Kalbiniz yumuşadığında dua etmeyi ganimet bilin. Şüphesiz ki kalp yumuşaklığı rahmettir. ed- Ed- Da’vat li’r Ravendi, 30/60 Hz. Muhammed (s.a.a)

Vahhabîlik-Selefîlik-1

Vahhabîlik-Selefîlik-1

 

Vehhâbîliğin Kurucuları

Vehhâbîliğin kurucusu, eş-Şeyh’un-Necdî lakabıyla bilinen "Muhammed b. Abdulvehhâb", ( 1703 – 1792 ) yılları arasında yaşamış "Necd" ulemâsındandır. (Biyografisi daha sonra zikredilecek.) Bilinenin aksine kendisi vehhâbîlik inancının fikir babası ve yaratıcısı değildir; bilakis ondan asırlar önce bu inanç veya bir kısmı, Hanbelî ulemâsınca ortaya atılmış, fakat yeni bir inanç hâline gelmemişti.  Muhammed b. Abdulvehhab'dan asırlar önce bu inancı ortaya atmış olanlardan bâzılarını tanıyalım.

1- "Ebu Muhammed Hasan b. Ali b. Halef Berbehârî[i]": Ünlü bir Hanbelî âlimi olan bu zat, hicrî 4. asırda bu inancın bir kısmını açıklamıştır. Hicrî 233 (m. 848) yılında Bağdat'ta doğan ve orda büyüyüp yetişen, tahsil dönemi ve üstatları hakkında elde bir bilgi olmayan, sapık düşünceli, kindar, kabul edilemeyecek ve daha önce söylenmemiş sözler konuşan bir âlim olan Berbehârî, yaşadığı asrın Hanbelî şeyhi ve önderiydi. Kabir ziyâretlerini, İmam Hüseyin'e (a.s) ağıt ve mersiye okunmasını, ziyâret edilmesini yasaklayan ve okuyanların öldürülmesini emreden ilk kişiydi. Buna, Hz. Hüseyin'in yasında okuduğu:

"Eyyuhel aynan, fîzâ ve istehla, la teğîzâ”

Ey gözler! Feyiz alın ve yaş dökün, esirgemeyin yaşları." mealindeki beyitle başlayan bir kasîde okuyan Haleb adında mâhir ve hoş seda bir kasîde-serâyı  öldürttüğünü örnek gösterebiliriz.

"Nişvar'ul-Muhâzara" kitabının yazarı Tenûhî şöyle der: "Haleb'i, devlet erbâbı birinin evinde görüp dinledim. O dönemde Hambelî'ler Bağdat'ta güçlü bir nüfuza sahipti; ve onların korkusundan, gizlide veya padişahın erki altında olması haricinde, kimsenin Hz. Hüseyin'e mersiye okuyup ağıt yakma özgürlüğü yoktu. Bu mersiyelerde sâdece Hz. Hüseyin ve Ehlibeyt'e yas amacı güdülmesine ve geçmiştekilere dokunulmamasına rağmen, olayı haber alan Berbehârî, Haleb'in bulunup yakalanmasını ve katledilmesini emretti. O sıralar Hambelî'ler Bağdat'ta sürekli fitne çıkarıp halka zulüm ve eziyet ediyorlardı. Örneğin Bağdat'ta yaptıkları bir mescit, fitne fesat merkezi hâline gelmiş; bu yüzden halk o mescide zırar[ii]/dirar adını vermiş ve dönemin veziri Ali b. İsa'ya şikâyette bulunarak yıktırtmışlardı.[iii]

Berbehârî'nin kendine has görüşleri vardı;  görüş ve inancına muhâlif olanlara karşı şiddet kullanıyor ve adamlarını, halka zor kullanmaya, evlerini yağmalamaya, halkın işine engel olmaya ve sözlerini kabul etmeyenlere zor kullanmaya teşvik ediyordu.  ünlü tarihçi Muhammed İbn-i Cerir Taberî'nin yaşadıkları bunun açık kanıtıdır.

 Hambelîler, Taberîstan'dan[iv] Bağdat'a ikinci ziyâretini gerçekleştiren Taberî'den, bir Cuma günü Câmi Mescidi'nde, Ahmed İbn-i Hanbel ve Allah'ın arşın üzerine oturması hadîsi hakkındaki görüşünü sordular. Taberî, Ahmed b. Hanbel'in muhâlifi olması hasebiyle vereceği cevabın değeri olmayacağını söyleyince, Hambelîler, ulemânın ihtilaflı konularda Hambelî'nin görüşünü dikkate aldığını söylediler. Taberî şöyle cevap verdi: "Ben ne Hambelî'nin kendisini gördüm ne ondan bir rivâyet duydum ve ne de güvenilir bir adamıyla karşılaştım; ama Allah'ın arşa oturacağı hadîsi konusundaki cevabım, böyle bir şeyin muhâl olduğudur"

