kuşku yok ki, Mehdi (a.s) ile ilgili sınırları belli, aydınlanmış, belirtileri açık ve sınırları belli son derece dikkatli bir görüştür. Evrensel bir devrimi somutlaştırmaktadır. Bu devrimle birlikte İslâm dünyasının durumu, daha doğrusu bütün insanlığın durumu, tashih edilecek, onarılacaktır. İmam Ali (a.s) bu devrimin lideri hakkında şunları söylüyor:

“İnsanlar ilâhî hidayeti heveslerine bağladıkları zaman, o, hevesleri ilâhî hidayete bağlar. İnsanlar Kur’ân’ı kişisel görüşlerine bağladıkları zaman, o, kişisel görüşleri Kur’ân’a bağlar.”[5]

“Nehc’ül-Belâğa Kurumu” İmam Ali’nin (a.s) İmam Mehdi’yle (a.s) ilgili hadislerini derleyerek bir araya getirmiştir. Bu hadisler bir ciltte toplanmış ve toplam sayıları 291 kadardır. Bu hadislerden on dördü, İmam Mehdi’nin ismi, sıfatları ve dualarıyla, yetmiş yedi tanesi, İmam Mehdi’nin soyu ile ilgilidir. İmam Mehdi’nin Kureyş’ten, Haşimoğulları oymağından, Ehlibeyt’ten ve Ali evlâdından, Fatıma’nın (a.s) soyundan, hatta Hüseyin’in (a.s) soyundan ve On İki İmam’dan biri olduğu belirtilir. Bu hadislerden kırk beş tanesi, Kur’ân’da, Nehc’ül-Belâğa’da ve Emir’ül-Müminin’in (a.s) şiirlerinde İmam Mehdi’ye (a.s) yönelik işaretlerle ilgilidir. Yirmi üç tanesi, Mehdi’nin yardımcılarıyla ve siyah bayraklarıyla ilgilidir. On iki tanesi, Süfyanî ve Deccal hakkındadır. Yirmi altı tanesi, Mehdi’nin gaybete çekilmesi ve bu gaybet döneminde Şiîlerin çekecekleri sıkıntılarla ve Mehdi’nin (a.s) ortaya çıkışını beklemenin faziletiyle ilgilidir. Yetmiş beş tanesi, Mehdi öncesinde kopacak fitneler, onun zuhurunun alâmetleri, zuhurunun sonrası, Dabbet’ül-Arz, Ye’cuc ve Me’cuc hakkındadır. On dokuz tanesi, Kûfe mescidinin faziletiyle, Ehlibeyti’nden doğu halkıyla birlikte çıkacak ve sekiz ay boyunca kılıcı boynunda taşıyacak ve onun da: “Vallahi, bu Fatıma evlâdından değildir!” denilecek biri ile ilgilidir. Sonra İmam Ali (a.s), İmam Mehdi’nin (a.s) zuhuru sırasında yeryüzünün durumunu, onun hükümetini ve dinin onunla nasıl mühürleneceğini açıklar.

“Ey Kumeyl! Benim başlatmadığım ilim ve Kaim’in (a.s) sonlandırmadığı hiçbir sır yoktur… Ey Kumeyl! Geçmişinizin geri gelmesi kaçınılmazdır. Bizim, içinizde galibiyet sağlamamız kaçınılmazdır… “[6]

Din bizimle başladığı gibi bizimle de son bulur. İnsanlar bizimle şirk sapıklığından kurtuldukları gibi bizimle de fitne sapıklıklarından kurtulurlar. Şirk menşeli düşmanlıktan sonra, Allah, bizimle insanların kalplerini ve dinlerini kaynaştırdığı gibi, fitne menşeli düşmanlıktan sonra da bizimle onların kalplerini dinde kaynaştıracaktır.[7] Bizden olan Kaim ortaya çıkınca, gök yağmurunu yağdırmaya ve yer bitkilerini yeşertmeye başlar. Kulların kalplerindeki düşmanlık ortadan kalkar. Yırtıcı hayvanlarla evcil hayvanlar (kurtla kuzu) bir arada yaşar. Hatta bir kadın Irak’tan kalkar tek başına Şam’a gider ve her adımını attığında mutlaka yeşilliklere basar. Başında bütün ziynetleri olur da ne bir yırtıcı ona zarar verir, ne de o bir yırtıcıdan korkar.”[8]

