Her kim sıhhatli, zayıf ve çevik bedene sahip olmak isterse akşam yemeğini azaltsın. el-Bihar, 62/324 İmam Rıza (a.s)

İlk Kur’an Tefsiri Olarak Hz. Ali (a.s)’ın Mushafı – 1

İlk Kur’an Tefsiri Olarak Hz. Ali (a.s)’ın Mushafı – 1

Birinci Bölüm

Cafer Emin/Erenler 1

Hz. Ali (a.s)'ın mushafı, İslâm tarihinde Kur'an ve Kur’an ilimlerini ihtiva eden ilk kitap oluşu hasebiyle büyük öneme sahiptir.

Bu kitabın en belirgin özelliği, Müminlerin Emiri Hz. Ali (a.s)’a ait oluşudur.

İmam Ali (a.s) vahyin şahidi, kitap ilminin sahibi, Peygamber’in ilminin varisi, onun daimî arkadaşı ve ilim şehrinin kapısıdır. Sahabe içerisinde Kur'an'ın tefsiri ve tevilini, her ayetin zahiri ve batınını en iyi bilendir. Kur'an'ın nazil olduğu dönemlerde Peygamber (s.a.a)'in yanında en çok hazır bulunun ve Peygamber (s.a.a)'in ilmini kavrayıp anlamada diğer sahabîlere apaçık bir üstünlüğü olan kimsedir. Onun Kur'an ilmine geniş ve engin bir biçimde vâkıf olduğu, Peygamber-i Ekrem (s.a.a), sahabe ve diğerleri tarafından defalarca ve ısrarla belirtilmiştir.

Allah (c.c) Kur'an'da şöyle buyuruyor:

"Kâfirler, sen peygamber değilsin, derler. De ki: Sizinle aramda tanık olarak Allah ve kitap bilgisine sahip olan yeter." (Ra’d/43)

Ehl-i Beyt’ten gelen hadislerde olduğu gibi Ehl-i Sünnet rivayetlerinde de "Kitap bilgisine sahip olan kimse"den maksadın Hz. Ali (a.s) olduğu vurgulanmıştır.[1]

Kur'an'ın çeşitli yerlerinde Hz. Ali’(a.s)’ın ve evlâtlarının (a.s) ilmî dereceleri vurgulanmış ve başkaları onlardan ilim öğrenmeye teşvik edilmiştir. "İlimde derinleşenler" ve "Zikir ehline sorun" ayetleri ile benzeri diğer ayetler, bu yüce insan ve evlâtlarının Kur'an hakkındaki derin ve engin bilgilerine tanıklık etmektedir.

Peygamber (s.a.a) de defalarca konuşmalarında Hz. Ali (a.s)'ın Kur'an'a olan ilmi derinliğini vurgulamıştır. Örneğin bir konuşmasında şöyle buyurmaktadır: "Ben ilim şehriyim, Ali de onun kapısıdır. Kim bu şehre girmek ve hikmet isterse, kapıya gelsin." Yine buyurmaktadır: "Ali Kur'an iledir, Kur'an da Ali ile. Onlar havuzun başında bana kavuşuncaya dek birbirinden asla ayrılmazlar.” [2]

Bu anlamda Peygamber-i Ekrem (s.a.a)'den diğer birçok hadis de nakledilmiştir. Hz. Ali (a.s)'ın Kur'an bilgisi sahabe ve dostlarının dillerinde de destanlaşmıştı. İbn-i Abbas şöyle diyor:

"Halkın bilgisi beş kısma ayrılmıştır. Dört kısmı Ali’de, bir kısmı da diğer bütün insanlarda. Ayrıca Ali, o bir kısımda da onlara ortaktır ve hatta onlardan daha bilgindir." [3]

İbn-i Mes’ud şöyle diyor: "Eğer Allah'ın Kitabı’nı benden daha iyi bilen birini tanısaydım, uzun yollara (zahmetlere) düşecek olsam bile, onun hizmetine koşardım." Birisi ona; "Ali'yi nasıl buluyorsunuz?" diye sorduğunda; "Ben onunla başladım ve Kur'an'ı onun yanında öğrendim."[4] cevabını verdi.

Suyutî şöyle yazıyor: "Muammer b. Veheb b. Abdullah, Ebu’t-Tufeyl'den naklediyor; diyor ki Ebu’t-Tufeyl: “Hz. Ali’nin bir konuşmasına şahit oldum; ‘Sorun benden! Allah'a andolsun, soracağınız her sorunun cevabını vereceğim. Kur'an'dan sorun bana! Allah'a andolsun, Kur'an'daki her bir ayetin gece mi, yoksa gündüz mü, dağda mı, yoksa çölde mi nazil olduğunu çok iyi biliyorum.’ diyordu.” [5]

Şehristanî, Mefatîh'ul-Esrar adlı tefsirin giriş bölümünde şöyle yazıyor: "Sahabe, Kur'an ilminin Ehl-i Beyt’e mahsus olduğu konusunda söz birliği içindedirler.” [6]

Şevahid'ut-Tenzil adlı eserde Ömer, İbn-i Mes’ud, Ayşe, Abdullah b. Ömer, Ebu Abdurrahman Selemî ve Ata b. Ebî Rubah'tan Hz. Ali'nin Kur'an'ı en iyi bilen kişi olduğunu rivayet etmiştir.[7]

Hz. Ali (a.s)'ın kendisi şöyle buyuruyor: "Resulullah'a nazil olup da bana okumadığı bir ayet yoktur. O okuyor ve ben de yazıyordum; daha sonra o ayetin tevil ve tefsirini, nasih mi yoksa mensuh mu olduğunu bana öğretiyordu."[8]

Defalarca minberden halka seslenerek; "Beni kaybetmeden önce sorun benden!" buyurmuşlardır. Bu rivayet, Ehl-i Beyt ve Ehl-i Sünnet kaynaklarında mütevatirdir.

İbn-i Asakir, Tarih-i Dimaşk adlı eserinde bu başlık altında özel bir bölüm açmış ve “Ali’den başka hiç kimse, ‘Şu iki kapak arasındakinden (Kur’an’dan) sorun benden soracağınızı!’ diyememiştir.” demiştir. Konuyla ilgili birçok rivayeti de bu bölümde zikretmiştir.[9]

Ali (a.s) bütün bu özellikleri ve sınırsız ilmi ile İslâm'da ilk müellif unvanıyla mushafı yazmıştır. Gerçi Hz. Ali (a.s)'ın bu değerli mushafı maalesef bizim elimizde değildir, ancak böyle bir eserin var olduğunu tarihçiler, hadisçiler ve tefsirciler kaydetmişler, ayrıca İmam'ın kendisi ve diğer Ehl-i Beyt İmamları da belirtmişlerdir.