Hambelîler ve hadîs ashâbı, bu sözleri duydukları Taberî'ye saldırdılar; üzerine  mürekkeplerini fırlattılar. Taberî mecburen evine sığındı; sayıları binleri bulan Hambelîler, Taberî'inin evini taş yağmuruna tuttular; öyle ki, evinin önünde bir taş yığını oluştu. Bağdat emniyet reisi "Nâzuk" binlerce askerle gelerek Taberî'yi Hambelîlerin saldırılarından kurtardı; ve bir gün boyunca orda biriken taşları temizletti.[v]

İbn-i Kesir ve İbn-i İmad gibi Hambelî yazarlar, Berbehârî hakkında abartılı ifadeler kullanmışlardır. Örneğin İbn-i Kesir şöyle yazmıştır: "Berbehârî'nin halk nezdinde büyük bir saygınlığı vardı. Bir gün minberde vaaz verirken hapşırınca, orda bulunan herkes 'Allah sana rahmetsin' anlamındaki 'Yerhemekellah' cümlesini kullandılar; oradakilerin sesi sokağa taşınca, dışarıdakiler de aynı cümleyi tekrarladı; bu durum öylesine genişledi ki, bütün Bağdat halkının dilinde tekrarlandı  ve sonunda halîfenin sarayına ulaştı; durum halîfenin ağırına gitti; bâzılarının dedikodu ve dolduruşuyla da yakalanma emri çıkarınca, Berbehârî kaçtı; ve bir ay sonra da öldü."[vi]

Ama gerçek şu ki, halîfe tarafından yakalanma emrinin çıkarılmasına sebep olan en önemli faktör, halkın inançlarına ters görüşler öne sürmesiydi. Halîfe, veziri "Ebi Ali b. Mukla" ya, fitnelerin yatışması ve durumun sükunete kavuşması için, Berbehârî'yi yakalatmasını emretti. Berbehârî saklandı.[vii] Sonra bir grup adamıyla birlikte yakalanıp Basra'ya sürüldü.[viii] Daha sonra Râzi zamanında hicrî 323 yılında Bağdat'a döndü.[ix] Durumu öğrenen Halife Râzi, emniyet reisi Bedr Horoşni'ye, Bağdat'ta Berbehârî'nin adamlarından iki kişinin dahi bir araya toplanmamasını emretti. Emniyet reisi, Berbehârî'nin adamlarından bir grubu hapse attı; ama Berbehârî kaçtı.

Ebu Ali Miskeveyh şöyle diyor: "Bu operasyonun nedeni, Berbehârî ve taraftarlarının sürekli fitne çıkarmasıydı. Bu grup hakkında halîfe Râzi tarafından bir ferman yayınlandı; halîfe bu fermanında, Berbehârî taraftarlarının, Ehlibeyt Şia'larını Kâfir ve sapık fırka nitelendirmelerini, İmamların ve din büyüklerinin kabirlerini ziyâret etmeyi inkâr etmeleri gibi amel ve inançlarını  şiddetle kınayarak, bu işlerden vazgeçmemeleri hâlinde boyunlarını vuracağını, ev ve mahallelerini ateşe vereceğini belirtmiştir.[x]

İbn-i Esir kendi tarih kitabında, hicrî 323 yılı olayları bölümünde, Bağdat'ta Hambelîlerin fitnesi başlığı altında: "Bu yıl (323) Hambelîler Bağdat'ta oldukça güç kazandı." Diye yazmıştır.

Emniyet reisi Bedr Horoşni, Cemaziyelahir ayının onunda Bağdat köprüsünün iki tarafından, iki Berbehârî taraaftarının yan yana gelmemesini, mezhepleri hususunda tartışmamalarını ve cemaat imamlarının, sabah, akşam ve yatsı namazlarında "Besmele"yi sesli okumalarını ilan ettirdi. Bu girişim faydalı olmadı; aksine Berbehârî yanlılarının fitneleri giderek arttı. Mescitte kalan körleri, mescide gelen her Şafii'yi ölümcül şekilde dövmeye mecbur ettiler.

İbn-i Esir daha sonra Hambelîler için okutulan halîfenin fermanından bahsederek sözlerini şöyle sürdürüyor: Halîfe Râzi, Berbehârî yandaşlarını, Allah'a şirk koştukları, ve Allah’ı gökyüzüne çıkıp yeryüzüne inen bir insana benzettikleri için sert şekilde uyarıp tehdit etmiştir.