İslâmî Yönetim/ Felsefesi ve Temel Prensipleri üzerine

İmam Ali (a.s), Hz. Peygamber’in (s.a.a) döneminden sonra, İslâmî yönetime dair eşsiz ve pratik bir örnek sunmuştur. Bu yönetim, kendi içinde uyumlu ve tutarlı, eksiksiz bir teoriyle beslenmiştir. Bu teoriyi, kendi kitabında Mısır’a vali olarak gönderdiği Malik-i Eşter’e yazdığı emirnamesinde ve mektubunda gözlemlemek mümkündür. Sosyal bilimciler bu emirnameyle ilgilenmişler. Şerhlerini yapmış, değerlendirmelerde bulunmuşlar. Ona dair geniş etraflı açıklamalar yapmış ve diğer yönetim biçimleriyle karşılaştırmışlardır. Bu metin, onun (a.s) imamlığının kanıtlarından biri kabul edilir. Bununla, Ehlibeyt mektebi, İslâm ismini taşıyan sair mekteplerden ve İslâm hilâfeti adı verilen yönetim tarzından belirgin bir şekilde ayrılır. Bu mucizevî metnin yanında, Nehc’ül-Belâğa’da ve İmam’dan (a.s) bize ulaşan diğer naslarda, İslâmî yönetim felsefesine, düzenine, temellerine ve ayrıntılarına dair eşsiz bir teoriyle karşılaşıyoruz. Bu geniş çerçeveli yaklaşımın bazı temel çizgilerini aşağıya alıyoruz.

İmam (a.s) yönetimin toplumsal bir zorunluluk olduğunu vurgulamıştır: “İyi veya kötü, insanların mutlaka bir emiri olmalıdır. İmamet, ümmetin düzenidir…” Yönetim mekanizmasının hayat için bir deney laboratuarı olduğunu açıklamıştır: “Güç, övgüye değer hasletlerle yerilen hasletleri ortaya çıkarır.”

Bu arada egemenliğin gelip geçici bir değer olduğunu ve buna aldanmamak gerektiğini açıklamıştır: “Devlet, insana yönelebildiği gibi, arkasını da döner…” Ardından ideal ve örnek hükümetin, değerli, kendisi için hazırlık ve plân yapılma değeri taşıyan yönetim olduğunu da açıklamıştır.

İslâm yönetim düzeninin ve örnek devletin temel görevleri ise şu şekilde belirlenir: 1- Ümmeti aydınlatmak. 2- Adaleti egemen kılmak. 3- Dini korumak. 4- İlâhî hadleri uygulamak. 5- Toplumu eğitmek. 6- İnsanlara öğüt vermek için çalışmak ve vaaz amaçlı tebliğde bulunmak. 7- Gelir kaynaklarını genişletmek, insanların durumunu iyileştirmek ve iyi bir geçim düzeyini sağlamak. 8- Bağımsızlık ve ümmetin onurunu savunmak. 9- İç güvenliği sağlamak. 10- Zayıflara yardım etmek. 11- Düşkünlere destek olmak. 12- Yeryüzünün imarına önem vermek.

İdeal yöneticide ise bazı sıfatların olması gerekir, ki bu sıfatlar yönetimin kalıcı ve devamlı olmasının temel etkenlerinin başında gelirler. Bunları şu şekilde özetlemek mümkündür: 1- Hakka boyun eğmek. 2- Olguları anlamak. 3- Kesin ve açık sözlü olmak. 4- Hakkı egemen kılma hususunda cesur olmak. 5- İyi niyetli olmak. 6- Vatandaşlara iyilikte bulunmak. 7- İffetli olmak. 8- Adaleti yaygınlaştırmak. 9- Planlı ve iktisatlı olmak. 10- İnsaflı olmak. 11- Şefkatli olmak. 12- Halim, ağır başlı olmak. 13- Dini savunmak. 14- İleri düzeyde takva sahibi olmak. 15- Emanet ve sorumluluk duygusuna sahip olmak. 16- Uyanık olmak. 17- Halka kaldırabileceği yükümlülüğü emretmek. 18- Sahip olduğu güçten dolayı kibirlenmemek. 19- Doğru bir işbölümü yapmak ve her bireye uygun olduğu sorumluluğu vermek. 20- Sahip olduğu her şeyde israfa kaçmaksızın eli açık ve cömert olmak.

