Bilin ki insanlardan korkmak sizden birinin hakkı görüp dile getirmesine engel olmamalıdır. (Zira hakkı ifade etmek ) ne bir eceli yakınlaştırır ne de rızkı uzaklaştırır. Kenz’ul-Ummal, 5570 Hz. Muhammed (s.a.a)

Kitap ve Sünnet Işığında İslam’da Bedâ

Kitap ve Sünnet Işığında İslam’da Bedâ

Allame Murtaza Askerî

 

 

"Bedâ"nın  Lügat ve Akidevî Anlamı

"Bedâ"nın Lügat Manası

Lügatta bedâ  kelimesinin  iki  anlamı vardır:

A) "Tamamen belli olmak"

B) "Kararın değişmesi, yeni bir karar almak"

İslam Akâid Ulemasına Göre "Bedâ"

İslam akaid alimleri "Bedâ" kelimesini şu anlamda kullanırlar:  Kullardan saklı olanın, Allah Tealâ indinde tamamen belli ve aşikâr oluşu.

Kimi de, "bedâ kelimesini "Allah Tealâ'nın görüş ve rey değiştirmesi ve yeni bir karara varması" şeklinde tamamen yanlış ve batıl bir manada yorumlamıştır ki, Allah Tealâ bundan elbette ki münezzehtir.

Kur'an-ı Kerim'de Bedâ

A) Allah Teala Ra'd suresi, 7. ve 27. ayetlerde şöyle buyurmaktadır: "Küfre sapanlar derler ki ona Rabbinden bir ayet -mucize- indirilseydi ya…" Ardından, aynı surenin 38-40. ayetlerinde buna  açıklama getirmekte ve şöyle buyurmaktadır: "…Allah'ın izni olmaksızın hiçbir peygambere herhangi bir ayeti -mucizeyi- getirmesi, olacak iş değildi. Her zamanın belli bir kitabı vardır." ve "…Allah Tealâ istediğini ortadan kaldırır, istediğini de bırakır, Kitab'ın aslı da 0'nun katındadır." ve "Onlara -azab olarak- vaad ettiklerimizden bir kısmını sana göstersek de, senin hayatına son versek de, sana düşen yalnızca tebliğdir ve sorgulama bize aittir"

Ayetlerin Açıklaması

1-Bizzat "âyet" kelimesinin lügat anlamı "apaçık alâmet"  ve "besbelli nişâne"dir; Arapça bir şiirde de geçtiği üzere "Her şeyde, Allah'ın bir olduğunu gösteren apaçık bir ayet -nişane, belirti- vardır" derken âyet kelimesi "iz, belirti ve nişane" anlamında kullanılmaktadır.

Peygamberlerin gösterdiği mucizelere de "ayet" denir. Çünkü peygamberin iddiasının doğruluğunu göstermekte ve Allah Tealâ'nın kudretini ispatlamaktadır. Allah Tealâ peygamberlerini mucizelerle takviye etmiştir; Hz. Musa (a.s)’ın âsası, Hz. Salih'in (a.s)’ın devesi vb. gibi. (Şuara-67, A'raf-73'te geçtiği üzere.)

Bir diğer anlamı da "azap"tır; Allah Teala kâfir ümmetlere indirdiği türlü azapları "âyet" kelimesiyle tabir etmektedir, nitekim Şuarâ suresinin 120-121. ayetlerinde "Sonra, bunun ardından, geri kalanları suda boğduk, hiç şüphe yok, bunda bir âyet -azap- vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler" ve, Hud kavmi için de "Böylelikle onu yalanladılar, biz de onları helâk ettik, hiç şüphe yok, bunda bir ayet -azap- vardır" buyurmaktadır. Keza, A'raf suresi 133'te de şöyle buyuruluyor: "…biz de ayrı ayrı mucizeler ve ayetler  olarak üzerlerine tufan, çekirge, buğday güvesi, kurbağa ve kan musallat kıldık, yine büyüklük tasladılar ve suçlu -günahkâr- bir kavim oldular"

2- Ecel

Ecelin kelime anlamı "süre, tanınan belli bir zaman, başlama veya bitme vakti" dir. Mesela "eceli geldi" denildiğinde de genellikle "ölüm vakti geldi" denilmek istenir. Aynı şekilde bu kelimenin Arapça’daki bir diğer kullanılış biçimi de "belli bir süre ve vakit tayin edilmesi"dir.