Birçok yazarlar böyle bir kitabın varlığından ve bazı özelliklerinden söz etmişlerdir. Bu kitap hakkında nakledilen sözler, gerçi teferruatta bir miktar farklı da olsalar, genel itibarla hepsi aynı şeyi söylüyorlar. Bu kitap hakkında ortak görüş şudur: Peygamber (s.a.a)'in vefatından sonra Hz. Ali (a.s), Kur'an'ı toplamadıkça sırtına aba almayacağına ve başka hiçbir işle uğraşmayacağına dair yemin etti. Kur'an'ı yazdıktan sonra onu alıp Mescid'ün-Nebi'ye getirdi, zamanın hâkimlerine ve halka sundu ve buyurdu ki: "Bu Kur'an'dır. Peygamber'in vefatından sonra ben onu toplamakla meşgul oldum ve şimdi onu size getirdim." Cevap olarak; "Bizim ona ihtiyacımız yoktur!" denildi. O da onu kaldırıp eve geri götürdü. Onun yazdığı Kur'an, ayetlerin nassını, tevil ve tefsirini kapsıyordu. O Kur'an'da surelerin tertibi, nüzul sırasına göre idi. Bugün elde olan Kur'an dizilişinde değildi.

Şimdi bu konuyla ilgili çok önemli birkaç rivayeti inceleyelim: İbn-i Nedim şöyle yazıyor: "Ali (a.s) Peygamber (s.a.a)'in vefatından sonra halktan vefasızlık görünce Kur'an'ı toplayıncaya kadar sırtına aba almayacağına dair yemin etti. Sonra bu isteğini yerine getirebilmek için üç gün evde oturdu. Böylece bu kitap, Ali (a.s)'ın göğsünden aktardığı ilk kitap idi. Bu kitap, Cafer (a.s) oğullarının (Ehl-i Beyt İmamlarının) yanındadır." Ve şöyle ekliyor: "Ben bu dönemlerde Ebu Hamza Ya'lî el-Hasanî'nin yanında bir kitap gördüm; birkaç yaprağı da düşmüştü. O kitap, Hz. Ali (a.s)'ın hattı ile yazılmıştı ve Hasan'ın çocuklarına miras kalmıştı."[10]

Muhammed b. Sirin, İkrime'den şöyle nakletmektedir: "Ebu Bekir'in hilâfetinin ilk günlerinde Ali b. Ebî Talib (a.s) evde oturup Kur'an'ı toplamakla meşgul oldu." Ben İkrime'den: "Acaba o zaman aynı nüzul sırasına göre başka bir Kur'an da yazılmış mıydı?" diye sordum. "Eğer cinler ve insanlar hepsi bir araya gelselerdi, böyle bir Kur'an vücuda getiremezlerdi." cevabını verdi. İbn-i Sirin diyor ki: "Bu kitabı araştırmaya koyuldum; Medine'ye mektup yazdım, ancak ona ulaşamadım."[11]

İbn-i Cezzî Kelbî şöyle yazıyor: "Kur'an, Peygamber zamanında sahifelerde ve kişilerin sinelerinde (hafızalarında) perakende ve dağınık bir hâldeydi. Peygamber (s.a.a)'in vefatından hemen sonra Ali b. Ebî Talib (a.s) onu ayetlerin iniş sırasına göre toplayıp düzenledi. Bu değerli kitapta saklı nice ilimler vardı; ama ne yazık ki elimizde değil."[12]

Şeyh Müfid şöyle yazıyor: "Müminlerin Emiri (a.s) Kur'an'ı baştan sona bir araya getirdi; yapması gerektiği gibi de yaptı: Mekkî ayetleri Medenî ayetlerden önce, nesholunmuş ayetleri nesheden ayetlerden önce yazmak suretiyle her ayeti olması gereken yerde yazmıştı."[13]

Şirazî Kur'an'ın nüzulü hakkında İbn-i Abbas'tan şöyle naklediyor: Allah (c.c), Peygamber (s.a.a)'e ondan sonra Ali (a.s)’ın Kur'an'ı toplayacağına dair garanti verdi. Sonra Allah Kur'an'ı Ali (a.s)'ın göğsünde karar kıldı ve Ali (a.s) da Peygamber (s.a.a)'in vefatından sonra altı ay içinde Kur'an'ı derleyip topladı."[14]

Yine o şöyle yazıyor: Ebu'l-A’lâ Attar ve Harezm hatibi Muvaffak, kendi kitaplarında Ali b. Rubah'tan şöyle naklediyorlar: "Peygamber (s.a.a) Hz. Ali (a.s)'a Kur'an'ı toplamasını buyurdu. Ali (a.s) da toparlayıp yazdı. Yine Ali (a.s) buyurdu ki: "Eğer bana destek olunsa, Peygamber (s.a.a)'in imlâ ettiği ve benim yazdığım kitabı halka sunarım." [15]

Birçok Ehl-i Sünnet ve Ehl-i Beyt kaynaklarında nakledildiğine göre, "Peygamber (s.a.a) Ali (a.s)'a yanında bulunan Kur'an ile yatağının başucunda perakende ve dağınık hâlde bulunan sahifeleri bir araya getirmesini, böylece Kur'an'ın da Tevrat ve İncil gibi bozulmasına engel olmasını buyurdular. Sonra Ali (a.s) bu sahifelerin hepsini sarı bir bez parçasına sarıp mühürledi ve şöyle buyurdu: "Bundan sonra bunları toparlayıncaya kadar sırtıma aba almayacağım." O günden sonra Kur'an'ı toplayıncaya kadar yanına gelenleri üzerine aba giymeden karşılıyordu."[16]

İbn-i Ebi'l-Hadid şöyle yazıyor: "Hz. Ali’(a.s)’ın Peygamber (s.a.a) zamanında Kur'an hafızı olduğu ve ondan başka hiç kimsenin Kur'an'ın tamamına hafız olmadığı ve Peygamber (s.a.a)'den sonra ilk Kur'an'ı toplayan şahıs olduğu, görüş birliğine varılmış bir konudur."[17]