İmam’ın (a.s) sözlerinde devletlerin yıkılışına ve yönetimlerin başına musibetlerin gelmesine sebep olan etkenlere ilişkin geniş açıklamalara da rastlıyoruz. Bu sözleriyle İmam, yöneticileri, görevlileri ve valileri uyarmaktadır. Bu etkenleri şu şekilde sıralamak mümkündür: 1-Cehalet. 2- Kişisel görüşe dayalı istibdat ve istişareyi terk etmek. 3- Heva ve hevesin peşinden gitmek. 4- Birden fazla karar mekanizmasının olması. 5- Batıla tabi olmak ve dini küçümsemek. 6- Azgınlık ve zulüm. 7- Kibir ve övünme. 8- İyiliği engelleme. 9- İsraf ve savurganlık. 10- Gaflet. 11- İntikam. 12- Kötü tedbir. 13- İbret almamak ve deneyimlerden yararlanmamak. 14- Çok özür dilemek ve peş peşe hatalar işlemek. 15- Temel prensipleri zayi etmek. 16- Rezil, alçak ve idarî makamlara lâyık olmayan kimseleri öne çıkarıp, yetenekli kimselere tercih etmek. İmam Ali (a.s) bu konuda şöyle der:

“Alçak ve yetersiz insanların yönetime geçmeleri, devletin çöküşünün ve yıkılışının kanıtıdır.” 17- Hainlik. İmam (a.s) bu hususta şöyle der: “Bir toplumda hıyanetler baş gösterince, bereketler ortadan kalkar. Bir yöneticinin veziri, yardımcısı hain olunca, tedbiri ve plânı da bozulur.” 18- Siyaset zayıflığı. İmam Ali (a.s) şöyle der: “Liderler için felâket, siyasetin zayıf olmasıdır. Güçlü bir insanın felâketi de düşmanını küçümsemesidir. Tedbirini erteleyen yıkılışını öne alır.” 19- Kötü bir hayata sahip olmak. Şöyle der İmam Ali (a.s): “Meliklerin en büyük felaketi kötü bir hayat yaşamalarıdır.” 20- Valilerin ve yöneticilerin acizliği. 21- Halkın yöneticiyi himayede zayıflık göstermesi. İmam Ali (a.s) der ki: “Mülkün afeti, himayenin zayıf olmasıdır.” 22- Öğüt verenler hakkında kötü zan beslemek. 23- Liderlerin dünya zevklerine düşkün olmaları, dünya lezzetlerine dalmaları. İmam Ali (a.s) şöyle der: “Efendi ve üstün o kimsedir ki, yaltaklık yapmaz, başkalarını aldatmaya çalışmaz ve dünya tamahları da onu aldatmaz.” Yine şöyle der: “Dünya lezzetlerine düşkünlük, emiri alçaltır.” 24- Emniyetin olmaması.

İbadetler ve Farzlar Üzerine

İmam Ali (a.s) şöyle der: “Allah size bir takım farzlar öngörmüştür. Sakın onları zayi etmeyin. Bir takım sınırlar çizmiştir. Onları aşmayın. Bazı şeyleri size yasaklamıştır. Onları işlemeyin. Bazı şeyler hakkında da bir hüküm bildirmemiştir. Ama bu onları unuttuğundan dolayı değil. O hâlde onlar için kendinizi zahmete atmayın. Allah size ancak güzelliği emretmiştir ve size ancak çirkinliği yasaklamıştır.”

– “Zayi etmen durumunda hiçbir mazeretin kabul edilmeyeceği emirleri mutlaka yerine getir.”

– “Allah’ın size ilk vacip kıldığı şey, nimetlerine karşı şükrünüzü yerine getirmeniz ve onun hoşnutluğunu aramanızdır. Ne mutlu Rabbine sürekli itaati gözetenlere! İtaat nitelikli fiillere koşun. Salih amellerde yarışın. Şayet kusur işleyecekseniz, sakın farzların edasında kusur işlemeyin. Farzlar zarar gördüğü zaman nafilelerle Allah’a yaklaşmak mümkün değildir. İbadetin farzlarını eda etmek gibisi yoktur.”