Berbehârîler ayrıca İmamları yeriyor; Âl-i Muhammed Şia'sını küfür ve sapıklıkla itham ediyor ve Müslümanları, Kur'an'da adı sanı geçmeyen bidatlere ve kötü yollara dâvet ediyorlardı. İmamların kabirlerini ziyâreti yasakladıkları, kötü bir amel saydıkları ve ziyâret edenleri bidat ehli bildikleri hâlde, kendileri, Resulullah'a (s.a.a) hiçbir nisbeti olmayan avamdan bir kişinin kabrini ziyârete emrediyor ve o kişi için peygamberler ve evliyalar gibi mucize isnadında bulunuyorlardı. Allah'ın lâneti, bu kötü ameli süslü gösteren şeytana olsun”.

Halîfenin fermanından öyle anlaşılıyor ki, Berbehârî'ye tâbi olanlar, İmamların kabirlerini ziyâret edenleri bidat ehli bildikleri hâlde, sıradan bir kişinin kabrini ziyâret ediyorlardı.

Sonunda Berbehârî hicrî 329 (m. 941) yılında 96 yaşındayken, ikinci saklanma yeri olan bir kadının evinde öldü; ve kimse bilmeden aynı evde gusledilip kefenlenerek toprağa verildi.[xi]

Dikkat edersek, halîfenin fermanında işâret edilen Berbehârî'nin sözleri, sonraları "İbn-i Teymiyye" ve Muhammed b. Abdulvehhab vesilesiyle izhar edilmiş inançların bir kısmıdır.

Berbehârî'nin en önemli kitabı, özel inanç ve görüşlerini beyan ettiği "Şerh-u Kitab'us-Sünnet"dir. Hambeli mezhebine mensup ibn-i İmad, Berbehârî'nin inançlarından önekler vermiştir; örneğin Berbehârî, Kitab'us-Sünnet'de şöyle diyor: "Zamanının insanlarından duyduğun her sözü kabul ve amel etme konusunda, o söz hakkında sahâbe veya ulemâdan bir söz ulaşıp ulaşmadığı sana mâlum olana kadar acele etme. Sahâbe yada ulemâdan nakledileni kabul et; ve gayrisine amel etme ki ateşe düşersin. Bil ki, Hak Teala hakkında konuşmak, yeni ortaya çıkmış bir şeydir; ve bidattir. Allah hakkında, kendisini Kur'an'da vasıflandırdığı veya Peygamber'in, ashâbına beyan ettiği şekilde konuş. Ve şuna da inanmak gerekir ki, halk, kıyâmet günü Allah'ı gözleriyle görecek; ve Allah, kullarını vasıta olmadan hesaba çekecektir. Yine inanmak gerekir ki, Resulullah kıyâmet günü ve sırat köprüsünde günahkârlara şefaat edecek; ayrıca bütün peygamberler, sıddıklar, şehitler ve Salihlerin şefaat etme hakkı var. Cennet ve cehennem yaratılmıştır; cennet, göğün yedinci katında ve tavanı arştır; cehennem ise yerin yedi kat derinliğindedir.  Yine Hz. İsa'nın gökten ineceğine, Deccal'ı öldüreceğine, evleneceğine, Hz. Mehdi'nin arkasında namaz kılacağına ve sonunda öleceğine inanın. Herkim bir bidat ehlinin cenaze merasimine katılırsa, merasimden dönene kadar Allah'ın düşmanıdır…[xii]"

2- Künyesi "Ebu Abdullah" ve "İbn-i Batta" diye ünlü, Ubeydullah b. Muhammed b. Muhammed b. Hamdan b. Utbe b. Ferkad Ukberî: Hicrî 304 (m. 917) yılında, Bağdat'a 10 fersah mesafede bulunan Ukbera'da doğup, 384 (m. 994 veya 997) yılında 83 yaşındayken aynı yerde ölen, Hambelî fıkıh ve hadîs âlimidir.

Memleketine nisbetle Ukberî denildi. Sahâbeden olan dedesi Utbe b. Ferkad'dan dolayı İbn-i Batta denildi ve bu lakapla meşhur oldu. Tahsil görmek ve hadîs toplamak amacıyla Mekke, Serehdat, Basra ve diğer bâzı şehirlere ziyâretlerde bulunduktan sonra doğduğu yere dönüp 40 yıl süreyle evinde inzivaya çekilerek kitaplar yazdı. Kitaplarına örnek olarak "el-İbanetu ala usul'is-Sünnet ve'd-Diyane"[xiii] kitabını gösterebiliriz. Peygamber'i ziyâret etmeyi ve şefaatini inkâr eden, kabrini ziyâret için çıkılan yolculuğun günah olduğunu, bu yolculukta namazların seferî kılınmasının câiz olmadığını,[xiv] ayrıca enbiyanın ve Salihlerin kabirlerini ziyâret için çıkılan yolculuğu ibadet sayanların inancının, Peygamber'in sünnetine ve icmaya muhâlif olduğunu savunan bir âlimdi.[xv] Hatip Bağdadî, İbn-i Batta'nın biyografisini zikretmiş, eleştiride bulunmuş ve rivâyetlerinin zayıf olduğunu belirtmiştir.[xvi] İbn-i Batta'nın fikirlerini yayan "İbn-i Cevziyye" ise, Hatip Bağdadi'nin eleştirilerine cevap vermiştir.[xvii] İbn-i Teymiyye ve Muhammed b. Abdulvehhab, inançlarının önemli bir kısmını, İbn-i Batta'dan almışlardır.[xviii]