İmam Bâkır (a.s) şöyle buyuruyor: "Halktan hiç kimse Kur'an'ı nüzul sırasına göre topladığını iddia etmemiştir, etmişse de yalan söylemiştir. Ali b. Ebî Talib (a.s) dışında hiç kimse, Kur'an'ı Allah'ın indirdiği şekilde hıfzedip toparlamamıştır."[18]

Yine şöyle rivayet edilmiştir: "Hz. Ali (a.s) Kur'an'ı toparlayıncaya kadar omzuna aba almayacağına dair yemin etti. Sonra bu iş için bir müddet onlardan (zamanın hâkimlerinden) uzak durdu. Zamanı gelince yazmış olduğu Kur'an'ı bir parçaya sarılmış olarak -onlar mescitte oldukları bir sırada- mescide getirdi. Herkes Hz. Ali’(a.s)’ın bunca zaman sonra gelmesine hayret etmişlerdi. Onların arasına girince kitabı ortaya koyup şöyle buyurdu: "Peygamber (s.a.a) buyurmuşlardı ki: "Ben sizin aranızda kendi yerime bir şey bırakacağım, eğer ona yapışırsanız doğru yoldan sapmazsınız. O, Allah'ın Kitabı ve benim İtret’im ve Eh-i Beyt'imdir. Şimdi, bu Kitap’tır ve ben de Ehl-i Beyt'im." Ömer kalkıp şöyle dedi: "Eğer senin Kur'an'ın varsa, onun benzeri bizde de vardır." Hz. Ali (a.s), hücceti tamamladıktan sonra (delil ile mazeret yolunu kapadıktan sonra) kitabını alıp geri döndü."[19]

 Şeyh Saduk şöyle diyor: "Kur'an'ı onların yanına götürüp şöyle buyurdu: "Bu, Rabb'inizin kitabıdır, tıpkı Peygamberinize indirdiği gibidir. Bir harf dahi ondan azaltılıp çoğaltılmamıştır." Onlar dediler: "Bizim ona ihtiyacımız yoktur, sende olanın aynısı bizde de vardır." Bunun üzerine Hz. Ali (a.s) şu ayeti okuyarak oradan ayrıldı: "Sonra onlar Kur'an'ı arkalarına attılar ve onu çok ucuza sattılar. Ne de kötü bir ticaret yaptılar!"[20]

Bazıları diyorlar ki: "Hz. Ali (a.s)'ın Kur'an'ının kabul görmemesinin nedeni şuydu: Ebu Bekir Kur'an'ı açtığında Muhacirler ve Ensar’dan bazılarının yanlış davranışlarının bu kitapta yazılı olduğunu gördü. Bunun, maslahata uygun olmayacağı korkusuyla onu reddetti."[21]

Özet olarak söylemek gerekirse; Ali (a.s)'ın Kur'an'ı toplaması olayı, birçok Ehl-i Beyt ve Ehl-i Sünnet kaynaklarında nakledilmiştir. [22]

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Kur'an'ı toplama ve onu Müslümanlara sunma işinin, o büyük ve eşsiz insan tarafından gerçekleştirildiği apaçık bir gerçektir.

Gerçi bu arada bazı cüz’î konularda birtakım ihtilaflar da vardır. Örneğin; Kur'an üç günde mi, yoksa altı ayda mı toplandı? Peygamber (s.a.a)'in vefatından üç gün sonra mı, yoksa altı ay sonra mı halka sunuldu? Acaba Ali (a.s) Kur'an'ı, onun tefsir ve tevilini kendi göğsünde saklı ilimle mi kâğıda döktü? Yoksa tahta parçalarına, taşlara, hurma yapraklarına, deve kemiklerine, kâğıt ve deriler üzerine yazılmış olan Kur'an ayetlerini bir araya toplamak suretiyle mi bu işi gerçekleştirdi? Yoksa her ikisinden de mi yararlandı? Zira rivayetler, her iki kaynağa da işaret etmektedirler. Diğer bir deyişle; acaba Hz. Ali (a.s) Kur'an'ı toplamada, daha önce yazılanları bir araya getirip düzenlemekle mi yetindi, yoksa baştan sona bizzat yazmak suretiyle düzenli bir mecmua mı meydana getirdi?

Bunlar, birtakım açık olmayan ayrıntılardır ki, bu konularda doğru bir hüküm verebilmek, tarihi bütün yönleriyle araştırmak ve söylenmemiş gerçekleri keşfetmek suretiyle mümkün olabilir. Ancak bu iş, başlı başına bir araştırma ve çalışmayı gerektirmektedir.

Kur'an'ın toplanma müddeti hakkında çoğu rivayetler suskun kalmışken bazılarında Kur'an'ın üç günde, bazılarında ise altı ayda toplandığı belirtilmektedir. (Bir veya iki rivayette altı ay nakledilmiş, üç gün olduğunu söyleyen rivayetler birçok kaynaklarda zikredilmiştir.) Ne var ki, Kur'an'ın tamamının bütün tefsir ve teviliyle bu kısa müddet içerisinde toplanılmış olması, gerçek dışı bir görünüm arz etmektedir. Ancak, “Kur'an, Peygamber (s.a.a) zamanında bir şekilde yazılmış veya imlâ edilmiş, fakat Resul-i Ekrem’in ömrünün son anlarına dek vahiy nazil olabileceği ihtimali göz önünde bulundurularak bir araya toplatılmamıştı. Ancak ayrı ayrı bölümler hâlinde yazılı olarak korunuyordu. İşte bu bölümlerin tertip, düzen ve bir araya getirilmesi, bu üç gün içerisinde tamamlanmıştır.” denirse, o başka.

İkinci rivayete, yani Kur'an'ın altı ayda toplanılmış olmasına gelince; Hz. Ali (a.s)'ın bu müddet içerisinde bütün Kur'an'ı baştan sona bizzat yazmış olması, ya da dağınık hâlde bulunan Kur'an'ı bir araya toplayıp tefsir ve tevili ile uğraşmış olması, uzak bir ihtimal değildir.