İmam Ali (a.s), bazı ilâhî yasaların gerisindeki felsefeyi açıklamaya önem vermiştir:

“Allah şirkten arınmak için imanı, kibirden temizlenmek için namazı, rızkın bollaşması için zekâtı, halkın ihlâsını denemek için orucu, dinin güçlenmesi için haccı, İslâm’ın izzeti ve onuru için cihadı, halkın maslahatı için emr-i bi’l-marufu (iyiliği emretme), beyinsizlere engel olmak için nehy-i ani’l-münkeri (kötülükten sakındırmayı), fertlerin sayısını geliştirmek için akrabalık bağlarını korumayı, insan kanının boşa akmaması için kısası, haramlara gerekli saygı ve özenin gösterilmesi için hadlerin uygulanmasını, aklı korumak için içki içmenin terk edilmesini, iffetlilik gereği olarak hırsızlıktan uzak durmayı, insan soyunu korumak için zinadan vazgeçmeyi, neslin çoğalması için livatadan uzak durmayı, hakların inkarına karşı koymak amacıyla şahitliği, doğruluğun onurunu yükseltmek maksadıyla yalandan uzak durmayı, korkulardan emin olmak için İslâm’ı, ümmetin düzeni için imamlığı, imamete saygı için de itaati farz kılmıştır.”

– “Bedenin zekâtı, cihat ve oruçtur. Allah’ın evini ziyaret etmek, cehennem azabına karşı bir güvencedir.”

– “İyiliği emret ki, iyilik ehlinden olasın. Elinle ve dilinle kötülüğe karşı çık. Elinden geldiği kadar kötülükten uzak dur. Dinin son hedefi, iyiliği emretmek, kötülüğü yasaklamak ve hadleri ikame etmektir. Cihat dinin direği ve mutlu insanların hayat tarzıdır. Kim hakkı egemen kılmak için cihat ederse, başarılı kılınır. Göklerin kapıları mücahitlere açılır. Cihadın sevabı ödüllerin en büyüğüdür.[9]

Ahlâk ve Terbiye Üzerine

İmam Ali (a.s) toplumsal terbiyeye büyük önem vermiştir. İnsandaki ahlâkî sapmayı derinliğine tedavi etmek için yoğun çaba sarfetmiştir. İmam Ali (a.s) en temel hastalığı şöyle vasfeder: “Dikkat edin! Dünya sevgisi bütün hataların anasıdır.” İmam Ali (a.s) hilâfete dair nebevî çözüme karşı gerçekleştirilen komploların gerisindeki en temel sebepleri ve Peygamber efendimizin (s.a.a) tevatür düzeyindeki sözlerine ve Müslümanlara karşı ortaya konulmuş onca kanıta rağmen iktidarın ele geçirilmesinin sırrını açıklarken, dünya sevgisinin en derin nedenini de şu şekilde izah etmektedir: “Evet, onları duydular ve iyi de anladılar. Fakat dünya onların gözlerine süslü göründü. Dünyanın çekiciliği onların akıllarını başlarından aldı.”

Dünyaya yönelik bu şiddetli sevgi, insanı amacına ulaşmak için her türlü yola başvurmaya sevk eder. Çünkü insanın bir şeye yönelik aşırı sevgisi, onu kör ve sağır eder. Bu yüzden halifeler hilâfeti ele geçirmelerini çeşitli gerekçelerle izah etmeye kalkışmışlardır ki, İmam’ın (a.s) kesin kanıtları karşısında bu gerekçelerin hiçbir geçerliliği kalmamıştır. Buna rağmen iktidarı elden bırakmamak için büyük bir direnç göstermişlerdir. Şayet, bu sapmanın derin sebebinin tedavisi için İmam Ali’den (a.s) bir ilâç isteyecek olursak, bu ilacı, onun Hemmam hutbesi adıyla bilinen konuşmasındaki muttakilere ilişkin ince tanımlamasında buluruz. İmam Ali (a.s) bu hutbesinde muttakileri takvanın bu kemal derecesine ulaştıran sırrı şöyle açıklar: “Onların nefislerinde yaratıcı gereği gibi büyük olduğu için, ondan başkası alabildiğine küçülmüştür.” İşte, bunun gibi yüce Allah’a ilişkin gerçek bilgi, muttaki kulların gözünde dünyanın küçülmesine sebep olur. Onların gözlerinde dünya küçüldüğü zaman, artık dünya onların hiçbir çabalarının amacı olamaz. Dünyaya sahip olmak için çabalamazlar. Bilakis, dünyaya ve dünya mülküne ilgi duymazlar. Tıpkı Ali b. Ebu Talib’in dünya mülküne ilgi duymadığı gibi. Nitekim Kureyş hilâfeti zorla ele geçirdiğinde o, bu zahirî egemenlikten vazgeçmişti ve şöyle demişti: “Bu özgü makama (hilâfet), bazıları tamah etti. Bazıları ise, ondan cömertçe vazgeçtiler. Hakem Allah’tır ve buluşma günü de kıyamettir.”

