“Münezzeh olan Allah adaleti insanlar için bir kıvam (hayatta kalış sebebi); her türlü zulüm ve günahtan temizlenme ve İslam’ın kabulünü kolaylaştırma aracı kılmıştır” Gurer’ul-Hikem, 4789 İmam Ali (a.s)

Sude, Kahraman Bir Kadın

Sude, Kahraman Bir Kadın

Sadık Dağ/Ehli Beyt Öğretisi 4

Tarihte benzeri az bulunan taş yürekli acımasız bir adam olan Muaviye’nin ordu komutan Busr İbn-i Ebi Artat İmam Ali (a.s)'a olan katı düşmanlığıyla ün yapmıştı.

Hz.(a.s.) Ali ve Muviye'nin orduları arasında gerçekleşen Sıffın savaşı sona ermişti. Bu savaşta Muviye ordusunun kesin bir yenilgiyle karşılaşması üzerine Muaviye, askerlerinin Kur'an’ı mızraklara vurarak barış istemelerini emretmiş ve sonra da Hz Ali (a.s)’ın ordusundaki bazı nüfuzlu kişilerin cahilliğinden yararlanarak bir dizi komplo ve hilelerle bu savaşın sonuçsuz kalmasını sağlamıştır. Bunun üzerine her iki ordu kendi yerlerine geri çekilmişlerdi.

İşte bu savaştan sonra Muviye, Busr’a 30 bin kişilik bir ordunun komutanlığını vererek onu Hz. Ali'nin hakimiyeti altında bulunan Hicaz ve Yemen saldırmakla görevlendirdi. Muaviye Busr’dan bu bölgelerde karşılaştığı Hz. Ali dostlarını öldürmesini, onların malarını yağmalamasını ve bu hususta onların küçüğüne de büyüğüne de acımamasını istemiştir.

Busr ilk önce, Medine’ye sonra Mekke'ye ve daha sonra Yemen'e saldırdı. Gittiği her yerde Hz. Ali'nin tanınmış Şialarını acımasızca öldürüyor ve elinden gelen her türlü zulüm ve eziyeti yapmaktan geri kalmıyordu. Busr, sadece beş gün içinde, yolu üzerinde bulunanyerleri yakarak Muaviye'nin zulme dayalı hakimiyetine boyun eğmedikleri ve Hz. Ali’ (a.s.)’ın dostu oldukları için 30 bin kişiyi katletmiştir..

Hz. Ali’(a.s.)’ın şahadetinden sonra, İslam dünyasının rakipsiz hükümranı durumuna gelen Muaviye artık kimseden çekinmeden istediği cinayeti rahatça işliyordu. Muaviye'nın bu dönemindeki hunharca kararlarından biri, vahşet sembolü olan Busr bin Ertat’ı Kufe'nin etrafında yerleşip yaşayan aslen Yemenli Hemden kabilesine vali olarak tayin etmesi oldu.

Bu kabile, Hz. Ali'(a.s.)’ın dost ve Şiası olarak tanınıyorlardı. Zaten bunlar Hz. Ali’nin şahsında İslam'ı tanıdıkları için  manevi hayatlarını ona borçluydular. Peygamber (s.a.a) tarafından Yemen'e tebliğ için gönderildiği dönemde Hz. Ali’(a.s.)’ın İslamı onlara sunması sonucu bir günde hepsi Müslüman olmuşlardı. O günden bu yana bu kabilenin kadınlı erkekli tüm fertleri, diğer Yemen halkı gibi Hz. Ali'nin samimi Şialarından ve fedailerinden sayılıyorlardı.

Bu kabilenin İslam'ı kabul edişlerinden Muaviye'nin dönemine kadar geçen kısa süre zarfında İslam'a çok parlak hizmetleri olmuştur. Uveys Karanı, Malik Eşter, Kumeyl b. Ziyad ve Haris Hemdani, gibi şahsiyetler de bu kabileye mensuptular. Busr b. Ertat bu kabilenin içerisine valisıfatıyla geldiğinde, Hz. Ali ve onun Şialarına karşı taşıdığı kin ve nefret duygusu yüzünden ve bu kabilenin Hz. Ali (a.s.)’a beslediği muhabbeti bildiği için gayrı insanı ve acımasız çehresini gizlemeye çalışmadan onlara karşı her türlü cinayeti işlemekten geri kalmadı. Busr bir yandan ağır vergiler altında onları ezmeğe çalıştığı gibi en ufak bir itiraz da bulunanı da vahşice öldürterek tüm mal varlığına el koyuyordu.

