Gençlik döneminde evlenen her genç için Şeytan, şöyle çığlık atar: “Eyvahlar olsun! Dinini benden korudu Bihâru’l-Envâr, C. 103, s. 221. Hz. Muhammed (s.a.a)

Fuzuli (Muhammed b. Süleyman)

Fuzuli (Muhammed b. Süleyman)


Hazırlayan: Habip Coşkun

Doğup Yaşadığı Yer

Toplum bilimciler onun Oğuzların Bayat aşireti Türkmenlerinden olduğunu beyan etmişlerdir. Kayıtlarda doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle beraber Fuzûlî’nin 15. asrın sonları veya 16. asrın başlarında dünyaya geldiğini söylemişlerdir. Hangi şehirde doğduğu konusunda ihtilaflar mevcuttur. Ali onun Bağdat’lı, Kınalızade Hille’li, Riyazî ise Kerbela’lı olduğunu söylemişlerdir. Şair Türkçe divanının önsözünde Irak-ı Arap’ta doğup büyüdüğünü ve başka bir memlekete de gitmediğini dile getirmekte ve Kerbela toprağının diğer topraklardan daha üstün olduğunu zikrederek bununla da iftihar etmektedir. Bu da Riyazî'nin verdiği bilgiyi kuvvetlendirmektedir. Farsça divanının önsözün de ise bu kesinlik kazandırmaktadır.

“İşte bu ülkenin toprağı o mazlumların kanıyla karılmış, o şehitlerin kanları bu toprağa dökülmüştür, hilkatte senin hamurunu bu toprakta yoğurmuştur; kader, seni burada yetiştirmiştir. Mihnet beşiğinde meşakkat sütüyle gelişmiş, bu havayla, bu suyla yetişmiş bulunduğundan ben de bilirim, mayanda dert eseri var, fakat şairliğin sermayesi de budur zaten.”

Bu mukaddimenin sonlarında “Zamanenin gün görmemiş, tecrübesiz yeni yetişmiş güzelleri, yalnızlık derdini çekmiş yetimler.” diye övdüğü şiirlerinin, Necef ve Kerbela toprağında zuhur etiğini, veliler burcunun suyuyla, havasıyla geliştiklerini söyleyip gezdikleri sırada nereye yönelirlerse, nerede konaklarlarsa, saygı görmelerini diliyor ve “Fuzûlî oturduğun yer Kerbela toprağı olduğundan şiirime, nereye varırsa saygı göstermek gerekir. Ben bir kulum, şiirlerim altın değildir, gümüş değildir, inci değildir, topraktır. Topraktır, ama Kerbela toprağı” mealinde bir de dörtlüğü vardır.

Bağdat’ta şehitlerin kanlarıyla karılmış toprak, ne Bağdat’ın kendisi, ne Hille, ne de başka bir yerdir; burası ancak ve ancak Kerbela’dır. Hem Türkçe, hem de Farsça divanlarının önsözünde de sadece Kerbela’nın adını anmıştır.

Fuzûlî’nin yaşamı, çocukluğu, özellikle gençlik dönemi ve öğrenimi konusunda kendi ifadeleri dışında daha geniş ve yeterli bilgi bulunmamaktadır. Buna rağmen yaşamı konusunda bilgi veren kaynaklar da birbirini tutmamaktadır. Bunları gerçeğinden ayırt etmek de o kadar kolay değildir. Onunla ilgili güvenilir bilgiler, yapıtlarının incelenmesinden, kimi şiirlerinin açıklanmasından elde edilmiştir. Bunlardan anlaşıldığına göre Fuzûlî iyi bir öğrenim görmüş, özellikle İslam bilimleri, tasavvuf ve İran edebiyatı konularında çalışmalar yapmıştır. Üç dilde (Arapça, Farca ve Türkçe) Divanı olan tek şairdir. Ayrıca Alevilerin yedi ulu ozanından da biridir o.

Adı Neden Fuzûlî?

Fuzûlî adını almasına sebep olarak Farsça divanının girişinde, Şiirde kullandığı adları başkalarının da kullandığını görünce “işe yaramayan”, “gereksiz” anlamına gelen “Fuzûlî” adını kullanmıştır ki kimse buna tenezzül etmesin ve böylece kendi şiirlerinin başkalarınınkilerle, başkalarının şiirlerinin de kendininkilerle karıştırılmasın; eğer başkaları güzel bir şey yazarda bu kendine mal edilir veya kendi yazdığı güzel bir şiir başkalarına mal edilmesin. Başkalarının yazdığı kötü bir şiir kendine kendi yazdığı kötü bir şiirde başkalarına mal edilmesin ve hiç kimse haksız övünç ya da haksız yerilmesin; herkes hak ettiği yerlerde olsun diye bu değersiz anlama gelen adı kullanmıştır. Ama “Fuzûlî” sözcüğünün başka bir anlamının da olduğunu ve “erdem” manasına geldiğini söyleyenler de olmuştur ve bununla o bu iki karşıt anlamdan yararlanmak amacı güttüğünü öne sürenler de olmuştur.