3- Kitab

"Kitab" kelimesinin çeşitli anlamları vardır. Ancak, sözkonusu ayette geçen mana "belirlenen yazı" veya "mukadder olan yazı"dır ve ayette geçen "likulli ecelin kitâb"ın anlamı "peygamberin mucize getirmesi için tayin edilmiş belli bir zaman vardır." şeklindedir.

4-"Yemhu" (Ortadan Kaldırır)

"Yemhu"nun lügat anlamı "ortadan kaldırmak, iptal etmek ve silmek", bazen de "izini, etkisini ortadan kaldırmak" şeklindedir. Nitekim İsrâ suresi'nin 12. ayetinde de buyurulduğu üzere:

a- "Biz geceyi ve gündüzü iki ayet kıldık, gece ayetini -gecenin izi olan karanlığı- sildik de, Rabbinizden bir fazl aramanız, yılların sayısını ve hesabını öğrenmeniz için gündüzün ayetini aydınlatıcı kıldık."

b- Şûrâ suresinin 24. ayetinde de "yemhu" "ortadan kaldırmak, yok etmek" anlamında geçer:

"Allah, batılı yokedip ortadan kaldırır ve kendi kelimeleriyle hakkı hak olarak pekiştirir…"

Bu AyetlerinTefsiri

Allah azze ve celle bu ayet-i kerimelerde Kureyş kâfirlerinin Hz. Resulullah'tan (s.a.a) birçok mucize istediklerini haber vermektedir. Nitekim İsrâ suresinin 90 ve 92. ayetlerinde şöyle buyuruluyor:

"Dediler ki, bize yerden pınarlar fışkırtmadıkça sana kesinlikle inanmayız (…) veya öne sürdüğün gibi gökyüzünü üstümüze parça parça düşürmeli ya da Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmelisin."

Daha önceki bahsimizde Ra'd suresinin 38. ayetini hatırlatmış ve Allah Tealâ'nın şöyle buyurduğunu belirtmiştik: "…Allah'ın izni olmaksızın hiçbir peygambere herhangi bir ayeti -mucizeyi- getirmesi olacak iş değildir. Her ecel (tayin edilmiş her zaman) için belli bir kitap (yazı, hüküm, son) vardır.

Buna ilişkin olarak, bir sonraki ayette bir istisna belirtilmekte ve "Allah Teala bu kitapta yazılı olan rızık, ecel, mutluluk, mutsuzluk…vb. şeylerden dilediğini iptal eder ve o kitapta henüz yazılı olmayan (dilediği bir) şeyi yazar ve belirler; hiçbir şeyin değişmediği ve değiştirilemez olduğu "Kitabın aslı" (Levh-i Mahfuz) ise Allah Tealâ'nın indindedir." buyurulmaktadır.

Bu nedenledir ki âlemlerin Rabbi Yüce Allah bunun ardından şöyle buyuruyor: "onlara vaad ettiğimiz azapların bir kısmının ne olduğunu  sana göstersek veya ondan önce seni öldürecek olsak."

Buraya kadar aktardıklarımızı Taberi, Kurtubi ve İbni Kesir'in yukarda geçen ayetin tefsiriyle ilgili kayıtlarında da bulabilmek mümkündür, sözkonusu eserlerden birkaç örnekle yetiniyoruz:

Hattab oğlu Ömer’den şöyle dediği rivayet olunur: "Allah'ım! Eğer beni bedbaht kullarından etmişsen (yazmışsan) adımı o zümreden sil de bahtiyarlar zümresine yaz, çünkü sen dilediğini yazar, dilediğini silersin, kitabın aslı senin katındadır."

İbn-i Mes’ud'dan da şöyle dediği rivayet olunur: "Allah'ım! Beni bahtiyarlar zümresinden kıldıysan orada  kalmamı sağla. Bedbahtlar zümresine yazmışsan oradan sil de bahtihyarlar zümresine yaz. Sen dilediğini yazar, dilediğini silersin, kitabın aslı senin katındadır."