Kitabın Yazılması Yahut Kur'an'ın Bir Araya Toplanması

Şüphesiz, Peygamber (s.a.a)'in yanında parçalar ve cüzler hâlinde (perakende ve dağınık bir durumda) bulunan Kur'an ilk olarak Hz. Ali tarafından bir araya toplanılmıştır. Yalnız bu kitabın her ayetin tefsir ve tevilini de içermesi, (bu tefsirlerin çoğu Allah tarafından nazil olmuş olsa bile) içerdiği şeylerin çoğunun Kur'an'dan olmadığı anlamına gelmektedir. Dolayısıyla bu kitap, Hz. Ali (a.s) tarafından kaleme alınmış başlı başına bir kitaptır; yalnızca Kur'an ayetlerinin toplanılması olayı değildir.

Seyyid Şerefuddin Amulî şöyle yazıyor: "Ali (a.s) Kur'an'ı nüzul sırasına göre toplamış ve ondaki nasih ve mensuhu, umum ve hususu, mutlak ve mukayyedi, muhkem ve müteşabihi, azimet ve ruhsatı, sünnet ve adabı belirlemiş, nüzul sebeplerine işaret etmiş ve anlaşılması zor olan yerlere açıklamalar getirmişti… Anlaşılacağı üzere, Hz. Ali (a.s) tarafından toplanmış Kur'an daha çok bir tefsir niteliği taşımaktadır."[23]

Önceki rivayetlerden de iyice anlaşıldığı üzere, bu Kur'an içerik ve tertip açısından halifeler döneminde yazılan Kur'an ile farklı özelliklere sahiptir. Çünkü onun çoğunu tefsir ve teviller oluşturmaktadır. Ehil-i Beyt İmamlarından gelen rivayetlerde de bu noktaya işaret edilmiştir. İmam Bâkır (a.s), "Ali (a.s) dışında hiç kimse Kur'an'ı nazil olduğu şekliyle toplamadı." buyurmuştur.

İmam Sadık (a.s) da şöyle buyurmuştur: "Eğer halk Kur'an'ı nazil olduğu üzere okusaydı, kesinlikle iki kişi arasında ihtilâf söz konusu olmayacaktı."[24] Yine şöyle buyurmuştur: "Eğer Kur'an nazil olduğu gibi (Hz. Ali'nin tefsir ve tertibi ile) okunsaydı, bizim adımızı Kur'an'da bulacaktınız."[25] Yine buyurmuştur ki: "Bizim Kaim'imiz –Hz. Mehdi- kıyam ettiğinde Kur'an'ın nazil olduğu gibi okutulması için çadırlar kurduracak. O gün, en zor gündür. Zira Kur'an, bugünkü tertip ve düzenin dışında, bambaşka bir hâlde olacaktır.” [26]

Şüphesiz, nazil olduğu şekilde denilmesinden maksat, onun özel tertip, tefsir ve teviliyle okunmasıdır. (Hz. Ali (a.s)'ın tertip ve tefsir ettiği şekliyle.)

Bu rivayetlerin çoğu -gerçi sağduyu sahibi olmayanların Kur'an'ın tahrif olduğu görüşünü ileri sürmelerine neden olmuşsa da- gerçekte Hz. Ali (a.s)'ın mushafında yazılmış olan tefsir ve yorumlara işaret etmektedir.

Buna göre, bu rivayetleri reddetmek, senetlerini zayıf saymak, yahut onları Kur'an'ın hıfzı veya anlaşılmasına ilişkin kabul etmek doğru değildir. Zira bütün bunların anlamı çok açıktır. Gerçi bu konuyla ilgili birçok asılsız hadis de mevcuttur ki, yeri geldiğinde onlara da işaret edeceğiz.

Ali (a.s)’ın Mushafı ve Sahîfesi

Hz. Ali (a.s)'a izafe edilen kitaplardan biri de "Hz. Ali (a.s)'ın Sahîfesi"dir. Ehl-i Sünnet tarafından da bu isim ile tanınan bu eserden, Ehl-i Beyt kaynaklı rivayetlerde ve Ehl-i Sünnet kaynaklarında bahsedilmiştir. Ayrıca, Ehl-i Sünnet'in Sahih-i Buharî, Müslim, Sünen-i Ebî Davud, Müsned-i Ahmed gibi temel kaynaklarında bu kitaptan nakillerde bulunulmuştur. Bu sahîfe çok öz olarak yazılmış ve Hz. Ali’(a.s)’ın kılıcının kılıfında saklı idi.[27]

Hadisçiler arasında meşhur olan "Ali (a.s)'ın Kitabı" adıyla başka bir kitap daha vardır ki, birçok rivayetlerde bu eserden söz edildiği gibi, Ehl-i Beyt mektebine mensup alimler bu kitaptan nakillerde bulunmuşlardır. Bu kitap Sahîfe, Camia, Cifr ve Sahîfe-i Camia gibi adlarla zikredilmiştir.

Bu kitabın yetmiş zira (yaklaşık otuz beş metre) uzunluğunda olup Hz. Ali (a.s)'ın hattıyla yazıldığı ve kendisinden sonra Ehl-i Beyt İmamlarına miras kaldığı rivayet edilmiştir. Bu kitapta, hatta kaşımak suretiyle deride oluşan çizintinin diyetine kadar, büyük-küçük her hükmün yazılı olduğu zikredilmiştir.[28]

Bazı rivayetlerde Ehl-i Beyt İmamlarından şöyle naklediliyor: "İlim bize mahsustur. Biz ilim ehliyiz. Bütün ilimler bizim yanımızda korunmuştur. Kıyamete kadar olacak her şeyin -hatta derideki çizintinin- hükmü, Peygamber (s.a.a)'in imlâsı ve Ali (a.s)'ın hattı ile yazılmış olarak bizim yanımızda mevcuttur." [29]

Bu sözlerin hepsi adı geçen kitap hakkındadır. Zira bu kitabın bir kısmı diyet ile ilgilidir. Bu bölüm, İbn-i Nasih'in kitabıyla tanınmıştır. Bu kitap hakkında çok şeyler söylenmiştir. Ancak Ali (a.s)'ın mushafı bu iki kitaptan ayrıdır. Mushaf’ın bu iki kitaptan biri olduğu hakkında hiçbir delil yoktur. Bu kitapların hangisinin ilk yazılmış olduğu da kesin olarak bilinmiyor. Zira, bu kitaplardan hiçbirinin ne zaman yazıldığı kesinlikle belli değildir. Acaba Peygamber (s.a.a)'in zamanında mı, yoksa daha sonra mı yazılmış, bilinmiyor. Ancak mushafın Peygamber (s.a.a) zamanında yazıldığı, hatta o hazret tarafından imlâ edildiği hakkında birçok rivayet vardır. Ama eldeki kaynaklardan hiçbirinde bu iki kitaptan herhangi biri hakkında kesin bir bilgiye rastlanmamıştır. Yalnızca Seyyid Şerefuddin şöyle yazıyor: "Ali (a.s), Peygamber (s.a.a)'in cenaze işlerini tamamladıktan sonra Kur'an'ı toplayıncaya kadar namaz dışında sırtına aba almayacağına dair yemin etti ve söylediği gibi de yaptı… Bu kitap bittikten hemen sonra Hz. Fatıma (a.s) için bir kitap yazdı. Bu kitap, Fatıma (a.s) evlâtlarınca "Mushaf-ı Fatıma (a.s)" adıyla bilinmektedir. Birtakım meseller ve hikmetli sözlerden ibarettir. Daha sonra diyet hakkında bir kitap yazdı ve onu "Sahîfe" diye adlandırdı…" [30] Ne var ki, bu yazdığı tertip için kaynak belirtmemiştir.