İlmi

Yapıtları incelendiğinde kimya, gökbilimi ve İslam ülkelerinde pek yaygın olan gizli bilimlerle de ilgilendiği anlaşılmaktadır. Kelam, fıkıh, tefsir ve hadis gibi İslam ilimleri üzerinde azımsanmayacak bir çabasının olduğu açıkça gözlemlenmektedir. Yazmış olduğu her üç dildeki şiirlerinden anlaşılan Türkçe, Arapça ve Farsçanın bütün inceliklerini kavradığı ve bu dilleri çok iyi kullandığı söylenmektedir. Fuzûlî’nin etkilendiği hem Türk, hem de Fars şairler vardır. Bunlardan Hafız, Necatî, Nizamî, Nevâî gibi büyük şairleri gösterebilir. Onların şiir anlayışı, duygu ve düşüncelerini benimsediği söylenmektedir. Merhum Abdulbaki Gölpınarlı “keşke Yunus gibi halk dilini kullansaydı” demekte ve bununla halkın bugün de onu anlaya bilmelerini ummaktadır. Ancak bu yüce insan sanırım kasıtlı olarak sultanların dilini kullanmayıp daha çok kendi mektebinin dilini kullanmıştır. Bu onun her durumda hem muhalefetinin, hem de kendi inançlarına verdiği önemin bir işaretidir de. Bugün bize düşen böylesine bir değerin kaybolmaması ve rahat anlaşılabilmesi için gerekli çalışmaların yapılmasıdır.

 

İnanç ve Akidesi

İnancını anlamak o karda da zor değil; İmam Ali (a.s) “İnsan dilinin altında gizlidir” diye buyurmaktadır.

 

Huda’nın “İnnema” kavlinde halk içre vela-ahdi,

Rasul'ün lahmike lahmi ser-i hanında mihnanı;

 

Emirülmüminin Haydar Ali ibni Ebi-Talib

Ki Cibril-i Emin’dir halvet-i vahdette derbanı.

 

Vakt oldu gonca açıla gül hurdesin zahir kıla

Mehdi zuhurunu bile faş ede sırrını kaza.

 

Bu mısralarda “Veliniz ancak Allah’tır, resulüdür ve rükû halinde zekât verenlerdir.”[1] ayetine vurgu yapılmaktadır. Ki bu ayet İmam Ali’nin (a.s) namaz kıldığı esnada bir yoksulun gelip yardım dilemesi ve rükû halinde olan İmam’ın elini uzatıp yüzüğünü göstermesiyle yoksulun bunu almasını sağlaması, Allah da bu işi yapan kimsenin ancak bütün müminlerin velisi olduğunu; ayrıca Allah resulünün “Ya Ali, senin etin benim etimden, kanın benim kanımdandır…” buyruğuna atıf yapılan, İmam Ali’nin (a.s) müminlerin emiri olduğu ve Cebrail-i Eminin de halvette onun derbanı olduğunu, 12. İmam-ı Mehdi’yi Muntazar bilen, On iki İmama methiyeler yazan ve İmam Ali’den önceki üç halifeyi elif önünde üç sıfır olarak tanıtan birinin mezhebi aşikârdır.

Ayrıca Emirulmuminin İmam Ali’ye (a.s) olan bağlılığı, sadece Allah’tan kaynaklanan ve peygamber emri gereği “ben kimin mevlası isem Ali de onun mevlasıdır.” gibi daha nice buyruklardan ve İmam Ali’nin (a.s) erdemli, gönül bilgisiyle dolu, olgun, yetkin bir kişi ve Peygamber’den (s.a.a) sonra ümmetin imamı olmasından kaynaklanmaktadır. Peygamber ve ehlibeytine karşı beslediği derin sevgi ve muhabbet onun yaşamını Ehlibeyt dostları için çok önemli ve mukaddes olan mekânlar Kerbela ve Necef çevresinde geçirmesi ve Kerbela'yı bütün mekânlardan üstün tutması onun, Şiî olduğunun ayrı bir kanıtıdır da. Bu konudaki inancını Hadîkatü’s-Süedâ “Saadete Ermişlerin Bahçesi” adlı yapıtında bütün çıplaklığıyla ortaya koymuştur. Türkçe ve Farsça divanlarında İmam Ali ve onun soyundan gelen Ehlibeyt imamlarına bağlılığı konusunda birçok şiir ve gazelleri bulunmaktadır. Türkçe kaleme aldığı divanının da aslında mezhebine gizli bir göndermesi vardır. O zamanlar revaçta olan ve Osmanlı imparatorluğunun dili olan Sünni ve sultanların dili olan Osmanlıcayı asla kullanmamıştır; Türkçe şiirlerini Azeri dilinde kaleme almıştır.