Hemdan kabilesi başlangıçta bu cinayetçi adamın  Muaviye tarafından tüm yetkilerle vali sıfatıyla gönderildiğine itiraz ettilerse de çok geçmeden başka bir seçenek ve çarelerinin olmadığının farkına vararak artık şikayetten vazgeçip sabır ve tahammül yolunu seçtiler. Umre kızı Sude Hemdan kabilesine mensup gönlü Hz. Ali'(a.s.)’ın muhabbetiyle dolu cesaretli ve konuşkan bir kadındı. O Hemdan kabilesinde Busr'un cinayetlerine karşı direnecek bir yiğidin kalmadığını görünce bizzat kendisinin elinden geleni yapmasının zamanı geldiğini düşündü. Ve sonunda bütün bu zulümlerin asıl merkezi olan Muaviye’ye itirazda bulunmaya  kararverdi..

Şam’a giderek Muaviye ile görüşme isteğini bildirdi.

Muaviye Sude’nin ismini duyar duymaz onu tanıdı ve girişi için izin verdi; Muaviye öteden beri bu kahraman kadına karşı kın ve nefret duygusunu kalbinde taşıyor ve ondan öç almak için bir fırsat arıyordu. Sude Sıffin savaşına katılmış ve Hz. Ali’(a.s.)’ın askerleri olan oğullarını savaşa teşvik için etkileyici şiirler okumuştu. Muaviye bu şiirleri hatırlayarak kendi kendine o şiirin bazı mısralarını mırıldanmaya başladı.

Sude saraya girip Muaviye’nin karşısına dikilince de ona konuşma fırsatı vermeden “Ey Sude” dedi, “şu şiirleri okuyan sen misin?”

“Ey Amare’nin oğlu savaş meydanında düşmanla karşılaştığında

Şecaatli baban gibi düşman ordularına bir anda saldır.

Ali ve Hüseyin cephesine destek ol!

Ciğer yiyen Hind’in oğlu Muaviye’nin burnunu yere sür! Önderimiz Muhammed Peygamber’in kardeşi Alidir.

O halkın hidayet bayrağını taşıyandır; iman kalesidir.

Ey oğul! Orduyu arkada bırak ön safta yer al yalın ve keskin kılıçla düşmana saldır; savaş!

Sude hiç çekinmeden “Evet, bu şiirleri ben söyledim,” dedi; sonra şöyle devam etti “Ben haktan vazgeçen ve söylediğim hak söz için özür dileyecek değilim.”

Muaviye: “Sıffin savaşında bu coşkulu şiirleri söyleyerek Ali’nin ordusunu bize karış kışkırtmaktan maksadın ne idi?”

Sude: Hz. Ali’ye karşı kalbimde taşıdığım muhabbet ve hakka bağlılıktan dolayı bunları söyledim.

Muaviye belki de böyle bir  cevabı beklemediği için, ne dediğini şaşırarak “Ben Allah’a yemin ederim ki Aliye bağlılık ve muhabbetten bir iz sende yoktur” diye karşılık verdi.

Sude bu tartışmanın boşuna uzayacağını görünce:

“Ey Muaviye! Sıffın savaşı bitmiştir. Artık Allah hakkına, geçmişi konuşmaktan hatırlamaktan vazgeç” dedi.

Muaviye: Hayır! Ben geçmişi unutacak birisi değilim. Senin yaptıklarını ve Ali ile ilgili olayları unutamam.

Sude: Ben senin geçmişi unutacağını söylemiyorum. Benim başka bir hedef için buraya kadar geldiğimi söylemek istiyorum.

Muaviye: Söyle niçin geldin?

Sude “Ey Muaviye, şimdi halkın yönetimi senin elindedir. Yarın kıyamette  halkın haklarının çiğnediğin için Allah’ın seni sorguya çekeceğini hiç düşünmüyor musun? Ey Muaviye, bize gönderdiğin valilerin yalanlarıyla seni aldatıyor ve senden aldıkları güçle sürekli bize zulüm ediyorlar. Buğday başakları gibi bizleri biçiyor ve bize hayat hakkı tanımıyorlar. En son vali olarak gönderdiğin bu kişi, Ebi Ertat oğlu Busr, bizim içimize geldiğinden beri, bir yandan yiğitlerimizi katlederken mallarımızı da zorla yağmalamaktadır. Eğer seni gözetmek istemeseydik topluca başkaldırarak onun haddini kendisine bildirirdik. Ben buraya gelerek onun hakkındaki şikayetimizi sana iletmeyi düşündüm. Eğer onu işinden alırsan sana teşekkür eder; ama bunu yapmazsan seni iyice tanımış oluruz”dedi.