Kur'an'ın "Mushaf" Olarak Adlandırılması

Bu konuda başka önemli bir nokta da, Hz. Ali tarafından toplanılmış olan Kur'an'a "Mushaf" adının verilmiş ve bu isim ile tanınmış olmasıdır. Yalnız, bu ad, yazıldığı zaman mı bu kitaba verildi, yoksa daha sonraları bu adla anıldığı için mi böyle bir unvana sahip oldu, kesin değildir?

Bu sorular İbn-i Mes’ud, Übey ve Muaz gibi bazı sahabîlerin mushafları için de geçerlidir. Hatta bazı rivayetlerde ashaptan bazılarının kendi mushaflarını Peygamber (s.a.a)'e sundukları da nakledilmiştir.[31]

Peygamber (s.a.a)'den nakledilen birtakım rivayetlerde de Kur'an'dan "Mushaf" diye bahsedildiği görülmektedir.[32] Öyle görülüyor ki, Hz. Ali’(a.s)’ın zamanında bu isim meşhur idi. Kur'an'ın Peygamber (s.a.a) zamanında bugünkü şekliyle toplanmış olduğunu iddia edenler de bu rivayetlere dayalı olarak konuşmaktadırlar. Bazı rivayetlerde şöyle nakledilmektedir: Kur'an ilk defa Ebu Bekir zamanında bir araya toplanıldı ve "Mushaf" olarak adlandırıldı. Zira, toplanıldıktan sonra ad koyma konusunda ihtilâfa düşmüşlerdi. İbn-i Mes’ud, Habeşe civarında "Mushaf" olarak adlandırılmış bir kitap gördüğünü söyledi. Ebu Bekir, bunun güzel bir ad olduğunu söyledi ve o günden sonra Kur'an "Mushaf" adıyla anılmaya başladı.[33]

Her ne kadar bilimsel bir sonuca ulaşma ihtimali düşük de olsa, bu konuda gerçeğe ulaşmak için tarihte nakledilen konular üzerinde çok geniş bir araştırma yapılması gerekir.

Yalnız, denilebilir ki: Hz. Ali ve diğer sahabîlerin kitapları yazılıp "Mushaf" tabiri şöhret bulduktan sonra bu kitaplar "Mushaf" adıyla meşhur oldular. Çünkü tâ başından beri bu kitapların "Mushaf" adıyla anıldıklarına dair hiçbir tarihi delile rastlamamaktayız. Elbette Peygamber (s.a.a)'den nakledilen bazı rivayetlerde "Mushaf" kelimesinin zikri, nakl-i mana yönüyle de mümkündür. Yani, Peygamber (s.a.a) Kur'an olarak söylemiştir ama, yıllar sonra o sözü nakledildiği zaman -Mushaf kelimesi şöhret bulduğu için- Mushaf oluruk nakledilmiştir. Özellikle de aynı kişiden nakledilen aynı rivayette, farklı nüshaların birinde "Mushaf" denirken, diğerinde "Kur'an" denmektedir. Bu durum, yukarıdaki söze bir şahit ve delil konumunda olabilir.[34]

Hz. Ali (A.S)'ın Mushafının Özellikleri

Hz. Ali (a.s)'ın mushafı hakkında söylenenlerden edinilen birkaç özelliği şöyle sıralayabiliriz:

a) Sureler nüzul sırasına göre tertiplenmiştir.

b) Mensuh ayetler (hükmü kaldırılmış) nasih ayetlerden (hükmü kaldıran) önce getirilmiştir.

c) Onda ayetler hiçbir değişikliğe uğramaksızın, dikkatle yazılmıştır.

d) Her bir ayet, harf harf aynen Peygamber (s.a.a)'in okuduğu şekilde yazılmıştır.

e) Ayetler Peygamber (s.a.a)'in imlâsı ve Ali (a.s)'ın hattı ile yazılmıştır.

f) Ayetlerin tefsirleri, Allah tarafından nazil olduğu kadarıyla yazılmıştır. Bu husus, "Tenzil'in Hakikati" diye adlandırılmıştır. Zira Allah tarafından gelen her vahiy, Kur'an değildi. Bazıları tefsir niteliği taşımaktaydı.

g) Ayetlerin tevili onda zikrolunmuştur.

h) Ayetlerin indirilmesinin nerede, ne zaman, ne münasebetle olduğu, ayetten kimlerin kastedildiği gibi bütün özellikleri zikredilmiştir. Bu özellikler "Ayetlerin Tenzili" diye adlandırılmıştır.

ı) Bazıları da bu mushafta umum-husus, mutlak-mukayyet, muhkem-müteşabih, nasih-mensuh, azimet-ruhsat, sünnet ve adap ile ilgili açıklamaların da yazılı olduğunu rivayet etmişlerdir.

k) Ehl-i hak ile ehl-i bâtılın kim oldukları, ayrıca Muhacirlerden ve Ensar’dan bazı kimselerin veya münafıkların işlediği suçlar da bu kitapta yazılmıştır.

Şehristanî "Mefatîh'ul-Esrar" kitabının giriş bölümünde şöyle yazıyor: "Hz. Ali (a.s)'ın kitabının metin ve haşiyelerden oluştuğu söylenmektedir."[35]

Evet, Ali (a.s)'ın mushafı bütün bu sayılan özellikleri eksiksiz bir şekilde bir araya getirmiş olduğu gerekçesiyle Hz. Ali’(a.s)’ın telifi ve eseri olarak diğer mushaflardan tamamen farklı olarak değerlendirilmesi gerekir.