İbn-i Teymiyye'nin Öğrencileri Ve Savunucuları

1- İbn-i Kesir

İbn-i Teymiyye'nin sıkı savunucusu ve talebeleri arasında, kitaplarında her fırsatta kendisini savunan, öven, çoğunlukla dini meselelerde ona uygun fetvalar veren  "el-Bidâyet-u ve'n-Nihaye" kitabının yazarı İbn-i Kesir'i (ö. H. 744) gösterebiliriz. İbn-i Kesir, İbn-i Teymiyye'nin öldüğü gün, Şam kalesine giderek cesedinin başında oturdu; ve yüzünü açarak öptü.[xix]

2- Ebu'l Haccac Mezi

İbn-i Teymiyye'yi savunup bu sebeple türlü zahmet ve sıkıntılara düşen çağdaşı âlimlerden ise, "Tehzib'ul-Kemal" kitabının (Ehlisünnetin en muteber kitabı) sahibi, ünlü hafız ve hadîs âlimi "Ebu'l-Haccac Mezi"yi (ö. H.742) gösterebiliriz.[xx]

3- Ahmed b. Meri Lebli

İbn-i Teymiyye'nin bir diğer örgencisi, İbn-i Hacer'in[xxi] söylediğine göre önce kendisine muhâlif olan ama mülakatlarından sonra dostu ve öğrencisi olan, derlemelerini kaleme alan, taraftarı olmakta direnen, sûfîliğin ve ziyâret yolculuğunun reddinde onu savunan ve sonunda Mâlikî mezhebine mensup Kadı Ehnani'nin ihzar edip kan revan içinde kalana dek dövdüğü ve daha sonra bir katırın sırtına bindirerek şehirde dolaştırdığı Hambelî "Ahmed b. Meri Lebli"dir.

4- İbn-i Kayyim el-Cevzi (h. 691-751)

Kuşkusuz İbn-i Teymiyye'nin en sıkı savunucusu ve en büyük talebesi, tüm sözleri ve inançlarında mutlak tâbîsi ve hâmisi olan, inançlarını yayma görevini hayatında ve ölümünden sonra üstlenen, kitaplarını şerh eden, defalarca kendisiyle hapis yatan, kırbaçlanan, katır üstünde şehirde dolaştırılan, Şam kalesinde zindana atılan, 712 yılından ölümüne kadar onu koruyan,  "Takiyyuddin Subki" gibi muhâlifleriyle kavga eden ve bu yüzden adı sürekli birlikte anılan[xxii] "İbn-i Kayyim el-Cevzi"dir. "el-A'lam" kitabının sahibi "Zerkâli", İbn-i Kayyim'i, İslâmî rükünlerden ve büyük âlimlerden biri olarak kabul ederek şöyle diyor: "Üstadı İbn-i Teymiyye'nin söz ve görüşlerinden öteye gitmez; onun görüşlerini teyit ve tekmil etmeye çalışır; kitaplarını yayınlardı."[xxiii]

"Dr. Nezzar Rıza", kendisinin tahkik ve tashih ettiği İbn-i Kayyim'in "Ehbar'un-Nisa" kitabının mukaddimesinde, İbn-i Kayyim el-Cevzi'nin hayatı ve eserlerinden kısa bir bölüme yer vererek şöyle diyor: "İbn-i Teymiyye'den oldukça istifade etmiş, sözlerini ve düşüncelerini kabullenmiş, fikirlerini yaymaya çalışmış, teori ve pratikte birliktelik etmiş biridir. Zindanda yanındaydı; yolunda mücâdele ediyor ve bu uğurda eziyet ve ihanete maruz kalıyordu. Sürekli kitap okurdu; üstadının ölümünden sonra, kitaplarını şerh etmeye başladı."[xxiv]

"Sabir Yusuf", tahkik ve tashih ettiği İbn-i Kayyim'in "Revzet'ul Muhibbin ve Nuzhet'ul Muştakin" kitabının mukaddimesinde, İbn-i Kayyim'i fıkıh âlimi, dini lider, özgür düşünen, içtihat ve istinbat ehli ve körü körüne taklit karşıtı olarak tanımlamış ve kitap ve sünnete tam bağlı olduğunu, hiçbir mezhebe mensup olmadığını, her konunun özünü ve künhünü anlamaya, hakikatleri kaynağından, derin düşünerek elde etmeye çalışan biri olduğunu belirtmiştir.[xxv]