İşte bu noktada İslâm toplumunda birbirinden tamamen farklı iki ahlâkî çizgi belirginleşti. Biri: Makyavelist siyaseti yeren Ali’nin (a.s) örnek ahlâkı.[10] Diğeri ise, hangi yolla olursa olsun, iktidara gelmek için her şeyi mubah gören halifelerin ahlâkıdır. Bu yüzden Ali (a.s), iktidardan imtina etmişken, başkaları ihtirasla iktidara sarılmıştır.

Dua ve Yakarış Üzerine

Diğer Ehlibeyt İmamları gibi İmam Ali (a.s) de dua ve yakarışa büyük önem veriyordu. Nitekim bu bağlamda Kur’ân-ı Kerim Hz. Peygamber’e hitaben şöyle buyuruyor: “De ki: Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!”[11] İmam Ali (a.s) gerek sözleriyle ve gerekse hayatıyla duanın önemini vurgulamıştır ve şöyle buyurmuştur: “Dua, velilerin silâhıdır.”

Nehc’ül-Belâğa’da çeşitli alanlarla ilgili dualar yer alır. Bu dualar “es-Sahifet-ul Aleviyye” adı altında derlenmiştir. Bu duaların en parlağı Kumeyl duası, Sabah duası ve Şabaniye münacatı adıyla bilinen dualardır. Aşağıda İmam Ali’den (a.s) rivayet edilen manzum bir münacat ve yakarışa yer veriyoruz:

“Hamdolsun sana ey cömertlik, ululuk ve yücelik sahibi!

Şanın yücedir senin, dilediğine verirsin, dilediğine vermezsin

İlâhî, ey yaratıcım, koruyucum, sığınağım!

Zorlukta ve kolaylıkta sana yakarırım.

İlâhî! Hatalarım büyük ve çok olsa da,

Senin günahlarımı bağışlaman, daha büyük ve daha geniştir.

İlâhî! Hâlimi, yoksulluğumu ve muhtaçlığımı görensin,

Benim gizli yakarışlarımı duyansın.

İlâhî! Umudumu kesme, saptırma

Kalbimi. Çünkü, cömertliğinin sınırsızlığına dair ümidim sonsuzdur.

İlâhî! Eğer beni yalnız bırakırsan ya da dergâhından kovarsan,

Kime ümit bağlarım

Ya da kimi şefaatçi kılarım.

İlâhî! Beni azabından koru, çünkü ben,

Zelil olmaktayım, korkarak sana boyun eğmekteyim.

İlâhî! Eğer bana bin yıl azap edersen,

Sana bağladığım ümit ipim kopmaz.

İlâhî! Eğer iyilerden başkasını affetmezsen,

O zaman, hevasına uyup kötülük edene kim fayda sağlar.

Sevgi adamı gecelerini uykusuz geçirir,

Yakarır, dua eder. Gafil ise, rahat uykusuna dalar.”[12]

İmam’ın (a.s) Edebî Eserleri Üzerine

Gerek Nehc’ül-Belâğa’da ve gerekse İmam’ın (a.s) mirasıyla ilgili diğer kitaplarda düz yazı ve manzum olarak İmam’dan rivayet edilen bazı metinleri inceleme imkanı bulduk ve İmam’ın hitabet, yazı, mektup, hikmetli söz, öğüt ve şiir meydanında ulaştığı göz kamaştırıcı zirveyi gözlemledik. Edebiyat uzmanlarının da söylediği gibi, sanat, derinlik ve fikir alanında tarihin tanık olduğu en yüksek edebî ürünler İmam Ali’nin (a.s) ortaya koyduğu ürünlerdir, dediğimiz zaman mübalağa etmiş olmayız.[13]

 İmam Ali’nin (a.s) değişik alanlarda ortaya koyduğu manzum eserlerden bazı örnekleri aşağıya alıyoruz. Bu arada İmam Ali’ye (a.s) nispet edilen bir divan olduğunu da belirtelim. Bazı tarihçiler bu eseri esas almışlar ve edebî sanatlara İmam Ali’den rivayet edilen bu metinleri tanık göstermişlerdir.[14]

İmam (a.s), babası Ebu Talib (r.a) için yazdığı mersiyede şöyle diyor:

“Ebu Talib! Güven veren korunak,

Bereketli bir yağmur ve karanlığı yaran nur.

