Sen ahiretini düşün, dünya zaten sana zelil bir şekilde gelecektir.Gurer’ul-Hikem, 2603. Hadis İmam Ali (a.s)

Kur’an’ın Yapısı

Kur’an’ın Yapısı

 

Kuran'ı Kerim her yönüyle yüce Allah'ın kelâmıdır; kelimeleri, harfleri ve muhtevası hepsi Allah katındandır. Fakat bazıları Kuran'ın sadece muhtevasının Allah katından olduğunu ama şekli yapısının Peygamber (s.a.a) tarafından olduğunu iddia etmektedirler.
Bunlara göre, vahyin içerdiği mana Allah tarafından peygamberlerin kalbine verilmiş, peygamber ise bu manaları mevcut şekildeki lâfız ve cümle kalıbına dökmüştür.
Bu düşünceye varmanın nedeni şu ayetlerin yorumundan kaynaklanmaktadır:
"Allah'ın izniyle Kuran'ı senin kalbine indirmiştir." "Onu Rûhu'l-emin (Cebrail) , senin kalbine indirmiştir."
Bu ayetlerin özeti şudur; Kuran, algılama ve idrak merkezi olan kalbe yani Peygamber'in kalbine nazil olmuştur. Lâkin bu görüş tamamen delilsiz ve önemi olmayan bir iddiadan ibarettir,çünkü Kuran'ın açık ve net olan ayetleri bunu reddetmektedir.
Müslümanların ilk günden bugüne kadar yaklaşımları ve ortak düşünceleri bunun aksi yönündedir. Ayrıca bu varsayım cümle düzenindeki güzellik ve ibarelerdeki fesahat ve belâgat ile ilgili olan Kuran'ın mucize oluşuyla da çelişmektedir. Kuran'ın mucize oluşu ve diğer insanların benzer sureler getirmekte aciz kalmaları Peygamber'i de içine almaktadır. Kelime ve cümleler Peygamber'e ait olsaydı, muarız insanlar bu kadar acziyet göstermeyeceklerdi.
Yukarıdaki iki ayet hakkında böyle bir yaklaşım oldukça yüzeyseldir; zira bu iki ayette kastedilen kalp, Peygamber'in hakikî şahsiyetinin simgesi olan iç âlemidir.
Vahyin alınması da ancak bu yolla mümkün olabilir; çünkü vahyi mesaj dış duyularla algılanabilecek bir şekilde gerçekleşmez. Bu mesajın alınması kendisine münasip olan cihazı gerekli kılmaktadır.
Bu cihaz da tekâmülün zirvesine ulaşmış olan Peygamber'in şahsiyetinin manevî âlemidir. Ancak bu kanun ile ilâhî mesaj alınıp, korunup, açıklanabilir.
Kuran cümle ve kelime yapısının Allah'tan olduğunu ve vahiy ile şekillendiğini açıkça buyurmaktadır. Kuran-ı Kerim'in birçok yerinde tilâvet, tertil ve kıraat sözcükleri kullanılmıştır.
Bu üç sözcük de Arap dil ve gramer kurallarınca başkası tarafından hazırlanan bir şeyin farklı şekillerde okunması anlamına gelir, yani hem kelime hem de mana her ikisi de başkasına aittir.
Dillendiren kişi sadece okuyor ve kendisinden bir şey eklemiyor. Lügat anlamıyla "Kıraat" (okuma), başkası tarafından düzenlenmiş olan kelime ve ibarelerin okunmasına denilir.
Kelime ve cümleler kişinin kendisi tarafından hazırlanmış olursa kıraat kelimesi kullanılmaz. "tilâvet" de aynı hükmü taşımaktadır. Bunun içindir ki fakihler şöyle diyorlar: Kıraat kelimenin okunmasından ibarettir. Buna karşılık olarak "tekellüm" veya "kelâm" da mananın dile getirilmesidir. Şiir okunmasında da durum bundan ibarettir.