Bâzı yazarların onca övmesine rağmen, İbn-i Kayyim'in eserlerini okuyan basîretli insanlar, onun da, üstadı İbn-i Teymiyye gibi, itikada dayalı konularda fazlasıyla sapma, hata ve inhirafa duçar olduğunu rahatlıkla anlar. Örneğin, bundan önce İbn-i Teymiyye'nin itikatlarını beyan ederken geçen "Allah'ın gözle görülmesi" meselesi, İbn-i Kayyim'in de inandığı bir meseledir. Nitekim "Kafiyet'uş Şafiye" adındaki uzun kasîdesinde bu hatalı görüşünü açıkça itiraf etmiş ve cennet ehlinin Allah-u Teala'yı gözleriyle göreceği hakkında şöyle demiştir: "Cennet ehli Allah'ı, güneş ve ayı tepelerinde gördükleri gibi, göreceklerdir; bu haber, mütevatir derecede Peygamber'den ulaşmıştır; ve bunu, imanı bozulmuş kimselerden başkası inkâr etmez."

"Ahmed b. İbrahim" adında Hambelî âlimlerinden biri, bu kasîdeyi, "Tevzih'ul-Mekasıd" adlı iki ciltlik kitabında geniş şekilde şerh etmiştir. Kitabında şöyle diyor: "Bütün peygamberler, resuller, sahâbiler, tâbiîler ve İslam'ın ileri gelenleri, bunda (cennet ehlinin Allah'ı göreceği) ittifak etmişlerdir; fakat Cehmiye, Mutezile, Batıniye ve Rafıziye gibi bidat ehli olanlar bunu inkâr etmişlerdir.

İbn-i Kayyim aynı kasîdesinde şöyle demiştir: "Cennet ehli, zevk-i sefa ve nimet içinde yüzerken ve birbirlerini tebrik ederken, birden bütün cenneti kaplayan bir nur parlıyor; herkes kafasını nura doğru kaldırıyor ve Allah'ın nurunu ve ardından kendilerine selam vermek için gelen Allah'ın kendisini müşâhede ediyorlar; Allah cennet ehline selam veriyor; ve o sırada cennet ehli, yaratıcılarını âşikâra müşâhede ediyorlar."[xxvi]

İbn-i Kayyim bu sözde, İbn-i Mace'den bir rivâyete istinat etmiştir. Yine şöyle diyor: "Allah haz verici bir hitapla cennet ehline bir nevi Kur'an tilâvet ediyor ki, sanki böyle bir tilâveti bundan önce duymamışlardı. Bunu Teberani rivâyet etmiş, gerçek anlamda Kur'an tilâvetinin bu olduğunu ve dünyada dinlediğimizin farklı bir şey olduğunu söylemiştir."

Allah konusunda doğru itikat, O'nun gözle görülemeyip, hiçbir duyu organıyla idrak edilemeyeceğidir; zîrâ kendisi buyurmuştur: "Gözler onu fark edip kavrayamaz. Oysaki O, gözleri görür/bilir. O latiftir, lütfu çok olduğu hâlde kendisi görülemez; habirdir, her şeyden haberdardır."[xxvii]

5- Muhammed b. Ali Şevkani Sen'ani (h. 1173-1250)

Yemen'in başkenti San’a yakınlarında bulunan Şevkan köyünde 1173 yılında dünyaya geldi; ve San’a'da yetişti. Babası ve bazı hocalardan fıkıh, usul ve hadîs dersleri aldı. El-Bedr'ut-Tali' kitabında, üstatlarının ve her birinden ders aldığı kitapların adlarını yazmıştır. Çok çabuk fetva mercii oldu; San’a ve diğer şehirlerden gelen fıkhi sorulara cevap veriyordu. Henüz otuz yaşını doldurmadan müçtehit oldu ve taklidi bıraktı. Birkaç yıl San’a şehrinin kadılığını yaptı. El-Bedr'ut-Tali' kitabında fihristini zikrettiği birçok kitap yazdı.[xxviii] 1250 veya 1255 yılında öldü.