Muaviye dayanamayarak “Ey Sude! dedi, beni tehdit etmeye bile kalkıştın ve kendi kabilenin topluca başkaldırmasıyla beni korkutmak mı istiyorsun? Şimdi bunca küstahlığına karşılık seni eli ayağı bağlı olarak bir deveye bindirip Busr b. Ertat’in yanına götürmelerini emir edeceğim. O nasıl isterse sana öyle muamele eder.”

Sude, bu sözleri duyunca başını yere  dikerek biraz öylece kaldı. Sonra ağlar vaziyette başını kaldırıp kendi kendine şu şiirleri okumaya başladı:

“Hakkın selamı o engin ruha olsun ki toprakların altında bırakıldığında gerçekte adalette onunla gömüldü.

O hak ve adalet çizgisinden asla ayrılamayacağına dair Hakka yemin etmişti; o sürekli adaletle beraberdi.”

Muaviye: Kimden bahsediyorsun? dedi.

Sude: Hz. Ali b. Ebi Talib’ten diye cevap verdi.

Muaviye: Neden Ali’yi hatırladın?  

Sude: Hz. Ali ile ilgili bir olayı hatırladım. Bir yıl Hz. Ali, zekatları toplamak için kabilemize bir memur gönderdi. Bu adamın bize karşı tutumu sert ve insafsızca idi. Ben dayanamayarak Hz. Ali’nin yanına şikayet için gittim. Ulaştığımda Hz. Ali namaza başlamak üzere idi. Ama beni görünce ve halktan birinin şikayet için huzuruna gelmek istediğini anlayınca namaza başlamadı ve beni kabul etti. Sonra tam bir şefkatle bir ihtiyacın mı var diye sordu?

Evet dedim.

“Bizim kabileye gönderdiğin memur bize haksızlık ediyor; ben onu şikayet etmek için buraya geldim.”

Hz. Ali benim sözlerimi duyunca ağlamaya başladı ve sonra ellerini göğe kaldırarak şöyle dedi: “Ey Allah, ben bu hatakar görevlilere, halka haksızlık yapmaları, hak ve adalet çizgisinden çıkmaları hususunda asla izin vermedim. Sonra bir deri parçası cebinden çıkarıp üzerine şu ayetleri yazdı:

“Rahman ve Rahim Allah’ın adıyla”

“…Size Rabbinizden açık bir delil gelmiştir; artık ölçüyü tartıyı tam yapın. İnsanların eşyalarını eksik vermeyin Düzeltilmesinden sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Eğer inananlar iseniz bunlar sizin için daha hayırlıdır.” (A’raf: 85) 

“Eğer mümin iseniz Allah’ın bıraktığı sizin için daha hayırlıdır. Ben üzerinize bir bekçi değilim.” (Hud: 86)

Mektubun sonuna da şöyle yazdı: “Bu mektup sana ulaştığında yerine bir başkasını tayin edinceye ve gelip elindeki malları senden devir alıncaya kadar elinde bulunan Beytu’l-malı koru.”

Hz. Ali gerçekte bu mektupla o adamı görevden aldı.

Muaviye bu olayı duyunca kendi katibine “Bu kadına bir emir yazarak Busr b. Ertat’ın onun hakkında insaf ve adaletle davranmasını iste” dedi

Sude: Bu emri sadece benim için mi yazıyorsun, yoksa benim kabilem de bunda ortaklar mı?

Muaviye: “Bu sadece senin içindir,” dedi.

Sude: “Böyle bir emri kabul etmek benim için utanç vesilesi ve ayıptır. Eğer her kesin hakkında geçerli olacak adilane bir emir çıkarsan ben bunu kabul ederim; aksi taktirde bırak ben de kabilemin kaderinde onlarla ortak olayım.” dedi

Muaviye: Bu durum karşısında katibine “Yaz ki, buna ve kabilesine dokunmasınlar ve bunlardan alınan mallar geri verilsin” dedi.

Sonra şaşkınlıka Sude’ye bakarak sözlerine şunları da ekledi:

“Ali’nin sözleri sizleri ne kadar güçlendirmiş, cesaretlendirmiş ki benim huzurumda çekinmeden böylesine konuşuyorsunuz,”  dedi.[1]  

 


[1]Ikdu’l-Ferid c. 1 s. 19; A’lamu’n-Niisa s. 18.