Bir ara Bağdat’ı ele geçiren Şah İsmail Safevî’ye yazdığı övgünün sebebi de bu sevgiden dolayıdır.

 

Geçimi:

Fuzûlî, Farsça Divan’ında bulunan “Dürr-i sadef-i sıdk cenâb-ı mütevelli” (Doğruluk sedefinin incisi yüce görevli) dizesiyle başlayan şiirden anlaşılan Kerbelâ ve Necef’te bulunan Ehlibeyt İmamlarına ait vakıfların gelirlerinden geçimini sağlamıştır.

 

Şiir ve yapıtları:

Fuzûlî’nin yaratıcı gücü, yaşam ve evren anlayışı, insanla ilgili düşünceleri şiirlerinde çok açık bir şekilde görülmektedir. Fuzûlî’nin anlayışına göre şiirin özünü oluşturan ilk unsur sevgi, temelini oluşturansa bilimdir. “Bilimsiz şiir temelsiz duvar gibidir, temelsiz duvar da değersizdir” bu anlayışla yola çıkmış, sevgiyi evrenin özünü oluşturan bir öğe olarak görmüş ve bu nedenle de “evrende ne varsa sevgidir, sevgi dışında kalan bilim bir dedikodudur” yargısına ulaşmıştır. Sevginin yanında, şiirin örgüsünü bütünlüğe kavuşturan ikinci öğeyse üzüntüdür, sevgiliye kavuşma özleminden, ondan ayrı kalıştan kaynaklanan üzüntü.

Fuzûlî sadece şairliğiyle değil, diğer yapıtlarıyla da meşhurdur. Üç divanından başka, başta Leylâ ve Mecnun olmak üzere birçok eseri vardır.

Üzüntü, ayrılık acısı ve kavuşma özleminin doruğa ulaştığı yapıtı olan Leyla ile Mecnun’da sevenin bütünüyle varlığını sevdiği kimseye adamasının çok bariz bir şekilde ortaya konduğunu, sevilenin bir araç olduğunu, asıl ulaşılmak isteneninse onun varlığında tezahür eden Yaratanın olduğudur. Ona göre gerçek varlık Yaratandır, bütün nesneler ve onları kuşatan evren Yaratanın tezahür alanıdır.

“Zihî zâtın nihanu ol nihandan mâsivâ peydâ”

Senin özün gizlidir, bu görünen evren o gizli özünden var olmuştur.

Vefatı

Vefatınınsa 1556’lı yıllarda çok sayıda insanın ölümüne sebep olan ve insanları kasıp kavuran, Irak'ta vuku bulan veba salgını gösterilmektedir.

Başlıca eserleri şunlardır:

Arapça divanı,

Farsça divanı,

Türkçe divan,

Leylâ ve Mecnun -ünlü bir mesnevidir-,

Hadikatü's-Süeda -Kerbelâ Olayı'nı konu alan bu düzyazı ve şiir karışımı eser, şairin en önemli kitaplarından ve Türk edebiyatının şaheserlerinden biridir, sonraki şairleri büyük ölçüde etkilemiş, birçok defa basılmıştır-,

Beng-ü Bade -500 beyitlik Türkçe mesnevi-,

Heft Cam -327 beyitlik bir sakiname-,

Rind-ü Zahid -Farsça düzyazı-,

Hüsn-ü Aşk -Farsça düzyazı-,

Şikâyetname -Türk mizah ve hiciv edebiyatının şaheserlerindendir-.

 

Gazel

Hâsılım yoh ser-i kûyunda belâdan gayrı,

Garazım yoh reh-i aşkında fenâdan gayrı;

 

Ney-i bezm-i gamem ey âh ne bulsan yele ver,

Oda yanmış kuru cismimde hevâdan gayrı;

 

Yetti bîkesliğim ol gaayete kim çevremde,

Kimse yoh çevrile girdâb-ı belâdan gayrı;

 

Ne yanar kimse bana âteş-i dilden özge

Ne açar kimse kapım bâd-i sebâdan gayrı

 

Bezm-i aşk içre Fuzûlî nice âh eylemeyen

Ne temettu bulunur bende sedâdan gayrı
 

Sokağının başında elimde yok bir şey beladan gayrı,

Kastım yok aşkın yolunda yok olmaktan gayrı.

 

Ey ah! Gam (hüzün) meclisinin ney'iyim, ne bulursan yele ver,

Ateşe yanmış kuru vücudumda arzu ve hevadan gayrı.

 

Kimsesizlik yetti hani kim var çevremde,

Ki döne etrafımda bela girdabından gayrı.

 

Gönül ateşinden başka kimse yanmaz bana,

Tan yelinden başka kim açar kapın gayrı.

 

Aşk meclisinde nasıl ah etmez Fuzûlî?

Bende bulunmaz kâr, sedadan gayrı.

 


[1] Maide/55