Şevkani, fıkıh ilmini önce Zeydiyye mezhebine göre öğrenip, ona göre kitap yazdı; ve bu mezhepte önderlik makamına ulaştı. Hadîs ilminde zamanının âlimlerine üstünlük kurarak taklitten kurtulup içtihada erdi. "es-Seyl'ul-Cerrar" adlı kitabında ortaya attığı içtihat ve görüşlerle, zamanın ulemâsıyla arasında münakaşalar çıktı. Çoğu mukallit olup içtihat ehli olmayan kimseler, onun aleyhine kıyam ettiler. Ehlibeyt fıkhı hakkında yazdığı "Şerh'ul-Ezhar" kitabında taklidi yermiş, delile bakılması gerektiğini savunmuştur. Zîrâ ona göre taklit haramdı; ve bu konuda "el-Kavl'ul-Mufid fi hukmu't-Taklit" adında bir risâle yazmıştır.

Bu risâleden dolayı zamanın ulemâsından bir kısmının eleştiri ve saldırısına maruz kaldı. Bu yüzden San’ada taklit ve içtihat taraftarları arasında fitne çıktı; ve taklit taraftarları, Şevkani'yi, Ehlibeyt mezhebini yıkmaya kastetmekle suçladılar.

Şevkani, selef-i salih itikadını taşıyordu; içtihat kapısının kapalı olmadığını, Kur'an ve hadîslerde geçen Allah'ın sıfatlarının zâhirî anlama geldiğini ve tevile karşı olduğunu belirtiyordu. Selef mezhebi konusunda "et-Tuhefu bi Mezhebi's-Selef" adında bir risâle yazmıştır.[xxix]

Şevkani'nin fetvaları, meşhur "Neylu'l-Evtar Min Ehadîsi Seyyidi'l-Ehyar" kitabında zikredilmiştir. Namaz kılmayanı kâfir,[xxx] kabirlerin üzerine türbe yapmayı ve kabir ziyâreti için sefere çıkmayı şirk sayıyordu.[xxxi]

Şevkani'nin Özel İtikat Ve Sözleri:

1- Kur'an ve hadîslerde mecâz câiz değildir: Edebiyat ve lügat erbâbı, mecâzın (kelimenin gerçek anlamının dışında kullanılması) Arap dilinde mevcut olduğunu, Kur'an ve hadîslerde de fazlaca bulunduğunu kabul etmelerine rağmen, Şevkani, Kur'an ve hadîslerde mecâz anlamı inkâr ederek,[xxxii] her kelimeyi zahir manasında kullanıyor. Mesela Arapça'da el, nimet, kudret, iktidar ve tasallut gibi birçok anlama gelen "Yed" kelimesinin gerçek anlamı el, mecâzi anlamları ise diğerleridir. Şevkani'ye göre "Yed" kelimesi Kur'an'da kullanıldığı her yerde el anlamındadır; örneğin: "Yahudiler dediler ki: Allah'ın eli bağlıdır." Kendi elleri bağlandı/elleri bağlanasıcalar! Söylemiş oldukları lakırdı yüzünden lânetlendiler. Söylediklerinin aksine, Allah'ın iki eli de alabildiğine açıktır; dilediği gibi bağışta bulunur."[xxxiii]

Bütün müfessirler, Allah'ın cisim olmadığı ve dolayısıyla hakiki anlamda ele sahip olmadığı için, "Yed" kelimesini mecâzî olarak "kudret" anlamında yorumlamışlardır. Ve Şevkani birkaç âyetin zâhirine bakarak, Allah'a el, kulak, göz, yüz ve diğer uzuvlar isnat etmiştir.

2- Akait ve Hak Teala'nın sıfatlarında tevil var ama kaçınmak gerek: Akait esaslarında ve Hak Teala'nın sıfatlarında tevil imkanı konusunda üç görüş var: a) Müşebbihe'nin[xxxiv] görüşü: Bu konularda tevilin yeri yok ve zâhiri mana esastır. b) İbn-i Burhan'ın dediği Selefin görüşü: Tevil var ama itikatta teşbihe ve tâtile (inkâr) inanmaksızın kaçınmak gerek; zîrâ Allah şöyle buyurmuştur: "…ve onun tevilini Allah'tan başkası bilmez…"[xxxv] Şevkani burada selef-i Salih yolunu seçmiş; yâni tevil var ama biz kaçınıyoruz.[xxxvi] Şevkani'nin sözünün anlamı şudur: Âyetlerin zâhiri uyarınca, Allah görülebilir ve O'na âzâ ve organ isnat edilebilir. c) Mezkur konularda tevil mevcuttur: İbn-i Burhan'a göre bu üç görüşten birincisi bâtıl; diğer ikisi sahâbeden nakledilmiş ve üçüncüsü Ali (a.s), İbn-i Abbas, İbn-i Mes'ud ve Ümmü Seleme'den rivâyet edilmiştir.

