“Önce yaratan, ölümünden sonra tekrar dirilten O’dur. Bu, O’nun için daha kolaydır. Göklerde ve yerde olan en üstün sıfatlar O’nundur. O, güçlüdür, hikmet sahibidir.” Rum, 27

Öz Bilince Varış

Öz Bilince Varış

Nurşat Biçer

 

İnsanın kendini bilip öz değerlerine sarılması, fıtratına dönüşü simgeler. Bir birey olarak insan, öz değerlerine yabancılaşarak, öz bilincini kaybederek kendini anlamak ve kendini tanımaktan da uzaklaşmış demektir. İnsan ancak öz bilince sahip olarak kendisini, gayesinin ne olduğunu ve hangi değerlere sahip olduğunu anlayabilir.

Bu yüzden öz bilinç bilgisi diğer bütün bilgilerden üstündür. Bilim bilgisi, sanat bilgisi, felsefe bilgisi öz bilinç bilgisinin yaptığı işlevleri asla yerine getiremez. Öz bilincin temele konulması ve diğer bilgi dallarının da ancak onun üzerine bina edilmesi gerekir. Çünkü bir insan kendini tanımadan diğer bilim dallarında istediği kadar ilerlesin, bir anlam ifade etmeyecektir. Burada Yunus Emre’nin herkesçe bilinen şu dörtlüğünü hatırlamamak elde değil:

İlim, ilim bilmektir

İlim, kendin bilmektir

Sen kendini bilmez isen,

Ya bu nice okumaktır?!

İnsan kendini tanımadığı ve özüne dönemediği zaman, aslında bulunmayan yapay şeyleri kendi fıtratından bilmektedir. Artık bu yapay şeyleri kendine ait kabul ederek ona sımsıkı sarılır. Bu kimisi için moda olur, kimisi için ırkçılık olur, kimisi için para olur. Burada özün yerine nelerin konulduğu önemli değildir. Önemli olan, bunların kişiyi kendini tanımaktan alıkoyması ve kişinin kendini ifade etmesini engellemesidir. Böyle olunca da, insan özünü kaybedip ne olduğunu bilmez hâlde ruhsal sıkıntılar ve bunalımlar içinde hayatını geçirecektir.

Öz bilinç olmadan, insan bilim ve teknoloji alanlarında istediği kadar ilerlesin, sadece insanın daha çabuk yok olmasına neden olur. Batı’nın şu an sahip olduğu yapay bilinçle teknoloji çok ileri seviyededir. Öz bilinç olmadan ilerleme olduğu için bu ilerleme, insanı öz bilincine yaklaştırmaz, aksine öz bilincinden daha da uzaklaştırır. İnsan kendini bilmedikten, kendini tanımadıktan sonra son teknoloji ürünlerini kullansa, hayatında her türlü konfor olsa, ne ifade eder ki?! Bir insan ideali, imanı, bilgisi, öz bilinci, toplumsal bilinci olmadan yalnızca bilimin, tekniğin, sermayenin ve gücün peşinden giderse, kazandığını sansa bile daima tüketici olarak kalacaktır. Bütün bu şeylere sahip olduğu hâlde, aciz bir insana bütün dünyaya meydan okuma gücü veren öz bilinçten yoksun olacaktır.

Öz bilinç yoksunluğu kişinin sadece kendi kendine sebep olduğu bir olgu değildir. Kişinin kendisinden kaynaklanabildiği gibi, bazı dış etkenler de buna sebep olabilir. İnsanı özünden kopararak kendi şahsi ve menfaate dayalı emellerini gerçekleştirmek isteyen sömürü odakları her zaman var olmuştur. İnsanı insan olma değerinden yoksun bırakanlar bazen bir insandır, bazen bir ülke, bazen de bir düşüncedir.

Şahsi menfaatlerini düşünen bir kişi diğer insanların ilgisini, gayesini başka yöne çekerek, onları özünden ayırarak kendi menfaatlerini korumayı amaçlar. Bir ülke kendi çıkarını korumak ve kendi halkının refah seviyesini yükseltmek için başka insanları acımasızca öz bilincinden koparmakta ve kendi emellerine alet etmektedir. Bazen de insanlar bir düşüncenin peşinden giderek kendini kaybetmekte ve o fikrin rüzgârına kapılmaktadırlar. Bütün bunlar insanın kendini tanımasını engelleyen, bilincin önünü tıkayan birer settir.