Ebu Vâil'den de, şu duayı pek sık okuduğu rivayet olunur: "Allah'ım! Eğer bizi bedbahtlar zümresine yazdıysan, oradan silde bahtiyarlar zümresine yaz; bahtiyarlar zümresine yazmışsan hep orada kalmamızı sağla! Sen dilediğini yazar, dilediğini silersin, kitabın aslı senin katındadır.[1]

Allâme Meclisi’de şöyle kaydetmektedir:

"Allah'ım! Bizi bahtiyarlar sınıfına yazdıysan öylece kalmamızı sağla, bedbahtlar sınıfına yazdıysan, onu sil de, bizi bahtiyarlar sınıfına yaz.  Şüphesiz, sen dilediğini yazar, dilediğini silersin, kitabın aslı senin katındadır!"[2]

Kurtubi de, Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim'de geçen bu istidlâle  istinad ederek Hz. Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu yazar:

"Ömrünün uzun ve rızkının bol olmasını isteyen, akrabalarını ve yakınlarını gözetsin, sılâ-i rahimde bulunsun."

Bir diğer rivayette de şöyle geçer: "Ömrünün uzun ve rızkının bol olmasını  isteyen, Allah'tan çekinsin ve akrabalarıyla yakından ilgilenip onları gözetsin."[3]

İbn-i Abbas, kendisine sorulan bir soruya verdiği cevapta şöyle der:

"Allah azze ve celle: O öyle bir yaratıcıdır ki sizi çamurdan ve belli bir ecelle yarattı, belirlenip muayyen edilmiş ecel O'nun katındadır." buyurmaktadır.

Bu ayette geçen ilk "ecel" insanın doğduğu andan ölüm anına  kadarki zamandır. "Belirlenmiş" olarak adlandırılan ikinci "ecel" ise ölüm sonrasından başlayıp kıyamete kadar sürecek olan "berzah"tır ki, bunun ne kadar süreceğini Allah'tan gayri kimse bilmez. O halde eğer bir insan, Allah'a kullukta bulunur da akrabalarını ve yakınlarını dolaşıp gözeterek onların gönlünü alırsa, Allah Teala onun berzahta bekleyeceği süreden dilediğince alıp ömrüne verir ve ömrünü uzatmış olur; Allah'a itaatsizlikte bulunur, isyan eder, kulluk vazifesini ihmal eder ve akrabalarıyla ilişkilerini keserse o zaman da Allah Tealâ onun dünya hayatındaki ömründen alıp berzahına ekler ve dünya ömrü kısalmış, berzahı ise uzamış olur …[4]

İbn-i Kesir bu istidlâle bazı noktaları daha ekliyor ki, bunları kısaca şöyle özetlemek mümkün:

Bunlar, Ahmed Nesâi ve İbn-i Mâce'nin Hz. Resulullah'tan (s.a.a) naklettiği şu hadisle uyum içindedir:

"Günah işlemek insanın rızkını yok eder ve kazayla kaderi ancak dua değiştirir ve ömür, ancak başkalarına iyilik, ihsan ve bağışta bulunmakla uzar."[5]

Bir başka hadiste de şöyle buyuruluyor:

"Dua, kaza ve kader gökle yer arasında dolaşıp dururlar (sabit değildirler, değişirler)."[6]

Buraya kadar aktardıklarımız, ayetin te’vilinin sadece bir yüzünü göstermektedir; bu hususta ileri sürülen farklı görüşleri şöylece örnekleyip özetlemek mümkündür:

"Maksat bir hükmün iptal edilmesi ve bir başka hükmün verilmesidir. Daha basit bir deyişle bir hükmün diğerini neshedip geçersiz kılmasıdır. Bunun her konuyu kapsadığını söylemek hiç de yanlış olmaz."

Yukarıdaki görüşün sahibi Kurtubi, bir başka yerde de şöyle diyor:

"Mezkur ayet herşeyi kapsar, her mevzu için geçerli olduğu apaçık ortadadır; yine de en iyisini Allah bilir."[7]

İbni Abbas'ın "Allah dilediğini yazar, dilediğini bozar, kitabın aslı O'nun katındadır." ayetiyle ilgili görüşünü ise Taberi ve Suyuti şöyle aktarmaktadır:

"Allah Teala her yıl olacakları o yılın Kadir Gecesi'nde mukadder edip belirler; sadece mutlulukla mutsuzluk buna  dahil edilmez."[8]

"İki kitap vardır, birinde olacaklar yazılır ve bozulur (silinir) diğeriyse kitabın aslı, özüdür."[9]

B) Allah Tebarek ve Tealâ Yunus suresi, 98'de şöyle buyuruyor:

"İsyan ve sapmadan sonra iman edip de bu imandan fayda gören yegane kavim Hz.Yunus'un kavmidir; iman edince dünya hayatında onların üzerinden aşağılatıcı azabı kaldırdık ve onları belli bir zamana kadar yararlandırdık"

   Ayette geçen kelimelerin şerhi

1- Ondan üzüntü ve  kederi

2- Aşağılık, zillet, horluk, alçaklık

3- Uzun veya kısa, ama belirsiz bir süre

     Ayetin  Tefsiri

Hz.Yunus (a.s) hadisesi Taberi, Kurtubi ve Mecma'ul Beyân tefsirlerinde[10] ilgili ayetin tefsir kısmında şöyle anlatılır:

Bugünkü Musul'un çevresinde yer alan "Neynevâ" adlı mıntıkada yaşayan Yunus (a.s)’ın kavmi puta tapmaktaydı. Allah Tealâ onları putperestlikten kurtararak İslam’la hidayetlerini sağlamak için Hz. Yunus (a.s) o kavme gönderdi. Ama onlar Hz.Yunus (a.s)’ın davetini kabul etmediler.

Hz.Yunus (a.s)’ın Hakk'a davetini kabul eden az sayıda insanlar arasında bir âbid, bir de alim vardı ki âbid olan (çok ibadet eden) adam Hz. Yunus (a.s)’a bu kavmi lanetlemesini ve Allah Tealâ’dan Neynevâ ahalisine azabını göndermesini istemesini söylüyordu. Alim ve bilge olan zat ise Hz.Yunus (a.s)’a "Sakın bunu yapma, Allah Tealâ senin duanı kabul eder de kavmin helak olur gider; halbuki Allah Tealâ kullarının helâk olmasını istememektedir." diye tavsiyede bulunuyordu.

Sonunda Hz.Yunus (a.s) âbidin ısrarını kabul ederek kavmini lânetledi, bunun üzerine Allah azze ve celle'den "Falan ayın filan günü şöyle bir azap gelecek" diye hitap olundu ve Hz.Yunus (a.s)'da bu haberi kavmine bildirdi.

Vaad olunan belânın inme vakti yaklaşınca Hz.Yunus (a.s) ilahi azaba yakalanmamak için kendisine iman eden abidle birlikte kavmini terkedip o bölgeden uzaklaştı. Alim ve bilge olan mü’min ise oradan ayrılmayarak kavmine "Eğer vaad olunan gece Yunus burada, sizin aranızda olursa azap size inmeyecektir, ama  o aranızda bulunmazsa şafak sökerken azaba yakalanacaksınız" dedi. O gece Yunus (a.s) kavminin arasında yoktu, bu gerçeği anlayan ve vaad olunan azabın belirtilerini de gözleriyle bizzat görerek helâk olacağından artık hiç şüphesi kalmayan kavim, hemen bilge mü’mine koşarak pişmanlık duyduklarını ve kendilerine bir kurtuluş yolu öğütlemesini istediler. Bilge mü’min "Allah Tealâ'ya samimi bir yönelişle yönelmekten başka yolunuz yok" dedi ve şöyle ekledi: "Gerçekten pişmansanız Allah'a yönelip tövbe edin ve ağlayıp sızlanın, el açıp yakarın O'na, ola ki size acır da rahmetini indiriverir ve azabını göndermez size. O halde hemen şehirden çıkın, başınızı alıp dağa, bayıra gidin, kadınlarınızla çocuklarınızı birbirinden ayırın, hayvanlarınızı da yavrularından ayırın, hepiniz canı gönülden tövbe ederek af dileyip; sızlanarak ağlayın ve samimiyetle özür dileyin."

Neyneva ahalisi bu tavsiyeyi dinleyerek hemen şehri terkettiler, çoluk çocuklarını ve hayvanlarını da yanlarına alarak oradan uzaklaştılar, rahat olmayan elbiseler giydiler, anneleri evlatlarından, hayvanları yavrularından uzaklaştırdılar, kendileri de onlardan uzak durup kendi hallerine bakarak ağladılar, tam bir ihlasla tövbe edip pişmanlıklarını var güçleriyle vurguladılar, yürekten ağlayarak Allah Tealâ'dan affedilmelerini istediler "Rabbimiz! Peygamberin Yunus (a.s)!ın tebliğ ettiği herşeye  iman ettik biz!" dediler.