3- Şevkani, Vehhâbîlerin aksine, mubahlık ilkesini seçmiştir: Mubahlık ilkesi, (Serbestiyet kuramı) yasak olduğuna dair kesin hüküm bulunmayan her şeyin yapılmasının mubah ve câiz olmasıdır; yasaklık ilkesi ise, cevazına dair bir delil bulunmayan her şeyin yapılmasının yasak olmasıdır. Şevkani, mubahlık ilkesini, bir kısım fıkıhçılardan, Şafii'lerden bir gruptan, Muhammed b. Abdullah b. Abdu'l-Hakem'den ve müteahhir âlimlerden bâzısından nakletmiş ve yasaklık ilkesini cumhura nispet vermiştir; fakat kendisi birtakım delillerle mubahlık ilkesini seçmiştir;[xxxvii] ve bu, Vehhâbîlerin itikadına terstir.

4- Şevkani, türbe yapmayı ve kabirleri onarmayı haram sayıyor: Şevkani, kabir ziyâretini câiz bilmekle beraber[xxxviii] kabirleri onarmak, üzerine türbe dikmek ve ziyâret amacıyla sefere çıkmak konusunda, kendisinden önce İbn-i Teymiyye'nin dile getirdiği görüşleri benimsemiştir. O dönemde Muhammed b. Abdulvehhab şöyle diyordu: İster şiddet kullanarak ister ulemâya itirazla olsun, neden bu çirkin işlerin önü alınmıyor? Ve neden ilgisizlik gösteriliyor? Bütün bu bâtıl inançlardan dolayı ne kadar fesat çıkmıştır; ki İslam kan ağlıyor. Örneğin putperestlerin, putlarına inandığı kadar, câhil halk da kabirlere inanmaktadır; kabirlerin yarar getirebileceğine veya zararı defedebileceğine inanıyorlar; dileklerinin kabul olmasına ve isteklerine kavuşmaya vesile olarak görüyorlar; ve Allah'tan istenecek şeyleri, kabirlerden istiyorlar. Kabir ziyâretleri için yolculuklara çıkıyor, kabir toprağından teberrük umuyor ve yardım diliyorlar. Şevkani, bu çirkin ve küfür kokan amellere Allah için öfkelenecek ve bu temiz din uğruna himmet gösterecek bilgili âlim, tenkitçi talebe, emir, vezir, sultan, hiç kimse olmadığına oldukça üzülmektedir. Bize ulaşan haberlere göre, kabir ziyâret edenlerin birçoğu, yemin etmek gerektiğinde, yalan yere Allah'a and içiyorlar; ama pirine, mürşidine veya inandığı kimseye yemin etmesi istendiğinde, kabul etmeyip doğruyu itiraf ediyorlar; bu durum, böyle kimselerin şirkinin, Allah, ikinin ikincisi veya üçün üçüncüsü diyenlerin şirkinden daha katı bir şirk olduğunun apaçık bir delilidir.[xxxix]

Şevkani, İslâm alemini kapsayan bunca musibetlerden, Müslümanlar arasında kökleşen ve dini, temelden sarsmasından korkulan ihtilaf ve nifak etkenlerinden sarf-ı nazar ederek, bütün himmetini cüzi bir meseleye odaklamış ve meseleyi öylesine büyük göstermiş ki, Müslümanların musibetinin sadece o mesele olduğu sanılmıştır. Onun için din âlimlerine ve Müslümanların yöneticilerine hitaben şöyle diyor: "Din için hangi musibet, küfürden daha şiddetli ve hangi bela, Allah'tan gayrisine tapmaktan daha ziyankâr olabilir; ve Müslümanların giriftar olabilecekleri musibetlerden hangisi bu musibetle boy ölçüşebilir?![xl]

Sen'anî, İslâm ümmetinin, Resulullah'ın rızasının aksine, çeşitli fırkalara bölünmesine üzülmüyor; ve kendi kendine, bu bölük pörçük olmanın nedenini ve nereden kaynaklandığını sormuyor. Fıkıh kitaplarında binlerce defa Ebu Yusuf, Muhammed b. Hasan Şeybani ve… gibi isimlerin geçmesine rağmen, bir kez olsun Kâzım, Sâdık ve Rıza isimlerinin geçmemesine üzülmüyor; bunlar Peygamber hanedanının erkanı değil mi? Bu, büyük bir musibet değil mi? Sahih-i Buhari'de 9 bin, Sahih-i Müslim'de 11 bin olmak üzere, Ehlisünnet ulemâsının, tümünü sahih kabul ettiği 20 bin hadîs mevcut; ama bu hadîslerin bir tanesi bile Ehlibeyt İmamlarıyla ilintilenmemiştir; acaba bunca rivâyet arasında İmam Muhammed Bâkır, Câfer-i Sâdık ve Musa Kâzım (Hepsine selam olsun) dan bir rivâyet olmaması üzüntü verici değil mi?[xli]

Eğer bir gün Müslümanlar kendilerine gelecek olurlarsa, İslâm'ın önemli meselelerini ve Müslümanların sorunlarını düşünmeleri gerekir; ve Sen'anî gibilerinin sözleri, asıl ağrıyı unutturan narkoz gibidir.