Yokluğun melekût âlemini sarstı,

Nimetlerin velisi (Peygamber) sana salât etti.

Rabbin, hoşnutluğuyla seni karşıladı,

Çünkü sen Mustafa’nın en iyi amcasıydın.”[15]

Cahiz ve Belazurî’nin şöyle dedikleri rivayet edilir: “Ali, sahabenin en şairi, en fasih konuşanı, en hatibi ve en güzel yazı yazanıydı.”

Ali Bedir günü şöyle demiştir:

“Kâfirler yüz çevirince, Resulullah’a yardım ettik,

Sevgi sahibi Müslümanlar ona doğru koştular.

Ona duyduğumuz saygıdan dolayı insanların azgınlarını vurduk,

Bunlar ne doğru yolu gördüler ne de hidayete erdiler.

Bize hidayeti getirdiği zaman Peygamber, hepimiz

Rahman’a itaat, hak ve takvada buluştuk.”

Sıbt b. Cevzî, Tezkiret’ül-Havas adlı eserinde İmam Ali’nin (a.s) şu şiirini rivayet eder:

“İnsanlar tedbir alarak dünyaya karşı ihtiraslıdırlar,

Onu senin için bulanık olarak vasfettiler.

Oysa rızıklandıkları zaman akıllarıyla rızıklanmadılar,

Aksine takdir gereği rızıklandılar.

Eğer rızık güce veya galibiyete bağlı olsaydı,

Kartallar serçelerin rızkını alıp uçarlardı.”

İmam Ali (a.s) bir şiirinde şöyle demiştir:

“Hastalığın içindedir; ama farkında değilsin,

Hastalığın senden kaynaklanır; ama bunu görmezsin.

Sen kendini küçük bir cisim sanırsın,

Fakat en büyük âlem sende saklıdır.”

Selâm sana ey Hasan’ın ve Hüseyin’in babası, ey söz ustalarının ve şairlerin efendisi! Doğduğun gün, inandığın gün, cihat ettiğin gün, sabrettiğin ve Peygamber’i kendine tercih ettiğin gün, Allah’ın sınırlarını ikâme ettiğin, sabır ve ilâhî rızayı umarak şehit edildiğin gün ve tekrar dirileceğin ve sana uyanları havuzun başına götürüp nimetler cennetine götürdüğün gün…

 

 


[1]– Nehc’ül-Belâğa, Hutbe: 176

[2]– el-Mu’cem’ul-Mevduî Li-Nehc’il-Belâğa, 42 / 53, 101; Tasnif-u Gurer’il-Hikem, s.109-118

[3]– el-Mu’cem’ul-Mevduî Li-Nehc’il-Belâğa, 87-116, 374-445

[4]– Nehc’ül-Belâğa, hutbe: 138

[5]– age.

[6]– Beşaret’ul-Mustafa, s.24-31

[7]– Melahim-i İbni Tavus, s.84-85

[8]– el-Hisal, Şeyh Saduk, 2 / 418. bk. Mevsuat-u Ehadîs-i Emir’il-Müminin, c.1, İmam Mehdi (a.s) ile ilgili rivayetler, Nehc’ül-Belâğa Kurumu.

[9]– Tasnif-u Gurer’il-Hikem, s.175-190, 331-335; el-Mu’cem’ul-Mevduî Li-Nehc’il-Belâğa, s.140-150, 216-239.

[10]– el-Mu’cem’ul-Mevduî Li-Nehc’il-Belâğa, s.282-356, 194-214, 152-169, 374-379; Tasnif-u Gurer’il-Hikem, el-Kısm’ul Ahlâkî, s.205-323, 127-147

[11]– Furkan, 77

[12]– es-Sahifet’ul-Aleviyye; Mefatih’ul-Cinan

[13]– Tarih’ul-Edeb’il-Arabi Fi Dav’il-Menhec’il-İslâmî, Dr. Mahmud Bustanî: Edeb’ul-İmam Ali (a.s)

[14]– bk. Fi Rihab-i Eimmmet-i Ehl’il-Beyt (a.s), Seyyid Muhsin Emin, 2 / 301-313

[15]– el-Gadir, 3 / 106, 7 / 378, 379