İnsanı sömürmek ve fıtratından uzaklaştırmak için kullanılan yöntemler, zamana ve mekâna bağlı olarak değişmektedir. Ortaçağ Avrupa’sında insanın zihinsel yönünü tahrif etmek için din bir araç olarak kullanıldı. İnsanları sömürmek, öz bilinçten yoksun bırakmak ve kendi menfaatleri doğrultusunda kullanmak için dini, bir afyon gibi kullandılar. Hâlbuki hiçbir dinin özünde ve ortaya çıkış gayesinde insanları uyuşturmak yoktur. Aksine bütün dinler insanlara taze bir ruh katmak, var olan çarpık düzeni değiştirmek ve yerine yenisini koymak için gelmiştir. Ancak zaman içerisinde bazı dinler insanlar tarafından tahrif edilerek kendi menfaat düzenlerini koruma vasıtası hâline getirilmiştir.

Irkçılık furyası içinde de insanlar bilincinden yoksun bırakılarak ilgi ve alakası farklı bir yöne çekildi. Mesela Hitler, zamanında aç ve zavallı bir Alman sandviçini ısırırken “Savaşmak istiyorum!” diye kükrüyordu. Alman ırkının kirlenmemesi için savaşan adamın sıkıntısı buydu! Hâlbuki kendisinin yoğun propagandanın etkisi altında kaldığını anlamaz hâle gelmişti!

Günümüzde ise teknoloji, bilim, para, teknik, moda gibi şeylerle insanlar sömürülmektedirler. Bunlar çağın gereksinimleri gibi sunularak insanlar acımasızca bilinçsizleştirilip sömürülüyor. İnsan bazen ihtiyacı olmadığı hâlde moda adına, çağdaşlık adına kapitalistlerin kendisine sunmuş olduğu ürünleri kullanmaktadır. Mesela kutuplarda yaşayan Eskimoların buzdolabına ihtiyacı olmayacağını herkes bilir. Ancak bu insanlar öz bilincinden yoksun bırakılarak bunlara, çağın olmazsa olmazı gibi gösterilerek buzdolabı satılmaktadır. Onlar da bilincini yitirdikleri için bunu ihtiyacı varmışçasına satın almaktadır. Modanın sunduğu ürünler hayatın kendisiymiş gibi lanse edilmektedir. Böylece insanlar çeşitli yollarla sömürülüp öz bilincine yabancı bırakılmaktadır.

İnsanlar gerçekten sahip olması gerekenlerin ne olduğunu bilemeyecek hâle gelmiştir. Hangi değerlere sahip olmakla mutlu olacağını bilmediği için kendisine ne sunulursa onu formül olarak alır ve kullanır. Ancak suni bir mutluluk, istenilen gaye değildir. Yapay ve geçici mutluluklar, insanın sadece bedenini rahatlatır; fakat ruhî ve fıtrî yönünü tatmin edemez. Bunun sebebi, insanın özüne yabancı kalmasıdır. Yabancı kaldığı için de insan kendini bilmez bir hâldedir.

Her canlı varlığın, özünde olan bazı vazifeleri vardır. Canlılar bu vazifelerini yaptığı zaman ancak mutlu olabilir. Nasıl ki arı bal yaptığında, bülbül şakıdığında, at koştuğunda mutlu oluyorsa, insan da ancak dünyadaki gayesini bilerek, öz bilincinin farkında olarak, kendini tanıyarak ve neler yapması gerektiğini bilerek mutlu olabilir.

İnsan kendi içine doğru bir yolculuğa çıkmalıdır. Kendini aramalı ve kendini bulmalıdır. Yaptığı eylem ve davranışlar insana kendini buldurmalıdır. Bir İran efsanesinde geçen “Simurg Anka” denilen kuşların hükümdarı varmış. Tüm kuşlar toplanmışlar ve hep birlikte Simurg'un huzuruna varmak istemişler. Kaf Dağı’na ulaşmak için yola çıkan kuşlar, Kaf Dağı’na vardıklarında kuşlardan geriye sadece otuz kuş kalmış. Simurg'un yuvasını bulduklarında öğrenmişler ki, Simurg Anka “Otuz Kuş” demekmiş. Simurg’a yani kendilerine ulaşırlar. Onlar birer Simurg’mus… Her biri bir Simurg… Kendi kendisine doğru süren bir yolculuk… Biz de Simurg misali kendi kendimize doğru yola çıkmalıyız. Aradığımız ve peşinden gittiğimiz şeyin sadece kendimiz olduğunu anlamalıyız.

İnsan öz değerlerini sahiplenerek, ruhî ve manevî yönüne değer vererek öz bilincine dönmeli. Özünde var olan bilinci kaybetmeden yoluna devam etmelidir. Aksi takdirde insan olma şuuruna eremez. İnsanı insan yapan, sahip olduğu öz bilinç ve kendini bilme yetisidir. Kendine yani özüne dönerek ne yapması gerektiğini düşünmelidir.