Şüphesiz, Kur'an'ın bu şekilde toplanılması (kitabın başında belirtildiği gibi) ancak Kur'an hakkında geniş bir ilmi kariyer gerektirir ki bu, yalnızca Ali (a.s)'a özel bir durumdur. Burada Ahmed Emin'in sözüne bir bakınız: "Sahabeden çok az bir grup Kur'an tefsiri ile tanınmışlardır. Bunlardan önde gelenler: Ali b. Ebî Talib, Abdullah b. Abbas, Abdullah b. Mes’ud, Übey b. Kâb olarak rivayet olunmuşlardır. Onlardan sonra da, Zeyd b. Sabit, Ebu Musa Eş'arî ve Abdullah b. Zübeyr gelir. Bu konuda aslına bakılırsa, yalnızca ilk dört kişiyi saymak gerek. Çünkü, farklı mektep ve mezheplerin tefsir alanında dayanakları genel olarak bu dört kişidir. Tefsir alanında bu derinliği bu dört kişiye has kılan ndenler genel olarak şunlardır: Onların Arap dilini çok iyi bilmeleri ve onun çeşitli üslup ve özelliklerine vâkıf olmaları, Peygamber (s.a.a) ile uzun müddet bir arada olmaları, sonuçta ayetlerin nüzul sebepleri, yerleri hakkında olan bilgileri ve onların kendi bilimsel güçlerini Kur'an üzerinde tereddüt etmeksizin sarf etmeleridir."[36]

Hatırlatmak gerekir ki, İbn-i Abbas ve İbn-i Mes’ud, Kur'an tefsiri konusunda Hz. Ali (a.s)'ın öğrencileri idiler. İbn-i Abbas, Kur'an ile ilgili bilgisinin Hz. Ali (a.s)'dan bir yansıma olduğunu söylüyordu ve kendi ilminin Ali (a.s)'ın ilmine kıyasla deryada bir yaprak misali olduğunu söylüyordu. İbn-i Mes’ud da Kur'an tefsiri üzerine çalışmalarıyla birlikte birçok surelerin tefsirlerini Hz. Ali (a.s)'dan öğrenmiştir.

Hz. Ali (a.s)'ın Mushafında Surelerin Tertibi

Bu hususta surelerin tertibi hakkında meşhur söz, surelerin nüzul sırasına göre dizildiği görüşüdür. Bunun niteliği de yalnızca iki veya üç kaynakta belirtilmiştir.

Öncelikle İbn-i Nedim, el-Fihrist'inde Ali (a.s)'ın mushafını zikrettikten sonra diyor ki: "Bu mushafta surelerin tertibi şöyledir…"

İkinci kaynak, Tarih-i Yakubî'dir ve şöyle yazıyor: "Bazıları Ali b. Ebî Talib (a.s)'ın Peygamber (s.a.a)'in vefatından sonra Kur'an'ı topladığını, devenin sırtına yükleyip getirdiğini ve "Bu benim topladığım Kur'an'dır." dediğini söylemişlerdir. O, Kur'an'ı yedi cüzde toplamıştı."

Yakubî, daha sonra bu yedi cüzü sırasıyla sayıyor: “1. cüz sırasıyla Bakara, Âl-i İmran, Nisâ, Mâide, En’âm, A’râf ve Enfâl sureleri ile başlıyor ve her cüz on dört ilâ on sekiz sure kapsıyordu ve her cüz başlangıç suresinin adını almaktaydı. Bunların toplamında da üç sure eksiktir." [37]

Böylesi özellikler, bilinen meşhur nüzul tertibi ile uyum içinde olmadığı gibi, diğerlerinin Ali (a.s)'ın mushafı hakkında söyledikleri ile de örtüşmemektedir. Zira söylenenlere göre Ali (a.s)'ın mushafının başında İkra (Alak), sonra Müddessir, Kalem, Muzzemmil… sureleri yer almaktaydı. Yukarıdaki tertip, tarihçilerin dedikleriyle de uyum içinde değildir.[38] Aynı şekilde Şehristanî de Mefatîh'ul-Esrar kitabında mushafın tertibini Mukatil b. Süleyman'dan naklediyor.[39]

 


[1] – Haskanî, Abdullah, Şevahid'ut-Tenzil, c.1, s.400, Vizaret-i İrşad-ı İslâmî, Tahran; Kunduzî, Yenabî'ul-Mevedde, c.1, s.307, Beyrut basımı, A’lemî Müessesesi; İbn-i Şehrâşub, Serv-i Mazenderanî, Menakıb-i Ali b. Ebî Talib, c.2, s.255, Tahran basımı, Mustafevî Müessesesi.

[2] – Hâkim Nişaburî, el-Müstedrek Ale's-Sahiheyn, c.3, s.124 ve 134, Beyrut basımı, Dar'ul-Marifet; Taberanî, el-Mucem'us-Sağir, c.1, s.255, Kahire basımı, Dar'un-Nasr Matbaası.

[3] – İbn-i Asakir, Tarih-u Medinet-i Dimaşk, c.3, s.45-46.

[4] – Aynı eser, c.3, s.25-26.

[5] – Suyutî, Celaludddin, el-İtkan Fî Ulum'il-Kur'an, c.4, s.233, Beyrut basımı, el-Mektebet'us-Sakafiyye; Zehebî, Muhammed Hüseyin, et-Tefsir ve'l-Müfessirun, c.1, s.90, Beyrut basımı, Dar-u İhya'it-Turas'il-Arabî.

[6] – Şehristanî, Muhammed b. Abdulkerim, Mefatîh'ul-Esrar ve Mesabîh'ul-Ebrar, elyazması nüshasının fotoğrafı.

[7] – Haskanî, Abdullah, Şevahid'ut-Tenzil, c.1, s.34-50.

[8] – Hilalî Kûfî, Süleyman b. Kays, s.313; Saduk Kummî, Muhammed b. Ali b. Babeveyh, Kemal'üd-Din, s.284, Kum basımı, Neşr-i İslâmî Müessesesi.

[9] – İbn-i Asakir, Tarih-u Medinet-i Dimaşk, c.3, s.22-25.

[10] – İbn-i Nedim, el-Fihrist, s.41-42, Beyrut basımı, Dar'ul-Marife.