Bu samimi tövbe ve kula yaraşır, yakarış üzerine Rahman ve Rahim olan Allah Tealâ onları affetti, gölgesi başlarının üzerine kadar inmiş olan azabı onlardan uzaklaştırdı. Böylece tövbelerinin kabul edilmiş olduğunu görerek işledikleri bütün suç ve günahları bir daha işlememek üzere terkettiler; haksız yere elde ettikleri eşya ve malları sahiplerine geri verdiler; hatta bir binanın temelinde haksızlıkla alınmış bir taş vardıysa, onu dahi söküp iade ettiler. Bu nedenledir ki Allah Tealâ samimi  tevbelerinden sonra, Yunus (a.s)’ın kavmini vaad edilen azaptan kurtardı. Nitekim "…Allah dilediğini yazar, dilediğini de siler; Kitab'ın aslı O'nun katındadır"!

C) Allah Teala A'raf suresinde 142. ayette şöyle buyuruyor:

"Musa ile otuz gece için sözleştik ve buna on gün daha ekleyerek tamamlamış olduk, böylece Rabbi ile görüşmesi kırk geceyle tamamlanmış oldu."

Bakara, 51'de de şöyle buyuruluyor: "Hani Musa'ya kırk gece için sözleşmiştik, ama siz onun yokluğunda buzağıya taptınız ve zalim oldunuz"

Hulefâ Okulunun Rivayetlerinde Beda

Teyalisi, Ahmed, İbni-i Sa'd ve Tirmizi Hz. Resulullah'ın (s.a.a) şöyle buyurduğunu yazarlar.

Allah Tealâ Hz.Âdem (a.s) evlatlarını gösterdi. Âdem aleyhisselam, evlatları arasında ilginç, çekici ve pek nurlu birini görerek

– Ya Rabbi! Bu kim? diye sordu.

Allah (c.c)’dan şu nida geldi:

– O , senin evlatlarından, Davut'tur.

– Rabbim, o ne kadar  yaşayacak?

– Altmış yıl.

– Rabbim, onun ömrünü uzat.

– Bu mümkün değil, ama sen kendi ömründen ona verilmesini isteyebilirsin.

– Rabbim, benim ömrüm ne kadar olacak?

– Bin yıl.

– O halde ben ömrümün 40 yılını ona bağışlıyorum!

  Hz. Âdem'in (a.s) ölüm vakti gelip çatınca melekler ruhunu kabzetmeye geldiler. Hz.Adem aleyhisselam, "Henüz ömrümün 40 yılı kalıyor" dediğinde "Onu daha önce evladın Davud (a.s)’a  bağışlamıştın ya!" diye hatırlattılar.[11]

Hulefa okulu mensuplarının kaynaklarından sılâ-i rahim (akrabaları görüp gözetme) vb. amellerin etkileri ve tesirleri konusunda yazılanlara daha önce de kısaca değinmiştik, Bu örneği ise "Allah dilediğini yazar, dilediğini bozar, Kitab'ın aslı O'nun katındadır." buyruğunun bâriz misdaklarından biri olması hasebiyle aktardık.

Ehl-i Beyt İmamları da Allah'ın selamı onlara olsun bu "yazma ve  bozma’yı" "bedâ" olarak adlandırmışlardır ki, aşağıda bunu da birkaç örnek belgeyle aktarmayı  yeterli buluyoruz.

Ehl-i Beyt İmamları'nın (a.s) Rivayetlerinde Bedâ

Allame Meclisi'nin Bihar-ul Envâr'ında İmam Sâdık (a.s)'dan şöyle bir rivayet nakledilir:

"Allah azze ve celle hangi peygamberini peygamberlikle görevlendirmişse, önce ondan şu üç hususta söz ve ikrar almıştır: Kulluğunu itiraf ve ikrar, bencillikten tamamen sıyrılma, Allah Tealâ'nın dilediğini öne alıp dilediğini ertelemesini kayıtsız şartsız şimdiden kabul etme."[12]

Bir başka rivayette de İmam Sadık (a.s) bu mevzuyu "yazma ve bozma" tabirleriyle beyan ederek şöyle buyurur:

"Allah Tealâ şu üç hususta ahitleşip söz almadıkça hiçbir peygamberi göndermemiştir: Kulluğunu ikrar etmek, bencillikten tamamen sıyrılmak, Allah Tealâ'nın dilediğini yazıp dilediğini  bozacağını şimdiden kabullenmek."[13]