Eğer kişinin kendisi bir şiiri yazıp okursa buna "inşa" denilir, fakat geçmişte yazılmış veya başkasına ait olan bir şiiri okursa, buna "inşad" denilir, "inşa" ansızın bir şeyi dile getirmeğe denir, "inşad" ise geçmişte söylenen şiirin tekrar okunmasıdır.
"Kıraat" da kelime ve cümleleri daha önce hazırlanmış olan bir 'nesrin' (düz yazı) okunması ,"tekellüm" ise kişinin kendisine ait olan bir mana ve mefhumu kelimelere döküp canlandırması demektir.
Bu açıklamalarla varılan sonuç şudur; Kuran'ın kelime ve cümle tertiplerinin Peygamber (s.a.a) tarafından olması mümkün değildir; çünkü Peygamber (s.a.a) ancak Allah tarafından hazırlanmış olan metni kıraat veya tilâvet etmiştir. Kuran'ın hiçbir yerinde Peygamber'in onu tekellüm ettiği söylenmemiştir.
"Kuran okuduğun zaman o kovulmuş şeytandan Allah'a sığın!" "Biz, Kuran okuduğun zaman, seninle ahirete inanmayanların arasına gizleyici bir örtü çekeriz." "Biz onu, Kuran olarak, insanlara dura dura okuyasın diye (ayet ayet, sure sure) ayırdık ve onu peyderpey indirdik."
"Sana Kuran'ı okutacağız ve sen onu unutmayacaksın." "Çünkü ümmîlere içlerinden, kendilerine ayetlerini okuyan, onları temizleyen, onlara Kitab'ı ve hikmeti öğreten bir peygamber gönderen O'dur. Kuşkusuz onlar önceden apaçık bir sapıklık içindeydiler." "Ve Kuran okumakla emrolundum."
"Rabbinin kitabından sana vahyedileni oku."
Bu ve buna benzer şekillerde Kuran'ın tilâvetini peygamberlere istinat edip, okunmasını emreden ayetler çoktur. Diğer taraftan Kuran açıkça, "Allah kelâmı" olarak tanımlanmıştır:
"Ve eğer müşriklerden biri senden aman dilerse, Allah'ın kelâmını işitip dinleyinceye kadar ona aman ver, sonra (Müslüman olmazsa) onu güven içinde bulunacağı bir yere ulaştır.
İşte bu (müsamaha), onların, bilmeyen bir kavim olmalarından dolayıdır." "Onlar Allah'ın sözünü değiştirmek isterler." Kendi görüşlerini esas alarak tefsir yapanlar hakkında bir kutsî hadiste şöyle denilmektedir:
"Kendi görüşüyle kelâmımı tefsir eden bana iman etmemiştir." Başka bir hadiste de şöyle denilmiştir: "O (Kuran), Allah kelâmıdır ve tevili insan kelâmına benzemez."
Ayrıca yüce Allah açık bir şekilde buyuruyor ki; Kuran'ı Arapça indirdim, bu da Kuran'ın kelime yapısının vahiy olduğunu göstermektedir. Bazı kuşkucuların şüpheleri için dayanak olarak gösterdikleri Şuara suresinin 192 ile 195. ayetlerinde de bu gerçek açık bir şekilde buyrulmuştur. Ayet şöyledir:
"Muhakkak ki o (Kuran) âlemlerin Rabbinin indirmesidir. (Resulüm!) Onu Rûhu'l-emin (Cebrail) indirdi. Senin kalbine; uyarıcılardan olman için, apaçık Arapça bir dille."
Öyleyse Kuran-ı Kerim'in hem kelime hem de mana açısından vahiy olduğu kesindir ve bu hususta hiçbir şüphe bulunmamaktadır. Kuran her yönüyle Allah'ın sözüdür, mana itibarîyle mucize olmakla birlikte kelime ve cümle yapısıyla da mucize olan böyle bir sözün Peygamber'in buyurmuş olması mümkün değildir.
Daha önceden de belirttiğimiz gibi, tehaddi ayetleri insanları benzer ayetler getirmeye çağırarak meydan okumuştur, bu meydan okuyuş Peygamber'i de kapsamaktadır.