[11] – Suyutî, Celaluddin, el-İtkan, c.1, s.58; İbn-i Sa’d, et-Tabakat'ul-Kubra, c.2, s.101, Liden basımı ve c.2, s.338, Beyrut basımı, Dar-u Sadır; Endülüsî, İbn-i Abdulbirr, el-İstîab Fî Marifet'il-Ashab, el-İsabe’nin hamişinde, c.2, s.253; Zerkanî, Abdulazim, Menabi'ul-İrfan, c.1, s.247, Beyrut, Dar-u İhya'il-Kutub'il-Arabiyye; Sadr, Hasan, Tesis'uş-Şîa Li Ulum'il-İslâm, s.317, Tahran basımı, A’lemî; Heytemî, İbn-i Hacer, es-Sevaik'ul-Mahrika, s.126, Kahire basımı, Dar'ut-Tabaet'il-Muhammediyye; Zencanî, Ebu Abdullah, Tarih'ul-Kur'an, s.48, Beyrut basımı, A’lemî Müessesesi; Marifet, Muhammed Hadî, et-Temhid Fî Ulum'il-Kur'an, c.1, s.289, Kum basımı, Neşr-i İslâmî Müessesesi.

[12] – Kelbî, İbn-i Cezzî, et-Teshil Li Ulum'it-Tenzil, c.1, s.4.

[13] – Şeyh Müfid, Muhammed b. Muhammed b. Numan, el-Mesail'us-Serviye, s.79, Kum basımı, Kongre-i Şeyh Müfid; Meclisî, Muhammed Bâkır, Bihar'ul-Envar, c.92, s.88, hadis: 27, Beyrut basımı, el-Vefa Müessesesi.

[14] – İbn-i Şehrâşub, Serv-i Mazenderanî, Menakıb-ı Ali b. Ebî Talib, c.2, s.40; Meclisî, Muhammed Bâkır, Bihar'ul-Envar, c.95, s.51.

[15] – Aynı kaynak.

[16] – Meclisî, Muhammed Bâkır, Bihar'ul-Envar, c.92, s.48; Tefsir-i Kummî, s.2451; Mukaddeme-i Tefsir-i Burhan, s.36; Feyz-i Kaşanî, Muhammed b. Murtaza, el-Meheccet'ül-Beyzâ, c.2, s.264; Suyutî, el-İtkan, c.1, s.57; es-Sırat'ul-Mustakîm, s.366; Feyz-i Kaşanî, el-Vafî, c.2, s.273-274; Zencanî, Tarih'ul-Kur'an, s.44-64; Askalânî, İbn-i Hacer, Feth'ul-Bari, c.9, s.10; Aynî, Umdet'ul-Kari, c.20, s.16 vs…

[17] – Mutezilî Hanefî, İbn-i Ebi'l-Hadid, Nehc’ül-Belâğa Şerhi, c.1, s.27, Kahire basımı.

[18] – Meclisî, Muhammed Bâkır, Bihar'ul-Envar, c.92, s.88.

[19] – İbn-i Şehrâşub, Serv-i Mazenderanî, Menakıb-i Ali b. Ebî Talib, c.2, s.40-41.

[20] – Saduk, Kummî, Muhammed b. Ali b. Babeveyh, el-İtikadat, el-İtikad Fî Mebleğ'il-Kur'an, s.93.

[21] – Tabersî, Fazl b. Hasan, el-İhticac, c.1, s.227; Saffar Kummî, Muhammed b. Hasan, Besair'ud-Derecat, s.196, Kum basımı, Mektebet-ü Ayetillah Mer’aşî Necefî; Meclisî, Muhammed Bâkır, Bihar'ul-Envar, c.92, s.42-43.

[22] – Bu konuyu işleyen bazı Sünnî tefsirci, tarihçi ve yazarları zikredelim:

Belâzurî, Ensab'ul-Eşraf, c.1, s.586; İbn-i Ebî Davud, el-Mesahif, s.10; İbn-i Nedim, el-Fihrist, s.30; Abdurrezzak, el-Musannef, c.5, s.45; Ebu Nuaym İsfahanî, Hilyet'ül-Evliyâ, c.1, s.67; İbn-i Sa’d, et-Tabakat, c.2, s.38; İbn-i Ebî Şeybe, el-Musannef, c.1, s.545; İbn-i Cezzî, et-Teshil Li Ulum'it-Tenzil, c.1, s.4; Hâkim Nişaburî, el-Müstedrek, c.2, s.611; Teyalisî, Müsned, s.270; İbn-i Abdulbirr, el-İstîab, el-İsabe’nin hamişinde, c.2, s.253; Sahih-i Buharî, İlim Kitabı, s.39, Cihad Kitabı, s.171 ve Cizye Kitabı, s.10; Tarih-i Yakubî, c.2, s.154; Hâkim Haskanî, Şevahid'ut-Tenzil, c.1, s.26-28; Askerî, el-Evail, c.1, s.214; Harezmî, el-Menakıb, s.49; Sibt b. Cevzî, Tezkiret'ul-Havas, s.148; Taberî, Muhibuddin, er-Riyaz'un-Nazıra, c.1, s.242; Kunduzî, Yenabî'ul-Mevedde, c.1, s.149; İbn-i Ebi'l-Hadid, Nehc'ül-Belağa Şerhi, c.1, s.27; İbn-i Haym, el-Fasl, s.3; İbn-i Kesir Tefsiri, c.4, s.28-29; MuttakîHindî, Kenz'ül-Ummal, c.2, s.373; İbn-i Hacer Heytemî, es-Savaik'ul-Muhrika, s.126; Kandehlevî, Hayat'us-Sahabe, c.3, s.355; Suyutî, el-İtkan, c.1, s.57 ve 72 ve Tarih’ul-Hulefa, s.185; Nuveyrî, Nihayet'ul-İrb, c.5, s.104; Tarih-i Şam, c.7, s.210; Kastalânî, İrşad'us-Sarî, c.7, s.459; Askalânî, İbn-i Hacer, Feth'ul-Bari, c.9, s.10; Aynî, Umdet'ul-Kari, c.20, s.16; İbn-i Nizamuddin Ensarî, Fevatih'ur-Rahamât, el-Mustesfa'nın şerhi, c.2, s.12; Ebyarî, Tarih-i Kur’an, s.84 ve 106; Zerkanî, Menabi'ul-İrfan, c.1, s.247; Abdussebur Şahin, Tarih'ul-Kur’an, s.71.