Üçüncü bir rivayette de aynı mevzuda "yazıp bozma" yı "bedâ" kelimesiyle tanımlamaktadır:

"Allah Tealâ şu üç hususta kendisinden söz almadıkça hiçbir peygamberi göndermemiştir ….. ve bedâ"[14]

İmam Rıza (a.s)'dan da şöyle rivayet olunur:

"Hiçbir peygamber şarap içmeyeceği ve bedâyı kabul edeceği yolunda kendisinden söz alınmadan peygamberlikle görevlendirilmemiştir."[15]

Bir diğer rivayette de İmam Sadık (a.s) "bedâ"nın zamanına değinmekte ve şöyle buyurmaktadır:

"Kadir Gecesi gelip çatınca melekler, Ruh ve yazıcılar dünya semasına iner ve Allah Tealâ'nın o yıl mukadder kıldığı şeyleri yazıp kaydederler. Allah Tealâ bir şeyi öne almayı veya ertelemeyi, ya da azaltmayı irade ederse bir meleği bununla vazifelendirir ve o, istenileni silip, emrolunduğu üzere yazar."[16]

Bu konuda İmam Bakır (a.s)’ın şöyle buyurduğu geçmektedir: "Kâtipler dünya semasına iner ve kulların bir yıllık mukadderatını yazıp kaydederler."

Devamla şöyle buyurdular: "Buna rağmen (o gece de) her şey yine Allah Tebarek ve Tealâ’nın iradesine bağlıdır, dilediğini öne alır, dilediğini de  erteler, nitekim kendisi şöyle buyurmuştur. Allah dilediğini yazar, dilediğini bozar, Kitab'ın aslı O'nun katındadır."[17]

İmam Bâkır'dan (a.s) gelen bir başka rivayette de şöyle buyurduğu kaydedilir:

"Allah Tealâ'nın Kur'an'da buyurmuş olduğu "Oysa Allah, eceli gelmiş bulunan  hiçbir kimseyi kesinlikle ertelemez."[18] ayetin anlamı, Allah Teala'nın katında her şeyin belirlenmiş olduğu kitaplar bulunduğu ve bunlarda dilediğini öne alıp dilediğini ertelediğidir. Kadir Gecesi gelip çattığından Allah Tealâ o  (kitapta belirlenen işleri) gelecek  Kadir Gecesi'ne kadar yansıtır, nitekim bu nedenledir ki "Allah, kendi eceli gelmiş bulunan hiçbir kimseyi kesinlikle ertelemez" buyurulmaktadır, yani mukadder olup da göklerin yazıcıları tarafından yazıldıktan sonra artık gecikmez ve ertelenmez."[19]

Hz. Âdem'in (a.s) ömrünün 40 yılını Hz. Davud'a (a.s) bağışladığı yolunda daha önce hulefâ okulu mensuplarının kaynağından aktardığımız rivayeti Allame Meclisi de nakletmiştir.[20]

Ehl-i Beyt İmamları'nda (a.s) gelen rivayetlerde bedâ mevzusu, özetle yukarıda aktardığımız şekilde geçmektedir.

Şimdi, gelelim "Yeni olaylar karşısında Allah Tealâ'nın -daha önceden belirlemediği- yeni kararlar verdiği"  veya "-Neuzubillah- Allah Tealâ'nın daha önceden bilmediği yeni bir görüş ve karara varması -ki bu sözü misalen zikretmekten dahi Allah'a sığınırız-" mevzusuna. Ehl-i Beyt İmamları (a.s) bu hususta da meseleyi aydınlığa kavuşturmuşlardır. Bu cümleden olmak üzere Meclisi, İmam Sâdık hazretlerinin (a.s) şöyle buyurmuş olduğunu rivayet eder:

"Allah azze ve celle’nin daha önce bilmediği veya farketmediği bir şeyi -şu veya bu durumda- bildiği ve farkettiği" şeklinde bir zanna kapılan birini görürseniz, ondan uzaklaşın ve beri durun -teberrîde bulunun-."[21]

 

Bedâya İnanmanın Tesiri

İnsanoğlunun "İsminin bahtiyarlar ve mutlular listesine yazılması halinde artık kesinlikle bedbahtlar ve zavallılar güruhuna yazılmayacağı veya adı kötüler listesine yazılmış birinin artık ne yaparsa yapsın iyiler listesine adını yazdıramayacağı ve yazılanın değişmesinin kesinlikle mümkün olmadığı ve herkesin kendi yazgısına katlanmak zorunda bulunduğu" şeklinde bir inanç taşıması halinde kötülükte bulunanlar kötülük işlemekten asla vazgeçmeyecekleri gibi giderek daha da kötüleşeceklerdir. Zira bu durumda birey, kötülüğün bir alınyazısı olduğu ve ne yaparsa yapsın kendisini değiştirmesinin kesinlikle mümkün olamayacağı gibi son derece  yanlış ve tutarsız bir zanna kapılmış olacaktır.