 


[i]– Berbehârî, Hindistan'da bir baharat ismidir. O zaman bu baharatı getirenlere berbehârî denilmiştir. Bu işle uğraşan Hasan b. Ali'ye de Berbehârî lakabı verilmiştir.

[ii]– Söz konusu mescidi, âdetâ Peygamber-i Ekrem'in (s.a.a) yıktırdığı Mescid-i Zırar'a çevirmişlerdi.

[iii]– Nişvar'ul-Muhâzara, c.2, s.134.

[iv]– İran’ın güneyinde yer alan bu günkü Mazendaran şehri.

[v]– İrşad'ul-Yakut, c.6, s.436.

[vi]– el-Bidâyet'u ve'n-Nihaye, c.11, s.201.

[vii]– Kamil-u İbn-i Esir, c.6, s.282.

[viii]– el-Vafi bi'l-Vefiyyat, c.12, s.146; Şezerat'uz-Zeheb, c.2, s.319.

[ix]– Tabakat'ul-Henabile, Nablusî, s.299; el-E'lam'u Zerkali, c.2, s.201.

[x]– Tecarub'ul-Umem, c.5, s.322.

[xi]– el-Muntazam, İbn-i Cevzi, c. 6, s.32; el-Vafi Bi'l-Vefiyyat, c.12, s.146.

[xii]– Şezerat'uz-Zeheb'den naklen, c.2, s.320-321.

[xiii]– İzah'ul-Meknun, c.1, s.8.

[xiv]– Kitab'ur-Reddi ala'l Ehnai, İbn-i Teymiyye, s.27.

[xv]– a.g.e. s.30.

[xvi]– Tarih'ul-Bağdad, c.10, s.5-371.

[xvii]– el-Muntazam, c.7, s.193.

[xviii]– Vehhâbîler, mezheplerinin yeni bir mezhep olmadığını, selef-i Salih (geçmiş Salihler) mezhebi olduğunu, bu yüzden kendilerine Selefi dediklerini söylüyorlar.

[xix]– el-Bidâyet'u ve'n-Nihaye, c.14, s.138.

[xx]– Tezkiret'ul-Huffaz, Zehebi, c.4, s.1498.

[xxi]– ed-Durer'ul-Kamine, c.1, s.323.

[xxii]– Hediyyet'ul-Ehbab, s.400.

[xxiii]– el-Â'lam, Zerkeli, c.6, s.56.

[xxiv]– Ehbar'un-Nisa, İbn-i Kayyim el-Cevziyye, Dr. Nizar, Beyrut baskısı.

[xxv]– Ravzet'ul Muhibbin ve Nuzhet'ul Muştakin, İbn-i Kayyim, tashih: Sabir Yusuf, Beyrut baskısı.

[xxvi]– Tevzih'ul-Mekasıd, c.2, s.573.

[xxvii]– En'am/103; Minhac'ul-Kerame, s.86.

[xxviii]– el-Bedr'ut-Tali', c.1, s.479, c.2, s.214.

[xxix]– el-Bedr'ut-Tali', c.2, s.214-225.

[xxx]– Neylu'l-Evtar Min Ehadîsi Seyyidi'l-Ehyar, c.1, s.6-295.

[xxxi]– Neylu'l-Evtar Min Ehadîsi Seyyidi'l-Ehyar, c.4, s.4-83.

[xxxii]– İrşadu'l-Fuhul, c.3, s.22.

[xxxiii]– Maide/64.

[xxxiv]– Allah'ı cisim bilip insana benzetenler.

[xxxv]– Âl-i İmran/7.

[xxxvi]– İrşad-ul Fuhul, s.176.

[xxxvii]– İrşad-ul Fuhul, s.284.

[xxxviii]– Neylu'l-Evtar Min Ehadîsi Seyyidi'l-Ehyar, c.4, s.109 dan itibaren.

[xxxix]– Nahl/51: "Allah buyurdu ki: 'İki ilah edinmeyin; ilah sadece bir tek ilahtır.'" ile Maide/73: "Yine andolsun ki, 'Allah, üçün üçüncüsüdür' diyenler de küfre batmıştır. Bir tek Tanrı dışında hiçbir ilah yoktur." e işâret edilmektedir.

[xl]– Neylu'l-Evtar Min Ehadîsi Seyyidi'l-Ehyar, c.4, s.4-83.

[xli]– Bu konuda, Kadı Behçet Efendi'nin "Muhammed Oğulları tarihinde Teşrih ve Muhakeme" adlı çok değerli kitabına müracaat edilebilir.