Şia alimlerinden de büyük bir grup Ali (a.s)'ın mushafından bahsetmişlerdir. Örnek olarak:

Şeyh Müfid, el-İrşad, s.365 ve el-Mesail'us-Serviyye, s.79; Şeyh Saduk, el-İtikadat, s.93 ve Kemal'ud-Din, c.1, s.284; Saffar Kummî, Besair'ud-Derecat, s.193, 198; Kuleynî, el-Kafî, c.1, s.178; Tabersî, el-İhticac, c.1, s.223, 228; İbn-i Şehrâşub, Menakıb, s.41, 402 ve Mealim'ul-Ulema, s.2; Seyyid b. Tavus, Sa’d'us-Suud; Feyz-i Kaşanî, el-Vafî, c.2, s.130, 273-274 ve el-Meheccet'ül-Beyzâ, c.2, s.264; Bihar'ul-Envar, c.92, s.40, 74; Behranî, Tefsir-i Burhan, c.1, s.16; Muhaddis-i Kummî, Sefinet'ul-Bihar; Seyyid Şerefuddin Amulî, el-Müracaat, s.411 ve Müellifi'ş-Şia Fî Sadr'ıl-İslâm, s.13; Seyyid Muhsin Emin, A’yan'uş-Şia, c.1, s.89; Seyyid Hasan Sadr, Tesis'uş-Şia, s.316-317; Allâme Tabatabaî, Kur'an Der İslâm, s.165; Allâme Fanî İsfahanî, Ârâ’un Havle'l-Kur'an, s.97, 100; Zencanî, Tarih'ul-Kur'an, s.26, 44, 48, 64; Allâme Belâğî, Âla'ur-Rahman, s.19; Ayetullah Hoî, el-Beyan, s.242-243; Muhammed Hadî Marifet, et-Temhid, c.1, s.288-296 ve Siyanet'ul-Kur'an An'it-Tahrif, s.211; Seyyid Cafer Murtaza Amulî, Hakaik-u Hamme Havl'el-Kur'an'il-Kerim, s.153-172; Tefsir-i Kummî, c.2, s.451; Süleym b. Kays'ın Kitabı, s.99.

[23] – Şerefuddin Amulî, Abdulhüseyin, el-Müracaat, Beyrut basımı, Hüseyin Razî Tahkikiyle, s.411; Müellifi’ş-Şia Fî Sadr'ıl-İslâm, s.14, Necef basımı, Matbaat'un-Numan.

[24] – Kummî, Tefsir'ul-Kummî, c.2, s.451; Meclisî, Bihar'ul-Envar, c.92, s.48.

[25] – Ayyaşî, Muhammed b. Mes’ud, c.1, s.47, Tahran basımı, Dar'ul-Kutub; Meclisî, Bihar'ul-Envar, c.92, s.55.

[26] – Numanî, el-Gaybet, s.318-319, Tahran basımı, Mektebet'us-Saduk; Şeyh Müfid, el-Mesail'us-Serviyye, s.79, 81 ve el-İrşad, s.356.

[27] – Celalî Hüseynî, Muhammed Cevad, Tevhid'us-Sünnet'iş-Şerife, s.52-61, Kum basımı, Mektebet-u A’lâm'ul-İslâm.

[28] – Aynı kaynak, s.62-76; Bu kitapta Ali (a.s)'ın bu iki kitabı geniş ve tafsilatlı bir araştırmaya tâbi tutulmuştur.

[29] – Tabersî, Fazl b. Hasan, el-İhticac, s.155; Meclisî, Muhammed Bâkır, Bihar'ul-Envar, c.44, s.100.

[30] – Şerefuddin Amulî, Abdulhüseyin, el-Müracaat, s.411.

[31] – Zerkeşî, Bedruddin, el-Burhan Fî Ulum'il-Kur’an, c.1, s.242-243, Beyrut basımı, Dar'ul-Marife.

[32] – Allâme Seyyid Cafer Murtaza Amulî, bu konudaki rivayetleri, Müsned-i Ahmed, c.2, s.173, Kenz’ül-Ummal, c.1, s.477, el-İtkan, c.1, s.108, el-Burhan, c.1, s.462, Mucem-i Taberanî, Beyhakî'nin Şuab'ul-İman'ı, Heysemî'nin Mecma'uz-Zevaid'i, ve Ebu Nuaym İsfahanî'nin Hilyet'ul-Evliyâ'sı, Hâkim'in Nevadir'ul-Usul ve Müstedrek'i, Sahih-i Müslim, c.6, s.30 ve Sahih-i Buharî, c.2, s.109, Malik'in Muvatta'sı, c.2, s.5 ve diğer kaynaklardan bir araya toplamıştır. Bu konuyla ilgili olarak yine bkz: Hakaik-u Hamme Havl'el-Kur’an'il-Kerim, s.82, 86, Kum basımı, Neşr-i İslâmî Müessesesi.

[33] – Zerkeşî, Muhammed Bedruddin, el-Burhan, c.1, s.281; Suyutî, Celaluddin, el-İtkan, c.1, s.58; Sicistanî, el-Mesahif, c.11, s.14.

[34] – Marifet, Muhammed Hadî, et-Temhid, c.1, s.288.

[35] – Bu zikredilen özelliklerin bazıları şu kaynaklarda görülmektedir:

Şeyh Müfid, Evail'ul-Makalât, s.55 ve el-Mesail'us-Serviyye, s.79; Aştiyanî, Muhammed Hasan, Behr'ul-Fevaid, s.99, Kum basımı, Mektebet-u Ayetillah Necefî Mer’aşî,; Hoî, Ebulkasım, el-Beyan, s.244; Şerefuddin Amulî, Abdulhüseyin, el-Müracaat, s.411; Marifet, Muhammed Hadî, et-Temhid, c.1, s.292; Amulî, Cafer Murtaza, Hakaik-u Hamme Havle'l-Kur'an'il-Kerim, s.160-161.

[36] – Ahmed Emin, Fecr'ül-İslâm, s.202, Beyrut basımı, Dar'ul-Kitab'il-Arabî.

[37] – Yakubî, Ahmed b. Ebî Yakub, Tarih-i Yakubî, c.2, s.22-23, Beyrut basımı, A’lemî Müessesesi.

[38] – Marifet, Muhammed Hadî, et-Temhid, c.1, s.294-295.

[39] – Şehristanî, Muhammed b. Abdulkerim, Mefatîh'ul-Esrar, elyazması nüshasının fotoğrafı.