Diğer taraftan iyi ve bahtiyar kullar da böyle bir zanna kapılmaları halinde "artık hiçbir şekilde yazgının değişmeyeceği ve ne olursa olsun kendisinin daima iyi kullar listesine yazıldığı"nı düşünerek pekalâ şeytanın vesveselerine kapılabilecek ve Rabbine itaat ve kullukta kusur edebilecektir.

Bugün ne yazık ki birçok müslüman, Allah Tealâ'nın iradesi ve kaderle ilgili mevzularda Kur'an-ı Kerim ve rivayetlerde geçen anlam ve mevzuatı gereğince idrak edip kavrayamamış olduğundan "işlediği ameli işlememezlik edemeyeceği ve esasen cebrî olarak işlemeye mahkum olduğu, zira İlâhî yazgının böyle icab ettiği" şeklinde veya bilâkis "herşeyin insanın irade ve isteğine bırakıldığı ve bireyin eylem ve amellerinde mutlak anlamda serbest ve bağımsız  olduğu" şeklinde karşıt uçlarda aşırılığa kaçan zanlara kapılmış ve bu temelsiz zannı islâmî akide sanma hatasına düşmüştür. Allah azze ve celle fırsat ve tevfik verirse bu konuyu başlıbaşına bir inceleme konusu olarak bir başka çalışmamızda ele alacak ve Hakk'ın bâtıldan ayırd edilmesi yolunda bir adım daha atılmasına yardımcı olacağız, İnşaallah.

 


[1]– Taberi her üç hadiside, aynı ayetin tefsirinde aktarmaktadır.

[2]– Bihâr'ul Envar, Meclisi, 98/162

[3]– Sahih-i Buhari 3/34, kitab-ul âdâb 12. ve 13. bablar ve Sahih-i Müslim, 1982. Hadis, 20. ve 21. sıla-i rahim babı ve Ahmed İbn-i Hanbel Müsnedi 3/156, 247 ve 266 ve 5/76.

[4]– Kurtubi Tefsiri 9/329-331

[5]– Bu rivayet İbn-i Mace, Mukaddime 10. Bab, 90. hadiste geçmektedir.

[6]– İbn-i Kesir Tefsiri 2/519

[7]– Kurtubi Tefs.9/329.

[8]– Taberi Tefsiri 13/111 ve Suyuti Tefsiri -Biz Taberi'den aktardık.

[9]– Suyuti Tefsiri 4/65'de İbn-i Cerir Taberi'yle, Hakim'den aktarmakta ve sahih olduğunu vurgulamaktadır.

[10]– Mecme'ul Beyân 3/135 ve Kurtubî 8/384 ve Taberî 11/118 ve Suyuti, Durrul Mensur'un 3/317'sinde.

[11]– Teyalisi 350 h: 2692, Müsned-i Ahmed 1/251, 298, 371, İbni Sâ'd’ın Tabakat'ı 1/9007 Avrupa baskısı, Sünen-i Tirmizi, 11/196, 197 A'raf  suresinin tefsirinde ve Bihâr'ul Envâr, 4/102, 103'de İmam Muhammed Bakır'dan (a.s) naklen (bazı benzer kelimelerdeki çok az farklı ifadelerle aynı rivayet geçer .)

[12]– Bihar 4-/108 Şeyh Saduk'un Tevhid'inden  naklen

[13]– Ae. Mehasin'den naklen.

[14]– Ae. Saduk'un Tevhid'inden naklen.

[15]– Ae.

[16]– Ae. 4/99 Ali bin İbrahim'in Tefsir'inden

[17]– Ae. 4/102 Şeyh Müfid'in Emâli'sinden.

[18]– Münafikun/11

[19]– Ae. Ali bin İbrahim'in Tefsir'inden.

[20]– Ae. İlel-uş serâi'den naklen.

[21]– Ae. 4/111 İcmal-ud Din'den naklen.